BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM!

İstanbul’un son yeşil alanlarından birisi olan Taksim Gezi Parkının daha fazla rant için betonlaştırılmasına, tek tip yaşam dayatılmasına itirazla başlayıp,  eşit, özgür ve demokratik bir ülke talebi ile tüm ülkeyi saran Gezi Direnişinin üzerinden tam üç yıl geçti! Bu vesileyle bizlere onurlu bir gelecek için canlarını ortaya koyan ve açıkça hedef gözetilerek katledilen gençlerimizi bir kez daha saygıyla anıyor, hala yargı önüne çıkarılmayan, AKP tarafından korunan katillerin peşini asla bırakmayacağımızı ifade ediyoruz.

Gezi direnişinde milyonlar her türlü baskıya rağmen kararlılıkla taleplerini savundu, teslim olmadı, olmuyor, olmayacak.

Gezi direnişi, AKP’nin sömürü, zorba ve gerici düzeninde sesi ve nefesi zorla kesilen halkın aldığı nefes, haykırdığı sesti. Kadınlara, gençlere ve toplumun tüm ilerici-özgürlükçü değerlerine yönelik gelişen saldırılara karşı özgür bir ülke ve hayat kurma mücadelesiydi.

Bugün o ağaçların yeşeren dalları gibi eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebi tüm ülkeyi her zamankinden daha fazla sarmış durumda.

Gezi Parkı’nda yağmaya, talana karşı başlayan nöbet AKP’nin baskı ve zulmüne karşı birleşen milyonların mücadelesinde sürmeye devam etmektedir. Gezi direnişinin taleplerini daha yakıcı halde güncelliğini koruyor.

Çünkü AKP; en ufak itiraza karşı polisiyle yaşam alanlarımıza hala gaz bombaları yağdırıyor, silah kullanıyor. Aylara vara sokağa çıkma yasakları uyguluyor, şehirleri adeta haritadan siliyor. Halkın can güvenliği, bizzat kendilerini korumakla görevlendirilenler tarafından tehdit ediliyor. Düşman olarak görülen toplumsal muhalefet toplu gözaltı ve tutuklamalar, faili meçhuller ve her tür faşizan baskı ile teslim alınmak, ortadan kaldırılmak isteniyor. Diz çökmemizi, baş eğmemizi istiyorlar.

Polis devletini kurumsallaştırmak, hukuk dışılıklara kılıf uydurmak, yargılanmaktan kurtulmak için habire yasalar hazırlıyorlar, saraylar kuruyorlar. Yandaş medya özel savaş lobisi olarak çalışıyor, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için her tür yalanı ve dezenformasyonu yapıyor.

Ancak güçlü bir akıntıya kürek çekmenin nafile olduğunu, baskı ve zor karşısında halkın er ya da geç ayağa kalkacağını ve ok yaydan çıktıktan sonra da durdurulamayacağını Gezi direnişi bir kez daha hatırlattı!

Polis şiddetine, göz altılara, tutuklamalara, her türlü baskıya, karalamaya, hukuku askıya alan uygulamalara, yalan ve dolana karşı haklı, meşru ve kararlı mücadelemiz bu faşizan düzen değişinceye kadar sürecektir.

Ethem, Ali İsmail, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni, Hasan Ferit, Ahmet, Abdullah, Mehmet İstif, Fadime Ana, Berkin Elvan, Uğur Kurt, Ayhan Yılmaz, Soma’da kaybettiğimiz emekçiler, Roboskiler, Cizre’de apartman dairesinde yakılanlar ve kıydıkları daha binlerce canlar için yargılanmaktan kurtulamayacaklar.

İşyerlerinde ve alanlarda eşit, özgür ve demokratik bir ülke mücadelesini yıllardır sürdüren kamu emekçileri tüm Gezi dinamikleriyle birlikte mücadeleyi büyütecek, karanlığa teslim olmayacak, ellerimizden aldıklarının, bizlerden çaldıklarının hesabını soracaktır.

KÜLTÜR SANAT-SEN olarak; eşit, özgür ve demokratik bir gelecek mücadelesinde kamu emekçilerini, işçileri, gençleri, kadınları ve tüm halkımızı direnişin parçası olmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

YÖNETİM KURULU 

CABLE VE TARTUS KATLİAMINI KINIYORUZ !

Kısa süre önce de Suriye’de çoğunlukta Aleviler’in yaşadığı El-Zara köyünde yapılan katliamın acıları daha dinmemiş iken bu kez yine Alevilerin yaşadığı Lazkiye vilayetinin Cable ve Tartus kentlerinde 23 Mayıs 2016 tarihinde gerçekleştirilen 9 bombalı saldırıda 100’den fazla sivil hayatını kaybetti.

Tamamen sivillerin bulunduğu yerlere yönelik bu insanlık dışı, vahşi saldırıları ve katliamı nefretle kınıyoruz.

Ortadoğu coğrafyasını mezhepçilik ve tek tip düşünce üzerinden kan gölüne çevirenleri başta 10 Ekim olmak üzere ülkemizde de gerçekleştirilen katliamlardan iyi tanıyoruz.

Vahşet örgütleri ile karanlık ilişkiler içinde ve gönül bağı olanların saldırıları “kale yıkılıyor” başlıklarıyla, adeta sevinç gösterileri içinde kamuoyuna yansıtması insanlıktan zerre kadar nasiplenmediklerini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Bu karanlık zihniyeti de kınıyor, protesto ediyoruz.

AKP’nin yıllardır başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da izlediği politikalar ve vahşet örgütleri eliyle yürüttüğü vekâlet savaşının geldiği nokta tüm insanlığı tehdit etmektedir.

Saldırılara zemin sunan her tür destek ve politikalar bir an önce terk edilmelidir.

Bu tür saldırıların giderek tüm insanlığı ve coğrafyayı hedef aldığı açıktır. Vahşet örgütlerinin ve arkasındaki güçlerin gerçekleştirdiği bu saldırıların son bulması için daha güçlü tepkilerin ve mücadelenin ortaya konması gerekmektedir.

Kurulduğu günden bu yana ülkemizde ve dünyada farklılıkların barış içinde, bir arada, eşit ve kardeşçe yaşamını savunan Konfederasyonumuz yaşam hakkını tüm hakların ön koşulu olarak görmektedir.

Suriye’de El-Zara, Cable ve Tartus’ta sivillere yönelik gerçekleşen saldırıları insanlık değerlerine ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak görüyor, bir kez daha nefretle kınıyoruz.

Anket Çalışması

Kültür ve Turizm Bakanlığında örgütlü olan Kültür Sanat-Sen, kadın emekçilerle anket çalışması gerçekleştirdi. İş yerinde ayrımcılık ve mobbing kadınlar en çok dile getirdiği sorunlar oldu.

Kültür Sanat-Sen’in, örgütlü olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığında yaptığı araştırmada, iş yerlerinde “ayrımcılık” gibi sorunlar kadınlar tarafından daha fazla dile getirildi. Araştırmada mobbing sorunu yaşadığını düşünenlerin yüzde 80’nin kadın olması, Bakanlıkta erkeklere oranla daha az kadının istihdam edilmesi önemli sorunlar olarak ortaya çıktı.

KESK’e bağlı Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen) kadın çalışanların çalışma yaşamındaki sıkıntılarını tespit etmek ve kadın istihdamını araştırmak amacıyla anket ve araştırma çalışması gerçekleştirdi. Kültür Sanat-Sen Genel Kadın Sekreteri Özlem Toprak Cihan tarafından raporlaştırılan araştırma, yüzde 35’i kadın olan Kültür ve Turzim Bakanlığında 37 farklı ilden 162 erkek ve 260 kadın toplam 422 kamu emekçisi ile gerçekleştirildi.

‘SENDİKALAR İLGİSİZ, HAKLARIMIZI YETERİNCE SAVUNMUYOR’

Ankete katılım sağlayan 82 kişinin sendikal üyeliklerinin bulunmadığı araştırmada, üye olmayan katılımcıların üye olmama gerekçelerini şu şekilde ortaya çıktı: “Sendikaların tarafsız olmadığı düşüncesi, duyarsız ve ilgisiz olunduğu, bilgilendirilme eksikliği, üye olduğu sendikadan kaynaklı tayin aşamasında problem çıkması, sendikaların samimi bulunmaması, iş ile siyasetin birbirine karıştırılması, özlük haklarının yeterince savunulmadığı düşüncesi, kişileri sendikaların iyi temsil etmediği düşüncesi, işveren esaslı çalışılmaların yapıldığı ve haklarımızın korunmadığı düşüncesi, korku, aday memurluk ve sözleşmeli statüsünde sendikal hakkın olmaması”.

‘SENDİKALAR KADIN SORUNLARIYLA İLGİLENMİYOR, YETERLİ KADIN YÖNETİCİ YOK’

Sendika yöneticiliğinde kadınlara daha az imkan sağlandığı ya da kadınların daha az tercih etmiş olduğunun ortaya çıktığı araştırmada, sendikal faaliyetlere katılımda iş yükünün kadınlar üzerinde daha fazla olduğu görülmekte. Araştırmada, sendikal üyeliğin kariyer yükselmesinde engel teşkil ettiğini düşünenlerin çoğunluğunu ise yüzde 56 ile erkekler oluşturdu.

“Sendikanızın kadın sorunlarıyla ilgili yeterince çalışma yürüttüğünü düşünüyor musunuz?” sorusuna 260 kadın kamu emekçisinden sadece 51 kadın olumlu yanıt verirken, 127 kadın yeterince çalışma yürütmediğini, 22 kadın ise bu konuda fikrinin olmadığını belirtti. Ankete katılan kadınların yüzde 59’u sendikalarda kadın yönetici sayısının yeterli olmadığı görüşünü taşırken, ilgisizlikten şikayetçi olan ve yönetici sayısını düşük bulan kadınların yönetici olmak istemedikleri de ortaya çıktı. Ankete katılan 260 kadından 161’i yani yüzde 62’si sendika yöneticisi olmak istemezken, “Sendika yöneticisi olmak ister misiniz” sorusuna sadece 23 kadın yani yüzde 9’u “Evet” cevabını verdi.

‘İŞ YERLERİNDE DE YETERLİ KADIN YÖNETİCİ YOK’

Katılımcılara kendi kurumunda kadın yönetici sayısına ilişkin görüşleri sorulduğunda ise sendika üyesi olan erkeklerin yüzde 40’ı, kadınların ise yüzde 60’ı kadın yönetici sayısını yeterli bulmadığını belirtirken, bu oran herhangi bir sendikaya üye olmayan kadınlarda yüzde 81 olarak araştırma sonuçlarına yansıdı.

‘KADINLAR KAMUDA AYRIMCILIĞA MARUZ KALIYOR’

“Kamuda çalışan kadınlar ayrımcılığa maruz kalıyor mu?” sorusuna kadınların yüzde 63’ü, erkeklerin ise yüzde 53’ü “Evet” cevabını verdiği araştırmada, “Ayrımcılık var” diyenlerin yüzde 66’sını kadınlar oluşturdu. Kamu çalışanlarının en önemli sorunlarına ilişkin birden fazla cevabın işaretlenebildiği soruda katılımcıların yüzde 59’u (yüzde 55’i kadınlar) “Ücret yetersizliği”, yüzde 47’si (Yüzde 43’ü kadın) “Liyakatsiz yöneticilerle çalışma”, yüzde 47’si (yüzde 45’i kadın) “Kariyer ve Liyakatta Kayırmacılık”, yüzde 30’u (yüzde 68’i kadın) “Mobinge Maruz Kalma”, yüzde 24’ü (yüzde 75’i kadın) “Ebeveyn olma durumunda yakın ve güvenilir kreş” cevabını verdi.

‘KREŞ VE AYRIMCILIK’ SORUNLARINI KADINLAR DİLLENDİRİYOR

Katılımcılar işyerlerinde kendi yaşadıkları en önemli sorunları ise mobbing, haksız atama ve tayinler, ücret adaletsizliği ve amirlerle yaşanan sorunlar olarak belirtti. Kreş ve kadına yönelik ayrımcılık gibi sorunların sadece kadınlar tarafından dile getirildiği görülürken, mobbing sorunu yaşadığını düşünenlerin de yüzde 80’ini kadınlar oluşturdu.

‘DAHA FAZLA KADININ KATILIMI SAĞLANMALI’

Kültür Sanat-Sen açısından ise kadın-erkek üye (E yüzde 56, K yüzde 44) ve yönetici sayısı (E yüzde 60, K yüzde 40) yakın oranlarda olsa da araştırma sonuçlarında, sendikaların kadın sorunlarıyla yeterince ilgilenilmediğini düşünen kadın sayısı oranının da azımsanmayacak kadar fazla olduğu ve yönetici sayısının yeterli olmadığını düşünen kadın sayısının da göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilerek bu alanda eksikliklerin giderilmesi, daha fazla kadının katılımını sağlamak için çalışmalar yapılması gerektiğine dikkat çekildi.

KÜLTÜR SANAT-SEN KADIN ANKET ÇALIŞMASI HABER…

Kültür ve Turizm Bakanlığında kadın çalışanların daha çok ayrımcılığa maruz kalıyor

Derya KAYA // Ankara

11 Nisan 2019 10:00

Kültür ve Turizm Bakanlığında örgütlü olan Kültür Sanat-Sen, kadın emekçilerle anket çalışması gerçekleştirdi. İş yerinde ayrımcılık ve mobbing kadınlar en çok dile getirdiği sorunlar oldu.

Kültür Sanat-Sen’in, örgütlü olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığında yaptığı araştırmada, iş yerlerinde “ayrımcılık” gibi sorunlar kadınlar tarafından daha fazla dile getirildi. Araştırmada mobbing sorunu yaşadığını düşünenlerin yüzde 80’nin kadın olması, Bakanlıkta erkeklere oranla daha az kadının istihdam edilmesi önemli sorunlar olarak ortaya çıktı.

KESK’e bağlı Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen) kadın çalışanların çalışma yaşamındaki sıkıntılarını tespit etmek ve kadın istihdamını araştırmak amacıyla anket ve araştırma çalışması gerçekleştirdi. Kültür Sanat-Sen Genel Kadın Sekreteri Özlem Toprak Cihan tarafından raporlaştırılan araştırma, yüzde 35’i kadın olan Kültür ve Turzim Bakanlığında 37 farklı ilden 162 erkek ve 260 kadın toplam 422 kamu emekçisi ile gerçekleştirildi.

‘SENDİKALAR İLGİSİZ, HAKLARIMIZI YETERİNCE SAVUNMUYOR’

Ankete katılım sağlayan 82 kişinin sendikal üyeliklerinin bulunmadığı araştırmada, üye olmayan katılımcıların üye olmama gerekçelerini şu şekilde ortaya çıktı: “Sendikaların tarafsız olmadığı düşüncesi, duyarsız ve ilgisiz olunduğu, bilgilendirilme eksikliği, üye olduğu sendikadan kaynaklı tayin aşamasında problem çıkması, sendikaların samimi bulunmaması, iş ile siyasetin birbirine karıştırılması, özlük haklarının yeterince savunulmadığı düşüncesi, kişileri sendikaların iyi temsil etmediği düşüncesi, işveren esaslı çalışılmaların yapıldığı ve haklarımızın korunmadığı düşüncesi, korku, aday memurluk ve sözleşmeli statüsünde sendikal hakkın olmaması”.

‘SENDİKALAR KADIN SORUNLARIYLA İLGİLENMİYOR, YETERLİ KADIN YÖNETİCİ YOK’

Sendika yöneticiliğinde kadınlara daha az imkan sağlandığı ya da kadınların daha az tercih etmiş olduğunun ortaya çıktığı araştırmada, sendikal faaliyetlere katılımda iş yükünün kadınlar üzerinde daha fazla olduğu görülmekte. Araştırmada, sendikal üyeliğin kariyer yükselmesinde engel teşkil ettiğini düşünenlerin çoğunluğunu ise yüzde 56 ile erkekler oluşturdu.

“Sendikanızın kadın sorunlarıyla ilgili yeterince çalışma yürüttüğünü düşünüyor musunuz?” sorusuna 260 kadın kamu emekçisinden sadece 51 kadın olumlu yanıt verirken, 127 kadın yeterince çalışma yürütmediğini, 22 kadın ise bu konuda fikrinin olmadığını belirtti. Ankete katılan kadınların yüzde 59’u sendikalarda kadın yönetici sayısının yeterli olmadığı görüşünü taşırken, ilgisizlikten şikayetçi olan ve yönetici sayısını düşük bulan kadınların yönetici olmak istemedikleri de ortaya çıktı. Ankete katılan 260 kadından 161’i yani yüzde 62’si sendika yöneticisi olmak istemezken, “Sendika yöneticisi olmak ister misiniz” sorusuna sadece 23 kadın yani yüzde 9’u “Evet” cevabını verdi.

‘İŞ YERLERİNDE DE YETERLİ KADIN YÖNETİCİ YOK’

Katılımcılara kendi kurumunda kadın yönetici sayısına ilişkin görüşleri sorulduğunda ise sendika üyesi olan erkeklerin yüzde 40’ı, kadınların ise yüzde 60’ı kadın yönetici sayısını yeterli bulmadığını belirtirken, bu oran herhangi bir sendikaya üye olmayan kadınlarda yüzde 81 olarak araştırma sonuçlarına yansıdı.

‘KADINLAR KAMUDA AYRIMCILIĞA MARUZ KALIYOR’

“Kamuda çalışan kadınlar ayrımcılığa maruz kalıyor mu?” sorusuna kadınların yüzde 63’ü, erkeklerin ise yüzde 53’ü “Evet” cevabını verdiği araştırmada, “Ayrımcılık var” diyenlerin yüzde 66’sını kadınlar oluşturdu. Kamu çalışanlarının en önemli sorunlarına ilişkin birden fazla cevabın işaretlenebildiği soruda katılımcıların yüzde 59’u (yüzde 55’i kadınlar) “Ücret yetersizliği”, yüzde 47’si (Yüzde 43’ü kadın) “Liyakatsiz yöneticilerle çalışma”, yüzde 47’si (yüzde 45’i kadın) “Kariyer ve Liyakatta Kayırmacılık”, yüzde 30’u (yüzde 68’i kadın) “Mobinge Maruz Kalma”, yüzde 24’ü (yüzde 75’i kadın) “Ebeveyn olma durumunda yakın ve güvenilir kreş” cevabını verdi.

‘KREŞ VE AYRIMCILIK’ SORUNLARINI KADINLAR DİLLENDİRİYOR

Katılımcılar işyerlerinde kendi yaşadıkları en önemli sorunları ise mobbing, haksız atama ve tayinler, ücret adaletsizliği ve amirlerle yaşanan sorunlar olarak belirtti. Kreş ve kadına yönelik ayrımcılık gibi sorunların sadece kadınlar tarafından dile getirildiği görülürken, mobbing sorunu yaşadığını düşünenlerin de yüzde 80’ini kadınlar oluşturdu.

‘DAHA FAZLA KADININ KATILIMI SAĞLANMALI’

Kültür Sanat-Sen açısından ise kadın-erkek üye (E yüzde 56, K yüzde 44) ve yönetici sayısı (E yüzde 60, K yüzde 40) yakın oranlarda olsa da araştırma sonuçlarında, sendikaların kadın sorunlarıyla yeterince ilgilenilmediğini düşünen kadın sayısı oranının da azımsanmayacak kadar fazla olduğu ve yönetici sayısının yeterli olmadığını düşünen kadın sayısının da göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilerek bu alanda eksikliklerin giderilmesi, daha fazla kadının katılımını sağlamak için çalışmalar yapılması gerektiğine dikkat çekildi.

OTOKRATLAR, SENDİKADAN VE ÖĞRETMENDEN KORKAR!

Eğitim Sen’in eğitim ve bilim emekçileriyle dayanışmak ve sendikal özgürlüklere sahip çıkmak amacıyla Ankara’da düzenlediği, “Uluslararası Sendikal Özgürlükler Sempozyumu”nun ana gündemini eğitim emekçilerine yönelik baskılar ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan ihraçlar oluşturdu

Sempozyuma birçok ülkeden eğitim sendikaları temsilcilerinin yanı sıra Eğitim Enternasyonali Genel Sekreteri David Edwards ve Avrupa Eğitim Sendikaları Eğitim Komitesi (ETUCE) Direktörü Susan Flocken de katıldı.

Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, konuşmasında Türkiye’de hemen her alanda hissedilen baskıya karşı uluslararası dayanışmanın önemine dikkati çekti. İktidarın 2002 yılından bugüne izlediği politikaların büyük hukuksuzluklara yol açtığını, bu politikalara muhalefet edenlere yönelik baskının giderek arttığını anlatan Aydoğan, “Öğrencilerimizin eğitim hakkına ve geleceğimize sahip çıkabilmek için tüm mücadeleye devam ediyoruz” dedi.

BASKI GİDEREK ARTIYOR

Aydoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından baskının çok daha arttığına vurgu yaparak şunları söyledi:

“AKP’nin, ‘Dikensiz gül bahçesi yaratma” arzusunun önündeki engeller, OHAL ile ortadan kaldırıldı. Öğrencisinin eğitim hakkını savunan, barış talep eden öğretmenler, özgür üniversite mücadelesi yürüten akademisyenler ihraç edildi. Barış talep eden akademisyenlere, ‘Kanlarınızda duş alacağız’ diyen bir mafya lideri, ifade özgürlüğü hakkını kullandığı gerekçesiyle suçsuz bulundu.”

TÜRKİYE’DE HAKLAR HİÇE SAYILIYOR

ETUCE Avrupa Direktörü Susan Flocken de Türkiye’de sendikal hakların hiçe sayıldığını belirterek “Burada olağanüstü baskılara maruz kalıyorsunuz” diye konuştu. Flocken, Türkiye’deki öğretmenlerin mesleki özerkliğe ve akademik özgürlüğe sahip olmamalarının, gençlerin eleştirel düşünceye sahip yurttaşlar olarak yetişmesi önünde engel olduğunu ifade etti.

Türkiye’deki eğitim emekçileriyle aynı değerleri savunduklarını sözlerine ekleyen ETUCE Avrupa Direktörü, “Bu sempozyumdan da anlaşılacağı gibi kaliteli eğitime bağlılığınız devam ediyor. Herkes için kaliteli eğitim verilmesi, kamu yatırımlarının artırılması için mücadele ediyoruz. Demokratik yurttaşlık eğitiminin ve evrensel temel değerlerin geliştirilmesini arzu ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Flocken’in ardından söz alan Eğitim Enternasyonali Genel Sekreteri David Edwards da güçlü ve bağımsız sendikaların eğitimin şekillenmesinde söz sahibi nesillerin yetişmesi açısından önemli olduğunu söyleyerek “Öğretmenlerin eğitim iklimini değiştirmeye zorlamak öğrencilerin eğitim haklarını elinden almak anlamına gelir” diye konuştu. Birçok ülkede korku ikliminin yaygınlaştırıldığını ifade eden Edwards, özellikle öğretmen sendikalarının hedef alındığının altını çizdi. Edwards, demokrasinin önemini vurguladığı konuşmasında özetle şunları söyledi:

“Tüm dünyada demokratik haklar ve kurumlar aşındırılıyor, azınlıklara yönelik saldırılar oluyor. Eğer biz küresel sendika hareketiysek aynı değerleri paylaşıyoruz ve aynı otoriterliğe karşı duruyoruz. Sendikalar sadece özgürlük ortamında gelişir. Ancak otokratlar sadece kontrol edemedikleri sendikalardan korkmakla kalmaz, öğretmenlik mesleğinin kendisinde de korkarlar.”

BOZDOĞAN VE GEZEN DE SÖZ ALDI

Sempozyuma katılan Eğitim Sen Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri Özgür Bozdoğan, Öğretmenlik Meslek Kanunu hakkında yaptığı sunumla katılımcılara bilgi verirken KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen, OHAL sürecinde yaşanan antidemokratik uygulamaları anlattı.

İL ÖRGÜTLENMELERİ



Genel Kadın Sekreteri Özlem Toprak CİHAN, Antalya Bölge Şube Başkanı Seyfi TURAN ve Antalya Şube Mali Sekreteri Veysi DEĞİRMENCİ, Batman eğitim ve örgütlenme çalışmaları kapsamında; Batman İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İl Halk Kütüphanesi ve Müze Müdürlüğü çalışan ve üyelerini ziyaret ederek, bilgilendirme toplantıları yapmışlardır.

DEVLET OPERA VE BALESİ PERSONEL SERVİSLERİNİN KALDIRILMASI BASINDAN



Devlet Opera ve Balesi’nde 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi

Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde 250 sanatçı ve çalışanın kullandığı 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi.

20 Aralık 2018 Perşembe 13:15

Devlet Opera ve Balesi’nde 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi

Cumhurbaşkanlığı, dev araç filosuna rağmen 30 araçlık yeni personel taşıma ihalesi açarken Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde 250 sanatçı ve çalışanın kullandığı 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi.

Tüm kamu kumrularında uygulanacağı ifade edilen tasarruf tedbirlerinin dışında bırakılan Cumhurbaşkanlığı, araç filosunun yanı sıra 39 yeni otomobil kiralama ve 30 araçlık servis ihalesi açarken Ankara’daki sanatçıların servis araçları ellerinden alındı. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Ankara şubesinde yaklaşık 250 sanatçı ve personelin kullandığı servis araçlarının yüklenicisiyle olan sözleşmesini feshetti. Genel Müdürlük tarafından çalışanlara yapılan bildirimde, 19 araçtan oluşan servis filosu sözleşmesinin “bütçedeki tasarruf tedbirleri” kapsamında iptal edildiği, sanatçıların ve çalışanların bundan böyle kendi imkânlarıyla iş yerlerine gelip gideceği bildirildi.

’13 SERVİS ARACI YETER’

Bütçe ve krizin bahane edilerek personel servislerinin ellerinden alındığını ifade eden sanatçılar duruma tepki gösterdi. 19 servis aracının tamamen kaldırılmak yerine çeşitli durakların birleştirilebileceğini ve 13 servis aracıyla tüm çalışanların taşıma işlemlerinin yapılabileceğini ifade eden opera ve bale personeli, kararın geri alınmasını istedi. Sanat emekçilerinin servis hakkından vazgeçmeyeceğini ifade eden Kültür, Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Ankara Devlet Opera ve Balesi Binası’nda bugün bir açıklama yaparak kararı protesto edeceklerini bildirdi.

SENDİKASIZLIK ÖLDÜRDÜ!

3 madencinin yaşamını yitirdiği ikisinin de ağır yaralandığı maden cinayetindeki en büyük etkenin sendikasızlık olduğu belirtildi.

Zonguldak havasında  ruhsatsız olduğu ileri sürülen maden ocağındaki patlama sonucu üç madenci yaşamını yitirdi, ikisini ağır yaralı. Daha Ermenek’teki ‘oğlum yüzme bilmezdi, nasıl hayatta kalacak’ deyine nine hafızalarımzda tazeliğini korurken,  yürekler bir kez daha kavruldu. Maden sahibinin gözaltına alındığı cinayette asıl öldürücü etkenin ise denetimsizlik ve örgütsüzlük olduğu bir kez daha görüldü.
Genel Maden İş Başkanı Mehmet Demirci, eski başkan Eyüp Alabaş ve konuya ilişkin değerlendirme yapan Hak İş Başkanı Mahmut Arslan’ın ortaklaştığı nokta, madencileri, kontrolsüz özelleştirme, sendikasızlaştırma ve örgütsüzlüğün öldürdüğü.
Yüzde 1’den az
Ruhsatsız maden ocağında meydana gelen patlamayı değerlendiren işçi temsilcileri görüşlerini, “İnşaat ve maden başta olmak üzere birçok sektörde ölümlü iş kazaların önlemenin en önemli yollarından birisi sendikal örgütlülüktür. Örgütlü iş yerlerinde, toplu sözleşme düzeni olan iş yerlerinde iş kazalarında ölüm oranı yüzde 1’in altında. Ölümlü iş kazalarının yaşandığı iş yerlerinin yüzde 99’u sendikal örgütlülüğün olmadığı yerler” sözleriyle özetledi.
2002’de 68 bin olan özel sektör üretimi 2011’de 1 milyon tonu aştı. Son 15 yılda özel ve kaçak madenlerde yaşanan madenci ölümleri 500’ü aştı. Özel ve kaçak madenlerdeki ölümlü kaza oranları kamudaki madenlere oranla daha yüksek. Kâr hırsının ve kamunun denetimsizliğinin yol açtığı ölümlerdeki en büyük etken ise AKP’nin 2004’te maden yasasında yaptığı değişiklik. Sonrasında zorunlu sigorta ve iş ve işçi sağlığı yasaları çıksa bile yetersiz denetimler ölüme yol açıyor.
Üretim hızla kamudan özel sektöre kaydınlırken işçiler iki ölümden birine zorlanıyor. Maden işçileri ne göre “Ya madende kazada ölecek ya da işsiz kalacak, açlıktan öleceğiz.” dedi.

Her gün 4 kişi cinayete kurban
Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, evine ekmek götürme derdindekilerin iş kazalarında hayatını kaybetmesinin Türkiye’ye yakışmadığını ifade etti. “Biz ülke olarak bunu hak etmiyoruz. Maalesef her gün dört kişi iş kazalarında ölmeye devam ediyor. Buradan çağrı yapıyorum, gelin bu konuyu bir zihniyet konusu olarak görelim. Çünkü, bir şeylerin eksik ve yanlış olduğu ortada” dedi.

KÜLTÜR SANAT SEN olarak yaşamlarını yitiren madencilere rahmet,sevenlerine ve ailesinde başsağlığı diliyoruz.

22 Kasım 2018 cumhuriyet gazetesi Olcay Büyüktaş

“YOKSULLAŞMAYA,İŞSİZLİĞE,GÜVENCESİZLİĞE KARŞI BİRLİKTE MÜCADELEYE”

“Yoksullaşmaya, İşsizliğe, Güvencesizliğe Karşı Birlikte Mücadeleye” şiarıyla bugün saat 14.00’da startını İzmir Gündoğdu Meydanı’nda verdiğimiz bölge mitinglerimizin ilki emek-meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerin katılımıyla soğuk ve yağmurlu havaya rağmen coşkuyla gerçekleşti. Miting, 10 Ekim katliamında hayatını kaybeden barış güvercinlerimiz nezdinde emek ve demokrasi mücadelesinde hayatını kaybedenlerin anısına saygı duruşuyla başladı.

Miting, saygı duruşunun ardından ihraç edilen üyelerimiz için sahneye “GERİ DÖNECEĞİZ” diyerek çıkan üyelerimizin ardından, ekonomik ve sosyal krize ilişkin yapılan açıklamalarla devam etti. Ardından Yürütme Kurulumuz adına Eş Genel Başkanımız Aysun Gezen miting konuşmasını gerçekleştirdi.

Genel Başkanımızın İzmir Mitingi konuşması aşağıdadır.
“Yoksullaşmaya, İşsizliğe, Güvencesizliğe Karşı Birlikte Mücadeleye”

Merhaba!  İnsanca bir yaşam mücadelesinde tek sermayesi emeği, alın teri olanlar,

Merhaba! Gelmiş geçmiş bütün değerleri yaratan, gelecek güzel günlerin filizlerini ellerinde, yüreklerinde, beyinlerinde taşıyanlar,

Merhaba! “Bu sömürü düzenine itirazımız var, bu düzenin yarattığı krizin faturasını ödemeyeceğiz” diyen işçiler, kamu emekçileri, emeklikler, gençler, kadınlar merhaba..

Emek ve demokrasi mücadelesinde her zaman yan yana omuz omuza olmaktan gurur duyduğumuz dostlarımız merhaba, hoş geldiniz.

Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Dünyanın ve yurdun neresinde olursa olsun yüreği aydınlık bir gelecek için çarpanlara buradan, İzmir Gündoğdu Meydanı’ndan, emeğin kürsüsünden selam gönderiyoruz.

Selam olsun!  Sabahın sahiplerine.

Selam olsun! Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi verdikleri için OHAL KHK’leri ile sorgusuz sualsiz işinden, ekmeğinden edilen, kamu emekçileri mücadelesinin yüz akı KESK’lilere.

Selam olsun! Flormardan Cargille, TARİŞ’ten 3. Havalimanına yurdun dört bir yanında işi için, ekmeği için, çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak için direnenlere.

Sömürü, talan, yağma ve baskı düzenine kitap ile iş ile tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile direnenlere bin selam olsun..

Değerli Dostlar,

Hayatımızın her hücresine nüfuz eden bir ekonomik krizle karşı karşıyayız.

Siyasi iktidar “kriz miriz yok hepsi manipülasyon” dese de Ali Cengiz oyunları ile çarpıtılan resmi enflasyon ve işsizlik, gelir dağılımı verileri, üst üste yenilenmek zorunda kalan büyüme, enflasyon, işsizlik hedefleri bile ülkede yaşanan krizi teyit ediyor.

1980 askeri darbesi ile hayata geçirilen ülkeyi ucuz emek cennetine çevirerek uluslararası mali sermayenin yağmasına açan, tamamen borçlanmaya, dış finansmana, ranta, spekülasyona, betonlaşmaya dayalı ekonomik model hızla çöküyor.

Sadece Türkiye değil, emperyalistlerin dayattığı neoliberal politikaları hayata geçiren tüm çeper ülkeler krizle sarsılıyor. Merkezinde yaşadığı her krizi çeper ülkelere ihraç ederek soluklanan emperyalist kapitalist sisteme bağımlık derecesi yaşanan sarsıntının şiddetini belirliyor.

Yıllardır iktidarlarda olanların ısrarla sürdürdüğü neoliberal politikalar sonucunda her alanda dışarıya bağımlı hale getirilen, küresel kapitalizm her hapşırdığında nezleye yakalanan, her yabancı sermaye hareketinde fındıkkabuğu gibi sallanan bir ülkeye dönüştürülen Türkiye’de kriz daha derinden hissediliyor.

Gittikçe derinleşen kriz faizden, ranttan, sömürüden beslenen %1’lik asalak takımının dışında kalan %99 olarak hepimizin yaşamını alt üst ediyor.

İğneden ipliğe her şeye ardı ardına gelen zamlar devam ediyor. Kriz bahanesi ile sadece işten çıkarmalar, ücretsiz izinler artmıyor. Angarya çalışma, mesai ve nöbet ücreti ödememe gibi uygulamalar da gittikçe artıyor. İflas eden, kepenk kapatan, konkordato ilan eden firmalara her gün onlarcası ekleniyor. Sağlıkta acil durumlar dışında malzeme kullanılmasını engelleyen sözüm ona ‘tasarruf tedbirleri’ ile hayatımız tehlikeye atılıyor.

Değerli dostlar, bugün temel sorun krizin faturasının kim tarafından ödeneceği sorunudur. Ülkeyi yönetenler her zaman olduğu gibi bugün de yaşanan krizin faturasını ücretli kesimler başta olmak üzere yoksul halkın sırtına yıkmayı hedefliyor.

Ülkede yaşanan krizin faturası sömürü, talan, yağma ve baskı düzeninden beslenen %1’e değil,  bu düzenin mağduru olan %99’a kesilmek isteniyor.

Bunun için;

Ülkeyi uçurumun kıyısına getiren “yeni meni olmayan” neoliberal politikaların tekrarından ibaret planlar-programlar hala çare olarak gösteriyorlar.

Açıkladıkları her paketten, mecliste görüşülmeye devam edilen bütçe yasa tasarısından yabancı tekeller başta olmak üzere büyük sermayeye yeni vergi indirimleri, teşvikler çıkıyor. En temel ihtiyaç maddelerinin %50 zamlandığı koşullarda göstermelik olarak yapılan %10 indirim kampanyasını “enflasyonla topyekün mücadele” diye yutturmak istiyorlar.

En önemlisi, kriz emeğe yönelik saldırıların fırsatı haline getiriliyor. İşçilerin kıdem tazminatının fonla, kamu emekçilerinin iş güvencesinin son kırıntılarının esnek, performansa dayalı çalışmayla, kamusal emeklilik ve sosyal güvenlik hakkımızın ise üç yıl süreli zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ile yok edilmesi hedefleniyor.

Değerli Dostlar,

KESK olarak “Krizin Bedelini Emekçiler Değil, Krizi Yaratanlar Ödesin” kampanyamızın broşüründe tüm emekçilere basit bir soru sorduk. Ben aynı soruyu sizlere sorarak cevabınızı duymak istiyorum.

Ailenizle birlikte bir restorana gittiğinizi düşünün. Sınırlı bütçenize bakıp menüden en düşük fiyatlı yemekleri sipariş veriyorsunuz. Restoranın en manzaralı bölümünde, en büyük masada oturanlar garsonu çağırıp “ne var ne yoksa getir, donat masayı” diyorlar. Tıksırıncaya kadar yiyor içiyorlar. Sonra restoran sahibi ile tokalaşarak çıkıp gidiyorlar. Biraz sonra siz de hesabı istiyorsunuz. Önünüze bol sıfırlı bir hesap geliyor. “Bu hesap bizim değil, biz sadece bir çorba içtik” diye itiraz ediyorsunuz. Garsonla tartışmanız devam ederken restoran sahibi geliyor. “Hesapta bir yanlışlık yok. Az önce kalkan masanın hesabını da sizin hesaba ekledik. Tamamını siz ödeyeceksiniz” diyor.

Değerli dostlar siz bu hesabı öder misiniz?

Dostlar, ne yazık ki bizler bu ülkenin emekçileri ve yoksullaştırılmış halkı olarak yıllardır sömürü ve yağma düzeninden beslenenlerin faturasını ödedik. Ödemeye de devam ediyoruz.

    Birbirinin kopyası, toplumsal cinsiyet eşitliği körü bütçelerde, adaletsiz vergi sisteminde fatura hep bize kesildi.
    Hepimizin birikiminin ürünü KİT’lerin yok pahasına satılmasında, özelleştirilmesinde fatura bize kesildi.
    Geçsek de geçmesek de hazine garantisi verilen köprülerin, otoyolların, hizmet alsak da almasak da ‘müşteri’ olarak görüldüğümüz devasa şehir hastanelerinin faturası bize kesildi.
    Piyasaya açılarak tasfiye edilen kamunun tüm yükünü omuzlarımıza yıkan, güvencesizliği yayan her adımda faturanın adresi yine biz olduk.
    Gerekli önemler alınmadığı için Soma’dan Ermenek’e, Torunlar’dan 3. Havalimanı’na, tersanelerden limanlara, madenlerden inşaatlara kadar göz göre göre davetiye çıkarılan iş cinayetlerinde fatura bize kesildi.
    Ekmek kadar ihtiyacımız olan demokrasinin, hukukun, adaletin, barışın sağlandığı bir ülke özlemimizi bastıran, hak arama yollarımızı kaptan güvenlikçi politikalarla, insan hakları ihlalleriyle, darbelerle, sıkıyönetimle, KHK’lerle OHAL’le, OHAL’i kalıcı hale getiren otoriter baskıcı rejimle fatura hep bize kesildi. İsyan etmemizi, değiştirmemizi engellemek, şükür pedagojisiyle bizi teslim almak için dinselleşme seferber edildi.
    Sendikal hak ihlalleri ile OHAL-KHK’leriyle, sorgusuz sualiz ihraçlar, açığa almalar, sürgünlerle fatura hep bize kesildi.
    Kocaya, babaya, ağabeye, eşe, sevgiliye bağımlı kılınan, “çalışırsanız erkekler evlenip kendisine bakacak kadın bulamaz” diyerek ekonomik bağımsızlığı elinden alınmak istenen, tüm bakım yükü sırtına yüklenen, özne bile sayılmayan, üretim ve yeniden üretim emeği sömürülen, hiçe sayılan, işsiz bırakılan biz kadınlara en ağır fatura çıkarıldı.
    Doğayı talan eden, yaşam alanlarımızı yok eden ranta dayalı betonlaşmanın, çarpık kentleşmenin faturası bize kesildi.

Değerli Dostlar,

Bugün bu faturaların bedelini, dişimizle tırnağımızla verdiğimiz mücadeleyle kazandığımız tüm haklarımızın, kazanımlarımızın teker teker elimizden alınmasıyla, işsizlikle, yoksullukla, güvencesizlikle ödemeye devam ediyoruz.

Tüm bunlara rağmen bugün karşımız geçip ‘hepimiz aynı gemideyiz, milletçe fedakarlık yapma zamanı’ nutukları atanlara sesleniyoruz.

Evet, hepimiz aynı gemideyiz. Ancak biz yıllardır emeğimizin karşılığını almadan, kazan dairesinde kölece çalışarak geminin yol almasını sağlarken birileri o geminin özel kamaralarında lüks bir hayat sürdü. Biz yoksullaşırken onlar gemiciklerine yenilerini ekledi. Bizim güverteye çıkıp bir nefes almamız bile çok görüldü.

Bu gemi hala ayakta ise bizim sayemizde ayakta. Biz bu geminin yol alması için işimizden, ekmeğimizden, canımızdan fazlası ile fedakarlıkta bulunduk. İktidarların bir müptela gibi vazgeçmediği neoliberal politikaların faturasını fazlası ile ödedik. Bizim bu düzene borcumuz yok. Tam tersine yıllardır hep kaybedenler olarak alacağımız var.

Ülkede yaşanan krizin faturasının kesileceği doğru adres “ülkeyi şaha kaldıracağız” deyip uçurumun kıyısına sürükleyen neoliberal politikalarda ısrar edenler ve bu politikalardan nemalanarak küplerini dolduran, her krizden büyüyerek çıkan %1’dir.

Biz bu ülkenin emekçi kesimleri, yoksullaştırılan halkı olarak artık nefes almak istiyoruz. Başkalarının donattığı masanın hesabını ödemeye, %1’in yarattığı krizin faturasının %99’a yıkılmasına artık yeter diyoruz. Bu gemide herkesin eşit, özgür bir biçimde barış ve huzur içinde, insanca yaşamasını istiyoruz.

Bunun için;

   * Elektrik, doğalgaz, su, akaryakıt, ekmek, toplu taşıma gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamların geri alınmasını, zam yapılmamasını,
   * Tüm yükü emekçilerin sırtına yıkan vergi adaletsizliğine son verilmesini,
    *Kriz bahanesi ile yaşanan işten çıkarmalara, ücretsiz izinlere son verilmesini,
    *Rekor üstüne rekor kıran enflasyon karşısında başta asgari ücret olmak üzere ücretlerimizde-maaşlarımızda yaşanan erimenin gerçek enflasyona göre satın alma gücümüzdeki azalma ve ekonomik büyüme oranları dikkate alınarak telafi edilmesini,
   *Hem Yeni Ekonomi Programındaki hem de Merkez Bankasının yenilediği enflasyon hedefleri ile hükmünü çoktan yitirdiği tescillenen toplu sözleşmenin derhal yenilenmesini,
   * Kamuya alımlarda eşitsizliği artıran, torpilin, kayırmanın, kadrolaşmanın önünü açan mülakat, sözlü sınav, güvenlik araştırması ve arşiv kaydı uygulamasına son verilmesini,
   * Emeğin haklarını yok eden KHK’lerin iptal edilmesini,
   *OHAL KHK’ları ile herhangi bir hukuki delil ve mahkeme kararı olmadan işinden ekmeğinden edilen tüm kamu emekçilerinin işine iade edilmesini,
   *Kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına son verilmesini,
   *Kadınların sürekli, güvenceli işlerde istihdam edilmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçe hakkının hayata geçirilmesini,
   * Herkese güvenceli iş ve güvenli gelecek sağlanmasını istiyoruz.

Bu talepler sadece burada bulunanların değil, krizin faturası yıkılmak istenen milyonların, %99’un talepleridir.

Değerli dostlar, bizim sesimizi duymamakta ısrar edenlere buradan hep birlikte güçlü bir şekilde cevap verelim mi?

Kamu emekçileri, işçiler, emeklikler, asgari ücretliler, gençler, kadınlar hepinize soruyorum.

Siz hiçbir payınızın olmadığı bu krizin faturasını ödeyecek misiniz?

Bu cevap sadece İzmir Gündoğdu Meydanı’nın değil, milyonların, %99’un cevabıdır.

 

Değerli Dostlar,

Sözlerimizi tamamlarken; insanca bir yaşam, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelemizin önündeki engelleri aşmanın tek yolunun emek karşıtı, sermaye dostu düzenin değişmesinden geçtiğini vurguluyoruz.

Hepimiz biliyoruz ki yüzünü sermayeye sırtını emekçilere dönen bu düzen kendiliğinden değişmeyecek.

Üzerimize çöken karanlık bulutları dağıtarak emeğin, barışın, kardeşliğin dünyasını yakınlaştıracak, laik, demokratik bir ülkeyi kuracak yegane güç bizleriz. 

Emeğimizi hedef alan saldırıların dalga kıranı bizleriz. Emeğin birliği ve halkların kardeşliği için, bilimden yana, aydınlık bir gelecek için umut biziz.

Yeter ki, kol kola omuz omuza olalım. Yeter ki dünyanın en büyük ailesi olarak bizi bölmeyi, parçalamayı hedef alan oyunları boşa çıkaralım, birbirimize daha fazla kenetlenelim.  

Yeter ki, yaşadığımız bu güzelim ülkeye özlenen baharı, beklenen aydınlığı getirmek için birlikte mücadele edelim.

Hepinizi KESK Yürütme Kurulu adına tekrar sevgi ve dostlukla selamlıyorum.

Hoşça kalın, umutla kalın, mücadele ile kalın…

YÜRÜTME KURULU

SENDİKAMIZ ve EMEK ÖRGÜTLERİ İŞ CİNAYETLERİNİ PROTESTO ETTİ

SİRKECİ’DE, tarihi Büyük Postane binasının restorasyonunda, restoratör olarak çalışan 23 yaşındaki Dilek Dayar’ın iskeleden düşerek hayatını kaybetmesi protesto edildi. KÜLTÜR SANAT SEN MYK üyeleri Özlem Toprak Cihan ve Ramazan Özak’ın da hazır bulunduğu basın açıklamasında; Çalışma yaşamında iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli hassasiyetlerin gösterilmemesinin insan yaşamının sonlanması ile sonuçlandığı vurgulandı. İnsan yaşamının kültürel varlıklarından daha az değerli olmadığı ve İnsan hayatının kaybetmeden de kültürel varlık ve tarihi eserlerimizin gereken hassasiyetle korunacağına dikkat çekildi.

KESK’e bağlı KÜLTÜR SANAT-SEN, Haber-Sen 4 No’lu Şube, DİSK/Dev Yapı-İş ve Limter-İş, İnşaat-İş, Tüm Restoratörler ve Konservatörler Derneği, Ekmek ve Onur İşçi Derneği ve Newal Der adına Büyük Postane binası önünde yapılan açıklamayı Kültür Sanat-Sen İstanbul Şube Yöneticisi Buket Kafadar Son okudu.DİSK başta olmak üzere, bazı işçi sendikalarına üye bir grup eylemci Sirkeci’de bulunan Büyük Postane önünde toplandı. DİSK’in organize ettiği ve ikincisi gerçekleştirilen eyleme, hayatını kaybeden Dayar’ın ailesi de katıldı. Eylemciler, ‘Kaza, kader değil, iş cinayeti’ ‘Önce insan sonra kültür varlığı’ ‘Artık ölmek istemiyoruz” şeklinde sloganlar attı. Polis ekipleri, protesto sırasında çevrede yoğun güvenlik önlemi aldı.

          ‘Bütün bu yaşanan ölümler kaza değildir, kader değildir, önlenebilir ölümlerdir’ diyen DİSK Genel başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptığı açıklamada ” Değerli arkadaşlar bugün Türkiye’de her gün ama her gün hayatını kazanmaya çalışırken hayatını kaybeden dört, beş arkadaşımızın olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bütün bu yaşanan ölümler kaza değildir, kader değildir, önlenebilir ölümlerdir. O nedenle de açıkça cinayettir. Biz biliyoruz ki Dilek arkadaşımızın ve kaybettiğimiz diğer tüm arkadaşlarımızın katili bir madende yerin yedi kat dibine giren işçinin hayatıyla oradaki kazma sapı arasında veya bir inşaatın çatısına çıkan işçinin yaşamıyla oradaki bir asansör vidası ya da iskele tahtası arasında hiç ama hiç bir fark görmeyen sermaye zihniyetidir” şeklinde konuştu.

KAZA DEĞİL, KADER DEĞİL İŞ CİNAYETİ

    Sirkeci Büyük Postane binası restorasyon çalışmasında yüklenicinin güvenlik ihmalleri sebebiyle, genç restoratör Dilek Dayar iskeleden düşerek hayatını kaybetmiştir. İş cinayetlerinin şimdiye dek bizim mesleki alanımızdan uzakta işleniyor olması sıranın bize gelmeyeceği anlamını taşımıyor.

Sirkeci Postanesi’nde yaşanan iş cinayetini UNUTMAYACAĞIZ VE UNUTTURMAYACAĞIZ. KESK Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası olarak 5 Ağustos 2018, Pazar günü Saat 15 00 da protesto ve basın açıklaması için Sirkeci Postanesi önünde toplanıyoruz.

ENFLASYON %9,17 MAAŞ ARTIŞ ORANI %8,67

Henüz bir yıl üzerinden geçmemiş olmasına rağmen Yetkili Konfederasyon ve İş kolu sendikalarının Toplu İş Sözleşmesini nasıl bir öngörüsüzlükle imzalanmış oldukları ortaya çıkmıştır.

4.Dönem Toplu İş Sözleşmesi gereğince 2018 ikinci altı aylık maaş artış oranı %3,5’dir.

Tartışmalı enflasyon sepeti verilerine göre 6 aylık enflasyon oranlarının %9,17 olduğu ekonomik şartlarda emekçilere %8,67’lik bir oranın lütuf olarak sunulması ve tüm basın yayın organlarından haberleştirilmesi mutfaktaki yangını gizleyemeyecektir.Neden 6 aylık enflasyon %9,17 iken maaş artış oranı %8,67’dir?

Ayrıca yılın ikinci 6 ayında VERGİ DİLİMİ ’ne girilmesinden dolayı Gelir Vergisi oranının artması ile ayrıca emekçilerin maaşlarında kesintiler yapılmaktadır.

TÜİK’in altı aylık enflasyon rakamlarını açıklaması ile Kamu görevlileri ile emeklilerin aylıklarına 2018’in ikinci 6 aylık dönem için yapılacak maaş artış oranı netleşti.

4.Dönem Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine göre 2018 yılının ilk altı aylık dönemine ilişkin enflasyon artış oranı %4’ten fazla çıkan kısmı 1 Temmuz 2018 tarihi itibari ile yapılacak %3,5 oranındaki maaş zammına eklenecek.

Bu gün açıklanan Haziran 2018 ayı enflasyon rakamlarına göre, Altı aylık enflasyon artışı %9,17 olarak gerçekleştiğinden, %4’ten fazla çıkan %5.17’lik kısım maaşlara enflasyon farkı olarak yansıyacaktır.

1 Temmuz 2018 tarihinden geçerli maaş zammı oranı %3,5+%5,17=%8,67 olacak

BASINA ve KAMUOYUNA

24 Haziran seçimleri sonrası yaşadığımız rejim değişikliği neticesinde yayınlanan 703 numaralı KHK ile Kamu’daki pek çok kurum ile birlikte Sanat Kurumları’nın kanunlarında ve teşkilat yapılarında da sistemsel değişiklikler yaşanmaktadır. 

703 nolu KHK ile kurum vasıfları ortadan kaldırılan, Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlükleri’nin, 704 nolu KHK ile  “tüzel kişiliğe haiz özel bütçeli kurumlar” olarak yeniden kurulmalarına rağmen belirsizlikler halen devam etmektedir. Tüzel kişilik olmaları dolayısıyla, hukuki bir zorunluluk sayılan, “Genel Müdür’ün atanması” konusu ve “atanacak Genel Müdür’de aranacak nitelikler” belirtilmeyerek yaratılan kafa karışıklığı da ayrıca soru işaretlerini doğurmaktadır. 

İkinci bir konu, Devlet Tiyatroları için söz konusu kararnamede “Bir Genel Müdür ile yönetilir. ” denmesine rağmen, Devlet Opera ve Balesi için aynı tanımlamanın yapılmamasıdır.

Yasa incelendiğinde, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün kurullarından biri olan “Teknik Kurul” un çalışma biçimi anlatırken “Genel Müdür ve Müdür Yardımcıları’ndan birinin başkanlığında toplanır. ” şeklinde bir ibare konmasının artık bazı düzenlemelerin plan dahilinde yapılmaktan çok, eski yasalardan kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlandığı düşüncesini uyandırmaktadır. 

Her halükarda Genel Müdür olmak için aranan şartların en önemlilerinden biri olan, “15 yıl görev yapma ve alanında başarılı olma” kriteri de kaldırılmıştır. Genel Müdür atamasında, atanacak kişinin bu alanlarda “başarılarıyla tanınmış, eser veren besteciler ve yazarlar, ilgili sanat dallarında temayüz etmiş yönetmenler ya da akademik kariyer sahibi kişiler olması” koşulları bir kenara itilmiştir. Devlet kadrosunda beş yıl çalışan bir kişinin, alanla ilgi bilgi birikimine ve liyakatına bakılmaksızın Genel Müdür olarak atanabilmesinin önü açılmıştır. Söz konusu kurumlarda Genel Müdürler sadece ita amiri vazifesini değil “Genel Sanat Yönetmeni” görevini de yerine getirmektedir. Dolayısıyla sanatçıların gözünde liyakat sahibi olmayan bir Genel Müdür ya da yönetici kurul bu kurumlarda erozyona neden olacaktır. 

Buna benzer bir durum senfoni orkestralarının yasasından 5., 6. ve 8. Maddelerinin kaldırılmasıyla Şef ve Şef Yardımcıları’nda aranacak niteliklerin ortadan kaldırılması ve genel koşullar dışında koşul aranmayacağı yönünde değiştirilmiş olmasıdır. 

Çalışanların istihdam koşulları ve özlük hakları konusu da belirsizliğe itilmiştir. Genel Müdürlükleri kimin yöneteceği konusu ile birlikte kurumların olmazsa olmazı yerli ve yabancı sanatçı alımı ve ataması konularında da bir hükme yer verilmemiş, mesleki yaş haddini dolduran sanatçılar ya da yıllardır açılmayan kadro sınavları sebebiyle güvencesiz ve bir yıllık kurum sözleşmesiyle çalıştırılan SSP’lilerin de (Süreli Sözleşmeli Personel)  akıbetinin ne olacağı, nasıl çalıştırılacağı, kadro verilip verilmeyeceği konuları an itibariyle muğlak kalmıştır. Yıllardır açılmayan-açılamayan sanatçı kadrosu sınavları nedeniyle genç nesilin bu kurumlarla olan organik bağı zayıflamakta, kurumların sürekliliğinin güvencesi  zedelenmekte ve bölge teşkilatlarının geleceği tehlikeye düşmektedir. 

Yürürlükten kaldırılan kuruluş yasalarının personel yasasına dönüştürülmesi çalışanların maaş ve özlük haklarının korunması amaçlı yapılmış gibi görünse de bu noktada da ciddi çelişkiler ve belirsizlikler mevcuttur. 703 nolu KHK ile kapatılan kurumların personelinin diğer kurumlara dağıtımı ön görülmektedir. Ayrıca “703 KHK’nın 524. Maddesinde bakanlıklara bağlı ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlar kendi kanunları ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerindeki hükümlere tabidir. ” denmektedir.

1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Kararname’de tanımlanmış olan “Kültür Ve Sanat Politikaları Kurulu” ve bu kurulun görev ve yetki alanlarının tanımlandığı ilgili maddelerinden de anlaşılacağı üzere genel politika ve işleyişin belirleyicisi, kurulun kendisi olacak gibi görülmektedir.    

Tüm bu değerlendirmeler ışığında;

703 nolu KHK ile kaldırılan sanat kurumları yasalarının, 704 nolu KHK ile tekrar gündeme gelmesi yalnız uygulanabilirlik açısından havada kalması sebebiyle yasa yapıcıların, bu işin ehli, alanda örgütlü sanat meslek örgütleri, sendikalar ve akademinin de görüşü alınarak, yasaların bir çalıştay yapılması suretiyle yeniden düzenlenmesini gerekmektedir. Sendikamız ve alanda çalışan Sivil Toplum Örgütleri bu kurumların daha işlevli  çalışabilmesi için hazırladıkları raporları gerek kamuoyu gerek kurum yöneticileri ve Kültür Bakanlığı yetkilileriyle defalarca paylaşmıştır. Mali, idari ve sanatsal özerklik bu kurumlar için vazgeçilmezdir. Yapılması gereken bu kurumların yasalarını ve teşkilat yapılarını bozmak değil, güçlendirmektir. Bütçeden aldıkları cüzi paya oranla dünya çapında sanat üreten ve %90 oranlarında seyircinin ilgisine mazhar olan bu kurumlar kapatılmamalı, kanunları ve kaideleri bozulmamalı ve hak ettikleri saygınlığa tekrar kavuşturulmalıdır. Liyakat sistemine dayalı bir yönetim anlayışı ile özgür ve demokratik bir yapı bu kurumların ve sanat emekçilerinin evrensel hakkıdır. 

Mesleki yaş haddini doldurmuş yalnız zor emeklilik koşulları dolayısıyla emekli olamayan sanat emekçilerinin mağduriyetleri giderilmeli ve artık maaşa dönüşmüş ve üzerinden gelir vergisi bile kesilen teşvik ve ikramiyenin maaşlara yansıtılması yoluyla emeklilik hakkı kazandırılmasının önü açılmalıdır. 

657 sayılı DMK’nın ek geçici 14 maddesine dayanarak ödenmesine karar verilmiş emekliliğine beş yıl kalana %30 beş yıldan fazla kalana % 50 fazla ödenmesi planlanan özendirme ikramiyelerinin de bu sorunu çözmeyeceği  ayrıca bilinmelidir.

Demokrasi ve demokrasi kültürünün, empati yeteneği ve estetik gelişmenin temel güvencesi olan sanat kurumları, kendi repertuvarını yapma, bu eserleri özgürce sergileme ve yönetsel konularda demokratik karar alma yeteneklerini daha da geliştirerek toplumla bütünleşmelidir. Bunun önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. İş güvencesi olmayan bir alanda gençlerin sanat eğitimine yönlendirilmesi imkansız hale gelecektir. Dolayısıyla sahne sanatlarının devlet eliyle güvence altına alınması toplumun genel yararı adına vazgeçilmez önemdedir. Yarınımızın güvencesi ve “toplumun hayat damarı” sanat kurumları ancak işte bu özgürlük prensibiyle var olabileceklerdir. Aksi tavır ve düzenlemeler bu kurumları birer boş tabela, birer personel havuzu ve çadır tiyatrosu pozisyonuna hapsedecektir.

ADİL SEÇİM MOBİL UYGULAMASINI İNDİREBİLİRSİNİZ!

24 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçiminde sandık güvenliğinin etkin bir şekilde sağlanması için Konfederasyonumuzun da bileşeni olduğu “Adil Seçim Platformu’nun” adil seçim mobil uygulaması indirilebilir: https://adilsecim.net/ YAYGINLAŞTIRALIM !

app store için: https://itunes.apple.com/tr/app/adil-se%C3%A7im/id1381485265?mt=8

google play için: https://play.google.com/store/apps/details?id=com.adilsecim.android

EMEK DÜNYASI TEMSİLCİLERİ İLE BULUŞMA

Genel Başkanımız Ferahi VARDAL,Genel Mali Sekreterimiz Ramazan ÖZAK ve İstanbul Bölge Şubesi Örgütlenme Sekreteri Ali ELEMAN, 5 Haziran 2018 Salı Günü saat 15:00’de Şişli Otelde gerçekleşen EMEK DÜNYASI TEMSİLCİLERİ İLE BULUŞMADA toplantısına katılımda bulunulup sendikamızı temsil etmişlerdir.Toplantının düzenleyicisi ana muhalefet partisi temsilcilerine Kültür Sanat Hizmet kolu ile ilgili çözüm önerilerini içeren dosyamız iletilmiş ve ayrıca emek dünyasının diğer temsilciler ile görüş alışverişinde bulunulmuştur.

DT KOORDİNASYON DEĞERLENDİRME TOPLANTISI

Genel Eğitim Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Sekreteri Murat ÇİDAMLI, Ankara Bölge Şube Başkanı Çetin TAŞ , iş yeri temsilcileri Murat TANGAL ve Kazım KERİMOĞLU; 1-2 Haziran 2018 tarihlerinde yapılacak olan Devlet Tiyatroları Koordinasyon toplantısı nedeniyle ön çalışma için, Devlet Tiyatrosu Atölyelerinde kadın terzihanesi ve marangoz atölyesinde üye ve çalışanlarla görüşme gerçekleştirmişlerdir.

Olağan Üstü Genel Kurul Çağrısı

Kültürsanatsen

Genel Merkez Olağanüstü Genel Kurulu 06.05.2018 tarihinde saat:10.00’da Meşrutiyet Mah. Konur 2 Sokak 43/8 Kızılay/Ankara adresinde aşağıda sunulan gündemle yapılmasına çoğunluk sağlanamadığı taktirde 2. toplantının 13.05.2018 tarihinde saat:10.00  Ankara plaza hotel  Kavaklıdere mh. Bestekar sk. No:5  Çankaya/Ankara adresinde adresinde aşağıdaki gündemle yapılmasına  karar verilmiştir.

Gündem

1/Yoklama açılış

2/Saygı. Duruşu

3/Divan seçimi

4/Açılış konuşması

5/Çalışma ve mali raporun okunması ve görüşülmesi

6/Çalışma ve mali raporun aklanması

7/Denetleme ve disiplin raporlarının okunması görüşülmesi

8/Denetleme raporunun aklanması

9/Seçimler Genel Merkez Yönetim, Denetleme, Disiplin kurullarının asil ve yedek üyelerinin seçilmesi.

Gündem

Genel Merkez Olağanüstü Genel Kurulu 06.05.2018 tarihinde saat:10.00’da Meşrutiyet Mah. Konur 2 Sokak 43/8 Kızılay/Ankara adresinde aşağıda sunulan gündemle yapılmasına çoğunluk sağlanamadığı taktirde 2. toplantının 13.05.2018 tarihinde saat:10.00  Ankara plaza hotel  Kavaklıdere mh. Bestekar sk. No:5  Çankaya/Ankara adresinde adresinde aşağıdaki gündemle yapılmasına  karar verilmiştir.

KÜLTÜR, SANAT VE TURİZM EMEKÇİLERİ OLARAK TALEPLERİMİZİ KARARLILIKLA SAVUNACAĞIZ!

Kültür, Sanat ve Turizm Emekçileri olarak Taleplerimizi Kararlılıkla Savunacağız!

OHAL’le birlikte hukuk devleti ilkelerinin yerle bir edildiği, yargılama süreçleri yaşanmadan çalışanların hukuksuzca açığa alındığı yada ihraç edildiği, sendikal faaliyetlerin engellendiği en demokratik eylemlerin bile şiddetle bastırılmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Kamuda liyakatsiz atama ve görevde yükselmelerin sınır tanımaz hale gelirken, kamu emekçilerinin maddi ve özlük haklarının yeterince dillendirilmediği bizim için en önemli konu olan iş güvencesinin gündeme dahi alınmadığı bir toplu iş sözleşmesi sürecinden geçiyoruz.

Hükümetin “kendine ve darbecilere” karşı ilan ettiği ve günlük yaşamda farkın hiçbir şekilde hissedilmeyeceğini söylediği OHAL yaşamlarımızı her anlamda olumsuz etkilemiştir.Asıl darbecilerle mücadele etmek yerine darbeyi sanki kamu emekçileri yapmış gibi bir algı yaratılarak işten atmaların meşrulaştırılması zaten sınırlı olan iş güvencesinin fiilen kaldırıldığı anlamına gelmektedir.

Daha önce yapılan iki toplu sözleşmeden ulaştığımız pratikle gördük ki toplu sözleşmeler kamu emekçileri lehine sonuçlanmıyor. İnsanca yasayabileceğimiz bir ücret ve geleceğe güvenle bakabilmemizin tek koşulu olan iş güvencesinin korunmasını için hükümet güdümünde değil gerçek sendikalarla gerçek bir toplu sözleşme yapılması gerekmektedir. Bu koşulların sağlanabilmesi ise kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki yasal ve fiili engellerin kaldırılmasından geçmektedir.

Kültür Sanat Sen olarak 2018-2019 yıllarını kapsayacak olan toplusözleşme sürecinde temel taleplerimiz;

 OHAL’in kaldırılmalı ve KHK’lar ile hukuk dışı bir şekilde ihraç edilen ve açığa alınan emekçiler işlerine iade edilmelidirler.

İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü düzenleme iptal edilmelidir. Başta sanat kurumlarındaki misafir sanatçılar olmak üzere güvencesiz çalışma biçimlerine ve esnek çalışma uygulamalarına son verilmeli ve 4b’den 4a kadrosuna geçirilen sanatçılar idari sözleşme ile istihdam edilmelidir.

Geçmiş toplusözleşmede %11’lik resmi enflasyon farkının hesaplamaya katılmaması ile TL’de yaşanan %18lik değer kaybının satın alma gücümüzde yaratığı düşüş net bir şekilde hesaplanarak taban aylığa yansıyacak şekilde verilmelidir.

Yılın ikinci yarısından itibaren ciddi gelir kaybına sebep olan artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilmeli ve gelir vergisi oranları düşürülmelidir.

Yapılan ek ödemelerin hepsi temel ücrete ve emeklilik hesaplamasına dâhil edilmelidir.

Angarya ya son verilmeli ve fazla mesai ücretlendirilmelidir

Sanatçı ve teknik personelin;

Ek gösterge oranları artırılmalı, ikramiye ve teşvikleri ödemeleri gelir vergisinden muaf tutulmalı ve fiili hizmet zammı verilmelidir. Halen uygulanmakta olan performans kriterleri kaldırılmalı veemeklilik yaş haddi düşürülmelidir. 

Merkez ve taşra teşkilatında görevli; 

Arkeolog, müze araştırmacısı, kütüphaneci, folklor araştırmacısı heykeltıraş restoratör konservatör ve heykeltıraş 3600 ek gösterge verilmeli;  4/b statüsündeki restoratörlere arazi tazminatı verilmeli;  Mühendis mimar ve şehir plancılarının özel hizmet tazminatı artırılmalıdır

Bilgisayar işletmeni ve VHKi’ye özel hizmet tazminatı artırımlı olarak ödenmeli; Hizmetli bekçi ve itfaiyeci kadrosundaki personel GİH sınıfına sınavsız olarak alınmalı; Taşınır kayıt kontrol yetkililerine mali sorumluluk zammı verilmelidir

Güvenceli İş Ve Güvenli Bir Gelecek İçin Birleşmeye

KESK Ve Kültür Sanat-Senle Mücadeleye!

“PERFORMANS DEĞERLENDİRME KRİTERLERİ” DUYURU

İktidarın iş güvencesini ortadan kaldırıp performansa dayalı güvencesiz çalıştırmayı hedefleyen politikalarının yansıması olarak sanat kurumlarımızda “Performans Değerlendirme Kriterleri” ardı ardına yürürlüğe girmektedir. Bu kapsamda mağduriyet yaşayan başta üyelerimiz olmak üzere tüm emekçilerin hukuki mücadeleyi sürdürmek üzere sendikamıza başvurmaları önemle duyurulur.Başvuru sürelerinin kaçırılmaması önemlidir. 

‘HAYIR’INI AL DA GEL! EMEK BARIŞ DEMOKRASİ İÇİN YAŞASIN 1 MAYIS!

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, DİSK Genel Merkezi’nde gerçekleştirdikleri basın toplantısıyla 1 Mayıs gündemlerini ve programlarını açıkladılar.

Basın toplantısınaKESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen, DİSK Genel Başkanı Kani Beko,  TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, KESK Genel Sekreteri Hasan Toprak, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ile şube yönetici ve üyelerimiz katıldı.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun okuduğu ortak açıklama aşağıdadır.

 ‘HAYIR’INI AL DA GEL!

EMEK BARIŞ DEMOKRASİ İÇİN YAŞASIN 1 MAYIS!

Dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca işçi için, emekçi için, tüm ezilenler ve yok sayılanlar için her 1 Mayıs, birliğin-mücadelenin ve dayanışmanın gücüyle umudun büyütüldüğü gündür.

Yok sayılan emeğin, dünyanın dört bir yanında görkemli bir biçimde varlığını gösterdiği gündür 1 Mayıs. Dünyanın her yerinde en merkezi ve en büyük meydanlar, emeğin bu görkemli buluşmasına tanıklık eder. İşçiler özlemlerini, umutlarını, taleplerini istedikleri meydanlarda özgürce ifade eder.

Türkiye’de ise maalesef 1 Mayıs’lar iktidarlar getirdiği yasaklar ve devlet şiddetinin gölgesi altında kutlanmaktadır. 365 gün bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenlere bir gün dahi saygı gösterilmemektedir. Siyasi iktidar bir gün için dahi işçilerin taleplerine kulak vermemekte, yıllardır 1 Mayıs mitinginin kendi istediği yerde yapılmasını dayatmaktadır. “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” diye açıklanan bu tutum, 2017 yılında da devam etmektedir.

1 Mayıs 1977’deki kontrgerilla katliamının 40’ıncı yılında da bu dayatmanın sürdürülmüş olması ölenlere ve işçi sınıfına saygısızlık olarak tarihe geçecektir. 15 Temmuz darbe girişimine karşı, bizler de dahil olmak üzere, yurttaşların buluştuğu Taksim alanı ne yazık ki yeniden yasaklı meydan haline getirilmiştir.

Bizler dört emek ve meslek örgütü olarak, ulusal ve uluslararası mahkemelerin verdiği yargı kararlarını tanımayarak hukuksuz bir yasakta ısrar edenlerin er ya da geç bu tutumlarının hesabını vereceklerinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz.

Hukuku, demokrasiyi, evrensel temel hak ve özgürlükleri yok saymayı bir rejim biçimi olarak benimsemiş anlayışa karşı, bu yıl her zamankinden çok daha yaygın, kitlesel ve coşkulu bir biçimde buluşmayı görev biliyoruz.

Bilindiği gibi, emekçilerin haklarını geliştirmeyen, aksine zarar veren ve tek adam rejimini dayatan bir anayasa için referanduma gidildi. Devletin tüm olanaklarının kullanılmasına, tek sesli medyaya, hayır diyenlerin engellenmesine rağmen yurttaşların en az yarısı HAYIR dedi. Böyle bir anayasa değişikliği ile ülke huzur, barış ve istikrar bulamayacaktır. Türkiye’nin acil ve yaşamsal ihtiyacı eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve sosyal bir Anayasadır.

Ancak ülkeyi yönetenler bu gerçeklere gözünü kapatmakta, Türkiye’ye tek adam rejimi dayatmaktadır. Halkın en az yarısının HAYIR dediği bir rejim değişikliğini, cebren ve hile ile meşrulaştırma girişimlerine karşı 2017 1 MAYIS’ı çok daha anlamlı ve önemli hale gelmiştir.

2017 1 Mayıs’ı, hile-hurda ile dayatılan tek adam rejimine karşı demokrasi için, giderek derinleştirilen ve bizi Ortadoğu’daki çatışmaların ateşine sürükleyen savaş politikalarına karşı barış için, giderek pervasızlaşan emek düşmanlığına karşı emeğin hakları için, MİLYONLARIN HAYIR’LI BULUŞMALARI olarak örgütlenecektir!

Bizler dört emek ve meslek örgütü başta olmak üzere, dost kurumlarla beraber, İstanbul’da Bakırköy Halk Pazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde olabildiğince yaygın, kitlesel, coşkulu ve HAYIR’LI 1 Mayıs buluşmalarını birlik içerisinde örgütleyeceğimizi ilan etmek istiyoruz.

Olağanüstü Hal’e, Kanun Hükmünde Kararnamelere ve tek adam rejimine HAYIR demek için 1 MAYIS ‘TA ALANLARA!

Darbe girişimine karşı ilan edildiği iddia edilen Olağanüstü Hal ile hukukun ayaklar altına alındığı, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin keyfi biçimde gasp edildiği bir rejim kalıcı hale getirilmek istenmektedir. Yüz binin üzerinde kamu emekçisini ve işçiyi, haklarında hiçbir yargı kararı bulunmadan işinden eden Kanun Hükmünde Kararnamelere, OHAL fermanlarına HAYIR demek için 1 MAYIS’ta alanlarda olacağız. Sendikal örgütlenme hakkını KHK ile ortadan kaldıran, kamu emekçilerinin toplu iş sözleşmesi hakkını ve kazanımlarını yok sayan antidemokratik uygulamalara teslim olmayacağız. Halkın seçtiği vekillerinin yaptığı Seçim Yasası’nı yok saymayı marifet bilen YSK örneğinde olduğu gibi, adaletin çivisinin çıktığı, meclisin tamamen yok sayıldığı tek adam rejimine 1 MAYIS meydanlarında tüm gücümüzle HAYIR diyeceğiz!

Kıdem tazminatının gaspına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Referandum öncesinde defalarca dile getirdiğimiz gibi, 16 Nisan’ın ardından ilk işleri kıdem tazminatına göz dikmek oldu. Patronlar “yük” olarak görüyor diye işçi sınıfının ve bütün çalışanların 80 yıllık kazanımına göz dikenlere “HAYIR” demek için 1 MAYIS ALANLARINDA OLACAĞIZ. Emekçilerin iş güvencesi, işsiz kaldığında kara gün dostu olan kıdem tazminatından nemalanmak isteyenleri, İşsizlik Sigortası Fonu’nu yağmalamalarından tanıyoruz. Tüm emekçileri yağmaya ve talana HAYIR demeye, 1 MAYIS ALANLARINA çağırıyoruz.

Taşeron köleliğine ve kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılmasına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!  

Milyonlarca taşeron işçisinin umutlarını yıllardır aldatmacalarla sömürenlere, 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce “taşerona kadro” vaat edip sözünde durmayanlara HAYIR demek için 1 MAYIS ALANLARINDA olacağız. Taşeron işçilerin mücadele ederek ve mahkemelerde kazandıkları kadro hakkını tanımadığı gibi taşeron düzenini bile aratacak “kiralık işçilik” uygulamasını, işçi simsarlığını yasal hale getirmek isteyenlere 1 MAYIS ALANLARINDAN HAYIR diyeceğiz! Taşeron işçilerine kadro vaadini tutmadığı gibi kamu emekçilerinin 657 sayılı yasadan kaynaklanan iş güvencelerini ortadan kaldıracaklarını açıklayanlara, milyonlarca kamu emekçisine güvencesiz çalışmayı dayatanlara omuz omuza HAYIR diyeceğiz!

‘HAYIR’INI AL DA GEL!

Bu topraklarda emeğiyle, onuruyla yaşayan hemen herkesin HAYIR dediği o kadar çok şey var ki! 1 MAYIS ALANLARI herkesin ‘HAYIR’INI alıp geldiği rengarenk ve apaydınlık meydanlar olacak. İşsizliğe HAYIR, kiralık işçiliğe HAYIR, iş cinayetlerine HAYIR, krize HAYIR, yoksulluğa HAYIR, zamlara HAYIR, içeride ve dışarıda savaşa HAYIR, kentlerin ve doğanın yağmasına HAYIR, kutuplaşmaya HAYIR, kadın cinayetlerine HAYIR, çocuk istismarına HAYIR, cinsiyetçiliğe HAYIR, kamu hizmetlerinin ticarileşmesine HAYIR, gazetecilerin, siyasetçilerin, gençlerin hapishanelere doldurulmasına HAYIR, akademinin ve bilimin bitirilmesine HAYIR, sömürüye HAYIR, diktaya HAYIR gibi milyonlarca HAYIR’lı çığlık 1 MAYIS ALANLARINDA buluşacak!

Haydi, hep beraber, birlik olarak, dayanışmamızı güçlendirerek, mücadelemizi büyütmek için 1 MAYIS ALANLARINA!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği

Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik ve Dayanışması!

YAŞASIN 1 MAYIS!

“İşimize, geleceğimize sahip çıkıyoruz” sloganıyla “OHAL-KHK Rejimi ve İhraç Kurultayı”mız Ankara İnşaat Mühendisleri Odası’nda 01-02 Nisan tarihlerinde, uluslararası emek örgütleri temsilcileri ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi temsilcileri, büyükelçilik yetkilileri, siyasi parti milletvekilleri, emek ve meslek örgütleri temsilcileri, akademisyenler ve  kamu görevlerinden ihraç edilen üyelerimizin katılımıyla bir çok farklı konu başlıklı oturumlarla gerçekleşti.

Kurultayda ihraçların hukuksal durumundan psikolojik, ekonomik ve sosyal durumuna birçok konuda tartışmalar yürütüldü. İhraç edilenlerin aile ve sosyal çevre ilişkileriyle çocukların da olumsuz etkilendiği ihraç süreçlerinin toplamsal intihar eğilimini ortaya çıkardığı ayrıca kayıt dışı ve güvencesiz işlerde kendilerine yer bulabildiği ifade edildi.

Saygı duruşu ile başlayan Kurultay’ın açılış konuşmasını Eş Genel Başkanımız Lami Özgen gerçekleştirdi. Özgen, AKP eliyle faşizmin kurumsallaştırılmaya çalışıldığına dikkat çekerek, toplumsal ilişkilerin bu temelde yeniden dizayn edilmeye, gerici, mezhepçi, tekçi, otoriter ve totaliter bir anlayışın hâkim kılınmaya çalışıldığını ifade etti.

Konfederasyonumuzun bir üyesine yapılan haksızlığı tüm üyelerimize yapılmış bir haksızlık olarak gördüğümüze dikkat çeken Eş Genel Başkanımız, “İhraç edilen, açığa alınan arkadaşlarımız, iş güvencesine sahip çıktıkları, sendikal haklarını kullandıkları, örgütlenme özgürlüklerini hayata geçirmek istedikleri, Kürt sorununun demokratik barışçıl yollardan çözümünü savundukları için hedef haline getirildiler. Bilinmelidir ki, ihraç edilen arkadaşlarımız tekrar görevlerine dönünceye, OHAL kaldırılıncaya kadar, KHK’ler ve iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen düzenlemeler geri çekilinceye kadar kesintisiz bir mücadele yürüteceğiz. Kurultayın Hayır’a güç katacağına olan inancımızı belirtmek istiyorum” dedi. Konuşmanın tam metni için tıklayınız

İlk oturum öncesi “OHAL ve Kanun Hükmünde Karnameler ve Hukuksal Durumu” Prof.Dr.Metin Günday değerlendirdi. Kurultayın, “İnsan Hakları Açısından İhraçlar” başlığıyla gerçekleştirilen ilk oturumunun moderatörlüğünü ise AİHM Eski Yargıcı Rıza Türmen yaptı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, Avrupa Sosyal İşler ve Sosyal Şart Komite Üyesi Andrej Hunko, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Üyesi Doç. Dr. Öykü Didem Aydın ile İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da ilk oturumda konuşmacı oldular.

Avrupa Parlamenter Meclisi 30 Parlamenter İle Referandumu İzleyecek

Andrej Hunko, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra yaşanan OHAL sürecinin “İkinci bir darbe” olarak değerlendirmesine katıldığını ifade ederek, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komitesi’nin yaşananlar ile ilgili iyi bir rapor hazırladığını belirtti. İfade edilen raporda “OHAL durumun en kısa sürede kaldırılması ve bir kenara bırakılması gerekir” belirlemesinin olduğuna dikkat çeken Hunko, Parlamenterler Meclisi olarak Türkiye’deki referandumu izleme heyeti göndereceklerini, bunların farklı ülkelerden oluşan 30 parlamenterden oluşacağını söyledi. Hunko şunları belirtti, “Göndereceğimiz heyetin içerisindeki 30 parlamenter arasında, bu şartlarda referandumun olmaması gerektiğini düşünenler var fakat referandum önemli, buna rağmen biz bu heyeti göndereceğiz.”

Üzerimize Hukuk Kisvesi Adı Altında Bir Silah Doğrultumuş Durumda

Doç. Dr. Öykü Didem Aydın da, OHAL’in ilanından bu yana “Üzerimize hukuk kisvesi adı altında bir silah doğrultulmuş durumda” diyerek, temel hak ve özgürlükler için tüm farklılıkları bırakarak bir araya gelinmesi gerektiğini ifade etti.

‘Ohal İle Bir İhbar İklimi Yaratıldı’

Aydın, ülkeyi 15 yıldır birlikte yönetenlerden birinin yargıç koltuğuna oturmasının hukuk ve vicdani olarak kabul edilemeyeceğini ifade ederek şunları söyledi: “Anayasa yetkisinin KHK’lar ile kullanılmasını vicdan kabul etmez. OHAL’in 16 Nisan Referandumu için bir proje olarak kullanılması kabul edilemez. OHAL ile bir ihbar iklimi yaratıldı, öğrencisinden hocasına, kamu emekçisinden diğerine yapılan ihbarlar ile geniş bir ihbar iklimi yaratılmıştır.”

Aydın, ulusal ve uluslararası raporlarda OHAL sürecinden önce bir hukuksuzluk iklimi yaratıldığına dikkat çekerek, 90’ın üzerinde basın kuruluşunun kapatılması, milletvekillerinin tutuklanması ve birçok hak ihlalinin yaşandığı süreçte de bir demokratik seçim olamayacağının altını çizdi.

Devlet Kendine OHAL İlan Ediyor Diye Bir Şey Hukukta Yok

İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da yaşanan sürecin 15 Temmuz sürecinden önce başladığına dikkat çekti. Yaşan ağır hak ihlalleri, Ankara Gar ve benzeri katliamlar ile Davutoğlu hükümetinin düşürülmesinin büyük fotoğrafın parçası olduğunu belirtti. “Devlet kendine OHAL ilan ediyor” sözünün hukukta bir karşılığının olmadığını ifade eden Türkdoğan, şunları söyledi: “OHAL için hiçbir hukuki gerekçe yoktur. Bir hukuki gerekçe bulamıyoruz. 15 Temmuz’daki askerler derdest edilmedi mi? Darbe bastırılmadı mı? Neden o zaman OHAL ilan ettiniz? Devlet zaten kendi kurumları ile soruşturmalarını yapar.”dedi.

OHAL İle En Temel Ayanasal Haklar İhlal Edildi

Bazı hakların savaş esnasında dahi rafa kaldırılamayacağını da ifade eden Türkdoğan, OHAL ile birlikte, Anayasanın 15’inci maddesinin 2’nci fıkrasında belirtilen “Kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlayamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez ile suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılmaz” ilkelerinin OHAL sürecinde ihlal edildiğini dile getirdi.

Kurultayın “Çalışma Hakkı ve Sendikal Boyutuyla İhraçlar” adlı ikinci oturumunda ise Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) Hukuk Sorumlusu Declon Owens ile Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’ndan (ETUC) Patrick Itschart konuştu. 

Baskılar 7 Haziran Sonrası Arttı

Eş genel Başkanımız Şaziye Köse, kamu emekçilerinin kıskaç altına alınmasının 7 Haziran öncesi ve sonrasında farklı ivmelerle gerçekleştiğini ifade ederek, baskıların özellikle 7 Haziran akabinde tırmanışa geçtiğini söyledi.

 “Neden KESK hedef?” Siyasal iktidarın korporatist bir egemenlik kurmaya çalışmaya çalıştığına dikkat çeken Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse, “KESK ve öncelleri, 60 yıllık toplumsal muhalefetin en önemli kurumlarıdır. Meydanlar bizimle özgürleşti, siyasal iktidar KESK’in bu tarihsel arka planını gören bir husumetle saldırıyor. KESK hala toplumsal muhalefetin en direngen örgütlülüğüdür. Siyasi iktidar bunu bir tehlike olarak görüyor ve bize bu yüzden saldırıyor, ancak yılmayacağız, diz çökmeyeceğiz, biat etmeyeceğiz, sendikal hak ve özgürlükler mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.” dedi.

Bir Neden Oluşmadan İşten Atılmalar Hukuksuz

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) Hukuk Sorumlusu Declon Owens ise KESK’e yönelik kapsamlı ihraçlardan dolayı Türkiye’den bilgi istediğini ifade ederek, ihraçlarla ilgili kaygılarının hala devam ettiğini belirtti. Owens, şunları kaydetti: “İnsanlar herhangi bir soruşturma olmadan işlerinden atılıyor, Türk hükümetinden istese de istemese de uluslararası kuralları uygulamasını istiyoruz. İntikam hırsı ile yapılan uygulamalar ile insanlar işten atılamaz. Çalışanların toplantılara katılmaları, sendikal faaliyetlere katılmaları ihraç sebebi olamaz.

Yaşananlar Ülkenin Askeri Darbe Tarihinin Bir Parçası

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’ndan (ETUC) Patrick Itschart da, Türkiye’de darbe girişiminden sonra yaratılan travmanın ülkenin aynı zamanda askeri darbe tarihinin bir parçası olduğuna dikkat çekerek, darbeden sonra kamu emekçilerine yönelik tasfiyenin hiç bir gerekçe ile açıklanamayacağı noktasında daha önce Türkiye’yi uyardıklarını ifade etti.

Yoldaşlar Sizler Yalnız Değilsiniz

Avrupa Konvansiyonel Sözleşmesinin birçok maddesinin Türkiye tarafından ihlal edildiğini vurgulayan Itschart, “Yoldaşlar sizler yalnız değilsiniz” diyerek Türk demokrasisinin büyük bir tehdit altında olmasını büyük bir endişe ile karşıladıklarını ifade etti.

SES, BES, Eğitim Sen ve Tüm Bel Sen sendikalarımızın sunumlarının ardından akademik tebliğlerle ihraçların sosyal, ekonomik, psikolojik ve toplumsal cinsiyet boyutları üzerindeki etkileri değerlendirildi.

Arkadaşım Bana Değil Televizyona İnanıyor

İhraçların sosyal sonuçlarını değerlendiren Ankara Üniversitesi Sosyoloji bölümünden ihraç edilen Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun, Konfederasyonumuzun’un gerçekleştirmiş olduğu ihraç anket sonuçlarını paylaştı. Ankette katılımcıların yüzde 70’inin akrabalık, aile, komşuluk gibi ilişkilerinin bozulduğu cevabını verdiğini söyledi. Yaşananın işsizlikten öte bir şey olduğunu kaydeden Coşkun, “İnsanlar benimle ilişki kurmaya korkuyor. Telefonlarım açılmıyor. En yakın iş arkadaşlarım arayıp sormuyor. Yediğim içtiğim ayrı gitmeyen iş arkadaşım bana değil, televizyonda söylenenlere inanıyor” gibi cevaplar alındığını söyledi. Ankete katılan ihraç edilen kamu emekçilerinin yüzde 80’inin üniversite mezunu olduğunu belirten Coşkun, statü kaybı yaşandığına ve yurt içerisinde yaşanan zorunlu göçe dikkat çekti.

Güvencesizlik Yaygınlaşıyor

Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen Dr. Nail Dertli ise ihraçları ekonomik yönüyle değerlendirdi. İllerden gelen tebliğlerden de yararlandıklarını kaydeden Dertli, yerellerin ihraçları nasıl değerlendirdiğini de çalışmaya yansıttıklarını söyledi. İhraçların en temel birincil etkisinin gelir üzerine olduğunu belirten Dertli, ankete katılanların yüzde 63’ünün hanesinde başka gelir getirici bir bireyin bulunmadığını kaydetti. Ekonomik olarak bir başka etkinin borçlanmaya yönelik olduğunu belirten Dertli, ankete katılanların yüzde 31’inin uzun vadeli konut kredisi, yüzde 44’ünün tüketici kredisi olduğunu, sadece yüzde 15’inin hiçbir borcu bulunmadığını söyledi. Borçlarını ödeyemeyenlerin ellerinde bulunan varlıkları satmaya başladığını kaydeden Dertli, ihraç edilenlerin istihdama dahil olmalarının ise çok zor olduğunu söyledi. Dertli, ankete katılanların yüzde 84’ünün iş aradığını ve sadece yüzde 7’sinin iş bulabildiğini, onların da şoförlük, garsonluk, inşaat gibi kayıt dışı ve güvencesiz işler bulabildiğini söyledi. KESK dışında hiçbir sendikada dayanışmanın örülmediğinin gözlemlendiğini belirten Dertli, KESK’in hem hukuksal hem de maddi dayanışma içerisinde olduğunu söyledi.

İntihar Eğilimi Yüksek

İhraçların psikolojik sonuçları sunumunu gerçekleştiren AÜ’den ihraç edilen Araştırma Görevlisi Aysun Gezen ise ihraç edilenlerin büyük çoğunluğunun üzüntü, öfke, kaygı, anlamlandıramama gibi duygusal durumlar içerisinde olduğunu belirtti. İntihar düşüncesinin de ihraç edilenlerde gözlemlendiğini kaydeden Gezen, çocukların da bu süreçten olumsuz etkilendiğini söyledi. Gezen, ihraç edilenlerin çocuklarında içe kapanıklık, altını ıslatma gibi sorunların gözlemlendiğinin altını çizdi. Medya taraması da gerçekleştirdiklerini kaydeden Gezen, bu süreçte 27 intihar vakası yaşandığını, bunların büyük çoğunluğunun kolluk güçlerine mensup kişiler olduğunu ve özellikle KHK yayınlanma dönemlerinde intiharların arttığını söyledi.

Fırsata Çevirdiler

İhraçlar ve kamu emekçilerinin iş güvencesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun getirdiği iş güvencesinin baypas edilmesi için türlü yolların yıllardır denendiğini ve 15 Temmuz darbe girişiminin ise iş güvencesinin yok edilmesine yönelik fırsat olduğunu kaydetti. İhraçlarla KESK’in mücadele anlayışının sindirilmek istendiğini kaydeden Müftüoğlu, özellikle KESK’te yaşanan ihraçların ihraç edilenlerden daha çok toplumu etkilediğini söyledi. Uluslararası sendikalara da çağrı yapan Müftüoğlu, dayanışma ve raporlamalarının önemli olduğunu ancak yetmediği, uluslararası mücadeleyi birleştirecek bir mücadele anlayışına ihtiyaç olduğunu söyledi.

 2 Bin Engelli İhraç Edildi

İhraç edilen engellilerin durumunu değerlendiren Mithat Tokur ile Veli Saçılık da, 2 bin engellin kamu emekçisinin ihraç edildiğini söyledi. İhraç edilen engellilerin yüzde 82’si hakkında bugüne kadar herhangi bir soruşturma dahi açılmadığını belirtilirken, yüzde 84’ünün çocuklarına bakmakla, yüzde 18’inin ise kendileri dışında engelli ya da kronik hasta bakımından sorumlu olduğunu ifade edildi.

İkinci gün birleştirilmiş il tebliğlerinin sunumu, önergeler üzerine tartışma ile devam eden kurultayımız geçmişten günümüze kamu emekçilerinin iş güvencesi, tüm boyutlarıyla dayanışmanın geliştirilmesi-örgütlenmesi ve mücadele hattımız ile ilgili konuşmaların ardından sona erdi.

8 MART KADINLARIN ULUSLARARASI BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ

Gücümüz, Gururumuz, Umudumuz: Kadınlarımız!

“Ve kadınlar

bizim kadınlarımız;

korkunç ve mübarek elleri

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve sofradaki yeri

öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve karasabana koşulan ve ağıllarda

ışıltısında yere saplı bıçakların

oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar

bizim kadınlarımız…” diye anlatır onları Nazım Hikmet!

Üzerinden 40 sene geçer, değişir nesiller; değişmez kadının gerçeği, hatta artar mağduriyeti. Giyiminden, doğum yapma yöntemine, çocuk sayısına kadar yaşamına müdahale edilir. Tecavüzcüsü korunur, tecavüz ve şiddet kadının fıtratı haline getirilir.

“Cezalandırılması” din adamlarınca erkeklere hak olarak sunulur.

Kadın cinayetleri “iyi hal” garabetiyle hani neredeyse özendirilir

Daha az ücret, daha güdük sosyal haklarla emeği sömürülür, hayatına ipotek konur

Cinsiyet ayrımcılığıyla her alanda ikinci sınıf İnsan muamelesi görür

OHAL’den güç alan bir adaletsizlik sarmalında var olma mücadelesi içindedir, kadın.

Bizim kadınlarımız!

Öyleyse 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, ülkemizin, kültür ve sanatın İçine itildiği karanlığı aydınlanması için birlik, dayanışma ve mücadele azminin yemin günü olsun!

Eşitlikçi, özgür ve demokratik bir Türkiye için…

Gücümüz

Gururumuz

Umudumuz

Kadınlarımız!

2016 YILI HAK İHLALLERİ RAPORUMUZU AÇIKLADIK

Bugün saat 11.00’da Konfederasyonumuz Merkez’inde gerçekleştirdiğimiz basın toplantısı ile 2016 yılı hak ihlalleri raporumuzu açıkladık! Basın toplantısına Genel Sekreterimiz Hasan Toprak, Hukuk- TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Fatma Çetintaş, Mali Sekreterimiz Ramazan Gürbüz, üye sendikamız ESM Genel Başkanı Mustafa Şenoğlu ile BES Genel Toplu İş Sözleşmesi ve Hukuk Sekreteri Şenol Köksal katıldı.

Basın açıklamasını Hukuk- Tis ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Fatma Çetintaş gerçekleştirdi. 2016 Hak İhlalleri Raporu ve ek tablolar aşağıdadır.

KESK 2016 YILI HAK İHLALLERİ RAPORU

Öncelikle iktidarın tüm baskı, yıldırma ve engelleme politikalarına, muhalif kurumların sesini kısma girişimlerine rağmen inatla ve kararlılıkla basın, düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele eden siz özgür basın emekçilerine buraya geldiğiniz için teşekkür ediyoruz.

Karanlık bir tünelden geçiyoruz. Ancak tünelin ucundaki ışığa dair umudumuzu, inancımızı hiç kaybetmedik. Bize bu umudu veren devraldığımız emekçilerin yüzyıllardır süregelen eşitlik, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesi, kararlılığı ve aydınlık geleceğe dair inancımızdır.

Son yıllarda sendikal hak ve özgürlükler alanında, çalışma yaşamında yaşanan hak ihlallerine dikkat çekmek amacıyla altışar aylık raporlar yayınlıyoruz. Arşivlerinizde bunlar mevcuttur. Gerek bunlar incelendiğinde ve gerekse de birazdan çoğu da yansımayan hak ihlalleri raporumuz incelendiğinde sendikal hak ihlallerinde oldukça vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülecektir.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında çalışma yaşamında yaşanan hak ihlalleri 12 Eylül darbesinin çalışma yaşamına etkileri ile karşılaştırıldığında pek çok başlıkta 12 Eylül’ü kat be kat aşan ihlaller ile karşılaşmaktayız.

Bugün genel olarak 2016 yılına dair yaşanan ihlallere dair verileri aktaracağız. Verilerin yıl bazında bütünlüklü olarak değerlendirilebilmesi için derlediğimiz 1 Ocak-7 Mayıs 2016 ile 7 Mayıs – 31 Aralık 2016 dönemlerine ait iki raporumuzu da kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.

Rapora ilişkin değerlendirmemize geçmeden önce şunu da belirtmek isteriz ki, ITUC tarafından yayınlanan “2016 İnsan ve Sendikal Haklar Raporu”nda Türkiye; Kamboçya, Hindistan ve İran gibi ülkelerle birlikte çalışanlar için en kötü ilk 10 (on) ülke listesinde yer almıştır. Bu raporda KESK üyelerine yönelik baskı, yönelim ve ayrımcı politikalara da geniş yer ayrılmıştır.

Adı OHAL olsa da askeri darbe dönemlerinde bile olmayan işlemler hayata geçirilmekte, uluslararası sözleşmeler ve anayasadan doğan haklarımız ayaklar altına alınmaktadır. Cumhurbaşkanının “mevzuatı bir yana bırakın” söylemi bugün OHAL adı altında bir yönetim biçimine dönüşmüştür. OHAL’i son uzatma girişiminde usulen bile olsa prosedüre uyma ihtiyacı duymamaları nasıl bir keyfiyetle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. OHAL yönetiminin kalıcı hale getirilmesi için AKP ve MHP tarafından hazırlanan, içeriği halktan ve emekçilerden saklanan anayasa değişikliği teklifinin görüşmeleri TBMM’de sürmektedir.

Faşizan yönelim temel hak ve özgürlüklerde, sendikal örgütlenme ve haklarda sınır tanımaz bir hale dönüşmektedir. Kamu emekçilerinin yıllardır fiilen gerçekleştirdiği, iç hukukta ve AİHM’de yüzlerce kararla haklılığı yargısal olarak da kabul edilen, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan grev hakkımız özellikle son bir yıldır neredeyse fiilen illegal örgütsel bir faaliyet olarak işlem görmektedir.

On binlerce üyemiz 12-13 Ekim ve 29 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirdiğimiz grevler nedeniyle ilkin soruşturmalara maruz kalmış, ardından açığa alınmalarda temel gerekçe olarak kullanılmıştır. Yine basın açıklamalarımız, hükümet politikalarına itiraz ettiğimiz tüm eylem ve etkinliklerimiz soruşturma konusu yapılmaktadır. 29 Aralık grevi nedeniyle açılan binlerce soruşturmanın dışında, diğer sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle de en az 322 soruşturma açılmıştır.

Üyelerimiz hakkında soruşturma açmak için Cemaatin devlet içinde etkin konumda olduğu yıllarda daha çok isimsiz mailler ve telefon ihbarları yöntemleri kullanılıyordu. Bunların soruşturma açılması için bizzat polis tarafından yapıldığını biliyor, dile getiriyorduk. Nitekim son dönemlerde bu yöntemin cemaat polisleri tarafından davalarda kullanıldığı çok sayıda delil ile kanıtlanmış oldu.

Cemaatin etkisinin kırılmaya başladığı son dönemlerde ise Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) bir ihbar kurumu olarak kullanılmaya başlanmıştır.

OHAL ile birlikte ise; ya tekrar isimsiz mailler, telefon ihbarları kullanılmakta ya da ağırlıkta bunların hiçbirine ihtiyaç duyulmamaktadır. Soruşturma, açığa alınma ya da ihraçlar için OHAL kanunu yeterli görülmektedir. İktidar soruşturma için artık somut bir gerekçe bulmak zorunda değilmiş gibi davranmaktadır. Açığa alma ve ihraçlarda “Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı” demek yeterli görülmektedir. “Devlet güvenliği” denildikten sonra devletin tüm kurumlarında akan sular durmakta, yargı da gidişata genellikle uymaktadır.

Bu dönemin en belirgin bir diğer özelliği de her tür hukuksuzluğun, baskının, yönelimin serbest olması ama bu haksızlıklara karşı en ufak bir protesto eyleminin ise yasaklanmasıdır. Bu süreçte baskılara karşı yapmak istediğimiz bölge mitinglerimiz, basın açıklamalarımız, sendikalarımızın eylemleri, 10 Ekim katliamı anma etkinliklerinin nerdeyse tümü yasaklanmıştır.

En son Konfederasyonumuzun düzenlediği, İşimi Ekmeğimi Geri İstiyorum” sloganı ile ihraç edilen ve açığa alınan kamu emekçilerinin görevine iade edilmesi amacıyla 21 Aralık tarihinde İstanbul’dan başlayıp Ankara’da sona ermesi planlanan “EMEKÇİ YÜRÜYÜŞÜ”müze başlangıç noktası olan Kadıköy İskele Meydanı’nda polis cop, kalkan, biber gazı ve plastik mermilerle müdahale etmiştir. Müdahale sırasında Sendikamız SES İstanbul Anadolu Şb. Başkanı Erdal Güzel yaralanmıştır.

Valiliklerin OHAL yasaklarını bile kuruma göre uygulandığının çok sayıda örneklerinden biri Emekçi Yürüyüşü eylemimizin Kocaeli programında yaşanmıştır. Kocaeli’nde daha bir hafta önce yandaş Konfederasyonun pankartlı, sloganlı basın açıklamasına izin verildiği halde KESK’e sokakta yapacağı açıklamanın valilik tarafından yasaklandığı söylenmiş ve basın açıklamamıza polis tarafından çok sert bir şekilde müdahale edilmiştir.

Açığa alma, ihraç başta olmak üzere sendikalarımız yöneticileri bilinçli ve sistematik olarak hak ihlallerine maruz kalmaktadır. KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, Sendikamız BES Genel Başkanı Fikret Aslan, SES MYK üyesi Fikret Çalağan’ın da aralarında bulunduğu yüzlerce sendika yöneticisi arkadaşımız ihraç edildiler. Neredeyse tüm sendika MYK üyelerimiz hakkında açılmış onlarca adli ve idari soruşturma söz konusudur. Siyasi iktidar OHAL ortamını kullanarak sendikal örgütlenmeyi hedef almakta, cezalandırmaktadır. Sendikal hak ve örgütlenme siyasi iktidarın tehdidi ve kuşatması altındadır.

Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz bir husus da, siyasi iktidarın yarattığı ortam ve başlattığı ihbarcılık neticesinde çoğu kurum idarecisinin işyerlerinde sendikalarımızın yönetici ve üyelerinin açığa alınmasına ya da ihraç edilmesine yol açacak şekilde asılsız iddia ve karalamalarla suçlamalarda bulunmalarıdır. Bu idareciler hesap verme ve kanıtlama durumunda olmadıklarından ya da hukuk yollarının kapalı olmasından aldıkları rahatlıkla OHAL sürecini sendikal mücadeleyi tasfiye etme, yandaş sendikaları güçlendirme fırsatı olarak kullanmaktadırlar. Ankara, Kocaeli Üniversiteleri başta olmak üzere birçok üniversitede yöneticiler, demokrat ve aydın kimlikleriyle öne çıkan akademisyenleri OHAL kanunu arkasına sığınarak kapsamlı bir tasfiye ile tam bir kıyıma dönüştürmüşlerdir.

Aynı şekilde adli soruşturmalarda çoğu savcı üyelerimize “niçin KESK’e bağlı sendikalara üye oluyorsunuz” gibi sorular sorarak konfederasyonumuzu potansiyel suç odağı gibi gösterme çabası içerisindedir.Soruşturmalar, mobbing, ceza davaları vb. tüm baskı araçları kullanılarak var olan üyelerimiz istifa etmeye zorlanmakta, yeni üye yapmalar engellenmeye çalışılmaktadır.

Örneğin daha birkaç gün önce Mardin Kızıltepe’de gözaltına alınan öğretmenlere savcı “EĞİTİM SEN’e üye olmanın suç olduğunu bilmiyor musun” şeklinde soru sormuş, avukatımızın itirazı ve bu cümlenin tutanaklara geçirilmesini istemesi karşısında sayın savcı paniğe kapılarak söylediklerini tutanağa geçirmemiş, avukat arkadaşımızı azarlayarak dışarı çıkartmak istemiştir.

OHAL kapsamında 31 Aralık 2016 tarihine kadar bağlı sendikalarımız üyesi-yöneticisi toplam 11.711 kamu emekçisi açığa alınmıştır. Bunlardan 10.692’si görevine iade edilmiş, 490’ı OHAL KHK’leri ile (672,675 ve 677 sayılı KHK’ler) memuriyetten çıkarılmıştır.

Açığa almalar sadece OHAL Kanununa dayalı yapılmamaktadır. 2016 yılı itibariyle sosyal medya paylaşımları ve Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile 78 arkadaşımız açığa alınmıştır. Toplamda 11789 KESK’li açığa alınmış olup iadeler sonrası 31 Aralık tarihi itibari ile bağlı sendikalarımız üyesi-yöneticisi toplam 529 kamu emekçisi halen görevden uzaklaştırılmış (açıkta) durumdadır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının 10 Ocak 2017 tarihinde yaptığı açıklamaya göre OHAL Kanunu kapsamında bugüne kadar 135.356 kamu çalışanı hakkında işlem yapılmış, bunlardan 97.679’u ihraç edilmiştir.

OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle 31 Aralık 2016 tarihine kadar bağlı sendikalarımız üyesi-yöneticisi toplam 2.094 kamu emekçisi memuriyetten çıkarılmıştır (ihraç edilmiştir).

2016 yılı içerisinde; adli ve idari soruşturmalar sonucu ihraç edilenler de dâhil edildiğinde toplamda 2.179 KESK’li haksız, hukuksuz şekilde ihraç edilmiştir. Bununla birlikte 6 Ocak 2017 tarihinde yayınlanan KHK’lar ile 343 KESK’li arkadaşımız daha ihraç edilmiştir. Dolaysıyla bugün itibariyle toplam 2522 arkadaşımız ihraç edilmiş durumdadır.

İhraç edilen, açığa alınan arkadaşlarımızın 15 Temmuz darbe girişimiyle nasıl bir bağları olduğuna dair en ufak bir delil olmadığı gibi iktidarın öyle bir iddiası da yoktur. Bu durumun kendisi bile darbe girişiminin hükümet için muhalif tüm kesimleri tasfiye etmenin bahanesine dönüştürdüğünün somut kanıtıdır. AKP er ya da geç bu zulmün hesabını verecektir. Konfederasyonumuz tüm zorluklara rağmen fiili ve meşru mücadelesinin yanı sıra hukuki mücadelesini de yürütmektedir, yürütecektir.

Ayrıntılarını raporumuzda görüleceği üzere 2016 yılı içerisinde en az 122 KESK’li sürgün edilmiştir. Gerçek rakamların bu sayıyı katladığını tahmin ediyoruz. Yaratılan korku iklimi nedeniyle sürgün edilen kimi üyeler durumun raporlaştırılması sonrasında farklı baskılarla karşılaşmaktan kaygı duymaktadır. Sürgün edilen arkadaşlarımızdan kimisi işyeri temsilcisi ya da sendika yöneticisi olup sürgünler yoluyla da sendikal faaliyetlerin yürütülmesi engellenmek istenmektedir.

Son bir yıl içerisinde soruşturmalar sonucu 47 aylıktan kesme ve idari para cezaları, 35 kademe ilerlemesi cezası başta olmak üzere çok sayıda cezai müeyyide uygulanmıştır. Yine raporda ayrıntıları görüleceği üzere sendikal eylem ve etkinlikler gerekçe gösterilerek çok sayıda arkadaşımıza Kabahatler Kanununa muhalefet etme iddiasıyla çeşitli oranlarda para cezaları verilmiştir.

Bu dönemde demokratik ve meşru sendikal eylem ve etkinliklerimizin neredeyse tümü “devlet güvenliğine tehdit” olarak değerlendirilmekte, soruşturma ve ceza konusu olmaktadır.

Kimi idareciler ise adli soruşturma beraatla sonuçlanmasına rağmen aynı konuda idari cezalar vererek AKP döneminde bir var olma mücadelesine dönüşen yaranmacılıkta sınır tanımadıklarını ispat etmişlerdir.

Ceza davaları ve soruşturmalarının çoğu Cumhurbaşkanı ve başbakana hakaretten dolayı açılmaktadır. Bu dönemde de bu çerçevedeki davalar artarak devam etmiştir. 2016 yılında en az 59 arkadaşımıza hem adli hem idari soruşturmalar açılmış, çoğunlukla da ikisinden de cezalar verilmiştir.

Aynı şekilde OHAL sonrası bir furyaya dönüşen, takibi için KHK’larla polis, MİT ve diğer istihbarat birimleri içinde özel birimler oluşturulan sosyal medya paylaşımları nedeniyle yüzlerce arkadaşımız gözaltına alınmış, kimisi tutuklanmıştır. Çok azı elimize ulaşan bilgilere göre sosyal medya paylaşımları nedeniyle işyerlerinde en az 121 soruşturma açılmıştır.

2016 yılının en vahim baskı araçlarından biri de gözaltı ve tutuklamaların sıradanlaştırılması ve OHAL sonrası günlerce gözaltında tutma uygulamasıdır. 2016 yılı içerisinde en az 292 KESK’li gözaltına alınmıştır. Arkadaşlarımız memur olup adresleri sabit olmasına ve iddia edilen suçlamaların sendikal faaliyetlerden oluşmasına, dolaysıyla savcılığa çağrılıp ifade alınma olanağı olmasına rağmen bu kadar yoğun gözaltı yapılması hukuksal gerekçelerle açıklanamaz. 2016 yılında 71 KESK’linin tutuklanmış olması da bu tabloya eklenince AKP’nin her tür baskı aracını kullanmada beis görmediği anlaşılacaktır.

Öte yandan Diyarbakır, Mardin başta olmak üzere bazı illerde toplu gözaltılar yapılması, ardından çıkarılan KHK’larla bu arkadaşlarımızın ihraç edilmesi ya da açığa alınmaları manidardır. Bu gözaltların ihraç ve açığa alınmaya gerekçe oluşturabilmek için yapıldığına dair yaygın bir kanı vardır.

AKP’nin cinsiyetçi ve muhafazakâr politikaları 2016 yılında hem baskılarda kadınların öncelikle hedef alınmasıyla hem de çalışma yaşamındaki uygulamalarla artarak devam etmiştir. 2016 yılında birçok ilde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Birlik mücadele ve Dayanışma Günü ile 8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü etkinlikleri yasaklanmış, engellemeler yaşanmıştır. KESK Kadın Sekreterimiz Gülistan Atasoy ihraç edilmiştir.

Örneğin Adıyaman Valiliği, üye sendikamız BES İl Kadın Sekreteri hakkında Konfederasyonumuz tarafından hazırlanan  “8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü”ne ilişkin okuduğu basın açıklaması metninden dolayı soruşturma başlatmış, ardından sürgün edilmiş, daha sonra da açığa alınmıştır.

İşyerlerinde sendikal ayrımcılık ve sendikal faaliyetlerin engellenmesi ihlallerinde de kaygı verici bir artış yaşanmaktadır.

Genel olarak da lojman tahsisi, tayin ve atamalar, görevde yükselmeler başta olmak üzere birçok konuda yandaş sendika lehine çok açık ayrımcılık yapılmaktadır.

OHAL sonrası birçok yerde idareciler ve kolluk güçleri üyelerimizi yandaş sendikalara geçmeleri için açığa alınma ve ihraç edilmeyi dolaylı bir tehdit olarak kullanmaktadırlar.

Bu konuda üyelerin istifaya zorlanmasının özellikle sendikamız DİVES üyeleri üzerinde yoğunlaşması dikkat çekicidir. Hükümete diyet borcunu ödeme telaşındaki Diyanet İşleri Başkanlığının ve idarecilerinin birçok yerde sendikamızın adını vererek anti propaganda yapmaları, ayrımcı davranmaları sendikamızı ciddi şekilde etkilemektedir. 2016 yılında toplam 509 üyesi olan DİVES’in 54 üyesinin ihraç edilmesi yönelimin merkezi olduğunu göstermektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik karşıtı faaliyetlerinin yanı sıra sendikal faaliyetlerde de yanlı ve ayrımcı davranarak kurumun tüm olanaklarını AKP’nin politikaları ve ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaktadır.

Diğer bir ayrımcılık ise stajyer öğretmelere yönelik “stajyerlik durumlarının yandaş sendikaya geçmeleri halinde daha rahat kaldırılacağı” şeklinde bazı illerde yapılan baskı ve yönlendirmedir. 

Yine yandaş sendikaya geçişi özendirmek ve teşvik etmek için kimi yerel yönetimlerde yasaya aykırı şekilde sosyal denge tazminatlarından yararlanma koşulları ağırlaştırılmaktadır.

Örneğin Sendikamız TÜM BEL-SEN ile Derik Belediyesi arasında 01.04.2016 tarihinde imzalanan ve 15.03.2016 tarihi itibariyle yürürlüğe giren TİS sözleşmesi, AKP tarafından atanan kayyum tarafından,10.10.2016 tarihinde, 4688 sayılı yasanın 32. Maddesine dayanılarak iptal edilmiştir. Genel olarak da kayyumların ilk icraatlarının emekçilerin kazanılmış haklarına ve sendikal tercihlerine yönelik olması elbette Hükümet politikalarından bağımsız değildir.

Kayyum atanan belediyelerde sendikalarımızdan istifa edilmesi için sistematik bir çalışma yürütüldüğünün en bariz örneği Batman’da yaşanmıştır. Batman Belediyesine atanan Kayyumun atadığı yandaş sendika yöneticisi kayyum yardımcısının baskısı ve teşviki sonucu sendikamız TÜM BEL-SEN üyesi 150 kişi istifa etmiş, büyük çoğunluğu yandaş sendikaya geçmiştir.

2016 yılında hukuksal ve meşru zeminde hak olan greve katıldıkları için on binlerce eğitim emekçisine soruşturmalar açılıp cezalar verilirken, aynı devlet yüzbinlerce çocuğu eğitim ve öğrenim hakkından, eğitim emekçilerini ise çalışma hakkından yoksun bırakmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği, hatta kalktığı çoğu çatışma bölgesinde okullar kapalı tutulmuş, karakollara dönüştürülmüş, çocuklarımız ve eğitim emekçilerimiz belirsizlik ve kaygı içerisinde bekletilmiştir.

Geçen her gün AKP karanlığı hak ve özgürlükler üzerine bir karabasan gibi çöküyor. Her gün bir gün öncesini aratır duruma geldi. Korku, kutuplaşma ve kaos stratejisi üzerinden geleceğimiz ipotek altına alınmaya çalışılıyor. Ne yazık ki bugünleri bile arayabileceğimiz bir geleceğe doğru yol alıyoruz. Askeri darbeler dönemi AKP darbeleri ile devam ettiriliyor.

Yüzbinleri aşan ihraçlar da göstermiştir ki kamu emekçilerinin iş güvencesi yasal, anayasal değişikliğe gidilmeden ortadan kaldırılmıştır. On binlerce kamu emekçisi işsiz bırakılarak ailesiyle birlikte sokağa, açlığa terkedilmiştir.

İş yerlerinde iş barışı tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Kamu emekçilerinin yan yana çalıştığı iş arkadaşına bile güvenmediği, baskı ve tedirginliğin tüm iş yerlerini ele geçirdiği bir süreçte kamu hizmeti üretilmeye çalışılmaktadır!

Ekonomik kriz derinleşiyor ve çalışan emekçiler de sefalet sınırında yaşam mücadelesi veriyor.

Dünden bugüne yalnızca kendi üyeleri için değil tüm kamu emekçilerine dönük haksız, hukuksuz uygulamalar ve sömürü karşısında hiçbir siyasi iktidara boyun eğmeyerek mücadele eden Konfederasyonumuz KESK tamda bu özelliğinden dolayı AKP iktidarının ve yandaşlarının hedefi olmaktadır.

Ancak KESK, bağlı sendikaları ve yüzbinlerce üyesi olarak ne geçmişte ne de bugün karanlığa teslim olmadık, olmayacağız. Korku imparatorluğu kendi sonunu getirmeye mahkûmdur. Kaçınılmaz sonlarını emekçileri ve demokrasi güçlerinin ortak ve birlikte mücadelesi getirecektir.

AKP faşizmine birlikte karşı koymak ve ortak mücadele etmek dışında bizi aydınlığa çıkaracak bir yol olmadığının bilinciyle tüm ezilenler ve ötekileştirilenlerle birlikte büyük bir dayanışma ağını kuracak, baskıları göğüsleyecek ve püskürteceğiz.

Fiili, meşru ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun yükselteceğiz.

Saygılarımızla…

Rapor ekleri için linki taklayın

MAAŞTAN KESİLMİŞ OLAN EMEKLİ KESENEKLERİ GERİ ALINABİLİYOR

T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olarak geçirdikleri sürelerde aylık maaşlarından yapılmış olan kişi kesintileri, Sandıkla ilişiklerinin kesilmesinden sonra talep etmeleri halinde bazılarına topluca ödenebilmektedir.

Sosyal güvenlik bakımından haklarında 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanan kamu görevlilerinin aylık maaşlarından, emekli keseneğine esas matrah tutarı esas alınarak %16 oranında kişi kesintisi yapılmaktadır.

Emekli Sandığı iştirakçisi olup daha sonra Sandıkla ilişiği kesilenlere, aylık ve ücretlerinden kesilmiş olan emekli keseneği kişi kesintisi tutarları, 5434 sayılı Kanunun mülga 87 ve 88 inci maddelerine göre ilgililere geri ödenebilmektedir. (mülga olan bu maddeler, 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesine istinaden ilgilileri hakkında uygulanmaya devam olunmaktadır)

Emekli keseneğinin geri alınması

Emekli Sandığına tabi görevlerde bulunurken bazı sebeplerle Sandıkla ilişiği kesilenler, ilişikleri kesilinceye kadar aylık ve ücretlerinden kesilmiş olan emekli keseneklerini (kişi kesintilerini), hizmet sürelerinin yeterli olması halinde, topluca ve faizsiz olarak geri alabilmektedirler.

5434 sayılı Kanunun konuya ilişkin mülga hükümlerine göre, emekli keseneklerinin geri ödenmesi mümkün olanlardan bazıları şunlar:

-İdari veya adli bir ceza sebebiyle görevine son verilenler.

-Asaletleri onaylanmadan görevlerine son verilen aday ve stajyerler.

-İstifa edenler (milletvekili seçimleri için istifa edip milletvekili seçilmiş olanlar hariç).

-İstifa etmiş (çekilmiş veya müstafi) sayılanlar.

-Emeklilik hakkı tanınmayan bir göreve naklen atananlar.

-Emeklilik hakkını kaybedenler.

-Belediye başkanlığı veya il genel meclisi üyeliğinden ayrılanlardan emeklilik hakkı tanınan bir göreve atanmayanlar.

Emekli keseneğinin geri ödenmesinde hizmet süresi şartı

Emekli Sandığı ile olan ilişkileri yukarıda sayılan sebeplerden herhangi biri ile kesilenlere, birikmiş olan keseneklerinin geri ödenebilmesi için, fiili hizmet sürelerinin 5 yıldan az ve 9 yıldan çok olmaması gerekiyor.

Hizmet süresi 5 yıldan az olanlara emekli keseneği geri ödemesi yapılmamakta, ancak bu kişiler yeniden işe girdiklerinde Sandık iştirakçisi olabilmektedirler.

Hizmet süresi 10 yıl ve daha fazla olanlara emekli keseneği geri ödemesi yapılmamaktadır. Ancak, asaleti onaylanmadan görevine son verilen aday ve stajyerler ile emeklilik hakkını kaybedenlere, emekli keseneği iadesi yapılırken hizmet süresinin 10 yıldan az olup olmadığına bakılmamaktadır.

2017 YILI GELİR VERGİSİ TARİFESİ VE ENGELLİ İNDİRİMİ TUTARLARI BELİRLENDİ

Bugün (27 Aralık 2016) yayımlanan 296 Seri No’lu  Gelir Vergisi Genel Tebliğinde, 2017 yılında ücret gelirlerinin vergilendirilmesinde esas alınacak tarife ve uygulanacak engelli indirimi tutarları da yer aldı.

Gelir Vergisi matrah ve oranları

Maliye Bakanlığı tarafından çıkarılan Tebliğe göre, 2017 yılında ücret gelirinden alınacak Gelir Vergisi matrah ve oranları şöyle olacak:

Matrah                 Gelir Vergisi Oranı

13.000 TL’ye kadarı için          %15

13.001-30.000 arası için         %20

30.001-110.000 TL arası için  %27

110.000 TL’den fazlası için         %35

Gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi 2016 yılına göre değişirken (%15’lik oran uygulanan kısım 12.600 TL’den 13.000 TL’ye çıktı), diğer dilimlerde herhangi bir değişiklik olmadı.

2017 yılı engelli İndirimi tutarları

Engel derecelerine göre, çalışanların gelir vergisi matrahına esas ücretleri üzerinden belirli miktarlarda engelli indirimi yapılmaktadır. Tebliğe göre, engelli indirimi miktarları 2017 yılında şöyle olacak.

Engel durumuEngelli İndirimi Tutarı

1. derece engelli (%80 ve daha yukarı)900 TL

2. derece engelli (%60-%79 arası) 470 TL

3. derece engelli (%40-%59 arası) 210 TL

Birinci ve üçüncü derece engel hallerine ilişkin indirim tutarları 2016 yılı ile aynı olurken, ikinci derece engel hali için uygulanan indirim tutarı 2016 yılına göre sadece 10 TL arttı..

AYM KAZANIMIMIZ SONRASINDA HÜKUMET ADIM ATIYOR

TBMM’ne sevk edilen Kanun Tasarısı’na göre, 30 yıldan fazla hizmet süresi olan tüm kamu personelinin emekli ikramiyeleri ödenecek

Bakanlar Kurulunca TBMM’ye sevk edilen kanun tasarısına göre,

1- 30 yıldan fazla hizmet süresi olup da, fazla süreler için emekli ikramiyesi almayanlara, alamadıkları ikramiyeler verilecek. Bunun için tasarının yasalaşması sonrasında 1 yıl içinde başvurmak yeterli olacak. 7500 liraya kadar olan kısım başvurudan itibaren ilk 3 ay içinde, kalan kısım ise faiziyle birlikte 2017 yılının aynı ayı içinde ödenecek.

2- İkramiye farkı ödemeleri, görevden ayrıldıkları tarihteki katsayılar esas alınarak ödenecek.

3- İkramiye farkları memurun kendisine veya vefat etmesi halinde hak sahiplerine ödenecek.

4- Dava açanlara, dava açmadan önce SGK’ya yaptıkları başvuru tarihi esas alınarak ve kanuni faiz işletilerek, ikramiye farkları ödenecektir. Açılan davalara konusuz kalması nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilecek. Yargılama giderleri idarenin üzerine bırakılacak. Vekalet ücretleri ise dörtte bir oranında ödenecek. SGK idare mahkemelerinin verdiği olumsuz kararlar için temyiz yoluna gitmeyecek, ayrıca temyize gidilmiş dosyalardan da vazgeçilecek.

KIDEME GÖRE ÖDEMLERİ

MESLEK    YILLIK ÖDEME

VALİ                                             3,437 TL

MÜSTEŞAR                                  3,407 TL

HAKİM SAVCI(1.sınıf)                  3,407 TL

PROFESÖR                                  3,168 TL

DOÇENT                                       2,826 TL

DAİRE BAŞKANI                           2,587 TL

MÜHENDİS-DOKTOR                    2,587 TL

SANATÇI                                      2,587 TL

ÖĞRETMEN  (1/4)                        2,102 TL

POLİS  (1/4)                                2,040 TL

HEMŞİRE                                     2,040 TL

TEKNİKER                                   1,730 TL

ŞEF                                             1,668 TL

TEKNİSYEN                                 1,656 TL

MEMUR                                       1,600 TL

NOT: BU RAKAMLAR 30 YILDAN FAZLA ÇALIŞILAN YIL İLE ÇARPILIR.

Tasarı Metni Ektedir..

KAYSERİ’DE YAŞANAN TERÖR SALDIRISINI LANETLİYORUZ

Bu sabah saatlerinde Kayseri Erciyes Üniversitesi yakınlarında gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda 13 asker yaşamını yitirmiş 55 asker ve yurttaş yaralanmıştır.

Kültür Sanat Sen olarak yaşanan saldırıyı şiddetle kınıyor, lanetliyoruz. Yaşamını yitirenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor, acılarını paylaşıyoruz.

En son 10 Aralık’ta İstanbul Beşiktaş’ta ve bugün Kayseri Erciyes’te yaşadığımız saldırılar ülkemizi her geçen gün daha fazla uçurumun kıyısına sürükleyen şiddet sarmalını yaratan politikaları sorgulamadan sadece kınamanın, lanetlemenin yetersiz kaldığını göstermektedir.

Toplum olarak hepimizin daha fazla şiddete, çatışmaya, gerilime değil,  demokrasiye, barışa, huzura,  ihtiyacı vardır. Ne her geçen gün içine daha fazla sürüklendiğimiz şiddet girdabı ne de daha fazla kan ve göz yaşından başka bir şey getirmeyen politikalarda ısrar edenlerin bu kaos ortamını baskıcı-otoriter rejimin dayanağı haline getirmesi kaderimiz değildir.

Saldırıda yaşamını yitirenlerin yakınlarına bir kez daha başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor; hiç kimsenin can güvenliğinin tehdit altında olmadığı, toplum olarak barış ve huzur içerisinde kardeşçe yaşayabileceğimiz demokratik bir iklimin hızla inşa edilmesi için herkesi göreve çağırıyoruz.

ÇALIŞMA BAKANI MÜEZZİNOĞLU’NDAN KONFEDERASYONUMUZA ZİYARET!

Bugün saat 13.00’da Çalışma Bakanı Mehmet Müezzinoğlu başkanlığındaki heyet, Çalışma Müsteşarı Ahmet Erdem, Devlet Personel Başkanlığı vekili Enes Polat ve Sendikalardan Sorumlu Daire Başkanı İbrahim İnan ile birlikte Konfederasyonumuza bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyarette, Eş Genel Başkanımız Lami Özgen, Genel Sekreterimiz Hasan Toprak, Basın-Yayın ve Eğitim-Örgütlenme Sekreterimiz İlhan Yiğit, Kadın Sekreterimiz Gülistan Atasoy ve Mali Sekretemiz Ramazan Gürbüz hazır bulundular.

Ziyarette, demokratik mücadelede Konfederasyonumuzun önemine değinen Müezzionoğlu, 15 Temmuz darbe girişimden ve bombalı saldırılardan bahsederek ülkenin olağanüstü bir süreçten geçtiğini, farklı kararlar alınması gerektiği dile getirdi. Müezzinoğlu, ülkenin daha demokratik, daha hukukun üstünlüğünün uygulandığı süreçlere ulaşması için çaba sarf ettiklerini belirterek, OHAL sürecinden uzaklaşarak, bir an önce normalleşme istediklerini, ülke çalışanlarını da daha iyi koşullara taşımak için çalıştıklarını kaydetti.

Müezzinoğlu AKP olarak KESK’in kuruluş felsefesini bildiklerini, ülkenin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için mücadele ettiklerini belirterek yakın zamanda gerçekleşen darbe girişiminin ülkenin geleceğini etkilediğini, bedelinin ise ağır bir şekilde ödendiğini kaydedederek tüm kamu emekçileri ile açığa alınan, ihraç edilen üyelerin hak ve çıkarlarının korunmasının KESK’in görevi olduğunu ve Çalışma Bakanlığı’nın da bu süreçte KESK ile birlikte ortak sorumluluğu olduğunu ifade etti.

Eş Genel Başkanımız Lami Özgen ise,  emek ve demokrasi mücadelesi bağlamında, Türkiye’nin demokratikleşmesi, barış, insanca yaşam mücadelemizi dün olduğu gibi bugün de sürdürdüğümüzü, ancak özellikle OHAL bahanesiyle sendikal faaliyetlerin sürekli yasaklanmasının, temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir durum olduğunu, bundan vazgeçilmesi gerektiğini belirterek açığa alınan ve ihraç edilen kamu emekçilerine yönelik 10-11 Aralık bölge mitinglerinin keyfi olarak yasaklaması konusunu dile getirdi.

Özgen, temel hak ve özgürlüklerin yasaklanması, sendikal hak ve özgürlüklerin kısıtlanması noktasında KESK’in ülkenin ve çalışma yaşamının demokratikleşmesi mücadelesinde tüm kamu emekçilerinin iş güvencelerinin önemine değinerek, iş güvencesine ve kamunun tasfiyesine yönelik saldırıların arttığı bu dönemde Çalışma Bakanlığı’nın emekçilerden yana taraf olması gerektiğini, OHAL, KHK’ler eliyle ise kamu emekçilerinin iş güvencelerinin elinden alınmasının kabul edilemez olduğunu, ihraçlar ve açığa alınanlarının görevlerine iade edilmesi gerektiğini belirtti. Eş Genel Başkanımız Lami Özgen, SGK’da açığa alınanların görevde yükseltme sınavına alınmamasını örnek vererek bu durumun özlük hakkına yönelik bir saldırı olduğunu, değişik bakanlıklarda da buna benzer keyfi uygulamaların öne çıkarıldığı, bütün bunları gidermeye yönelik ise DPB’nin gerekli uyarıları yapması ihtiyacını dile getirdi.

Özgen, 21 Aralık tarihinde “İşimi, Ekmeğimi Geri İstiyorum” şiarıyla ihraç edilen arkadaşlarımızın özne olacağı İstanbul-Ankara yürüyüşünün engellenmemesi, yasaklanmaması noktasında Çalışma Bakanlığı’ndan destek beklendiğini ifade ederek, ihraç edilen, açığa alınan bütün kamu çalışanları adına bu eylemi gerçekleştireceklerini belirtti.

ÖZEL TİYATROLAR 2016 – 2017 SANAT SEZONU YARDIMLARI AÇIKLANDI

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın her yıl özel tiyatrolara vermiş olduğu yardımlar sahiplerini buldu.

Özel tiyatroların 2016-2017 sanat sezonunda gerçekleştirecekleri projelerine yönelik yapılan maddi desteği almaya hak kazanan ekiplerin tam listesini aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.guzelsanatlar.gov.tr/TR,168135/ozel-tiyatrolar-2016—2017-sanat-sezonu-yardimlari.html

EKİM 2016 AÇLIK ve YOKSULLUK ARAŞTIRMASI

Kültür Sanat Sen tarafından yapılan “açlık-yoksulluk” araştırmasına göre, Türkiye’deki 4 kişilik bir  ailenin açlık sınırı 2 bin 16 TL, yoksulluk sınırı ise 5 bin 303 TL olarak belirlendi.

KÜLTÜR SANAT SEN tarafından yapılan açlık-yoksulluk araştırmasına göre Ekim ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 16,776 TL, yoksulluk sınırı ise 5 bin 303,713 TL olarak tespit edildi. Yapılan araştırmaya göre Ekim ayında Eylül ayına göre gıda fiyatlarında ortalama yüzde 1.61’lik bir artış yaşandı. 

Ekim 2016 itibarı ile ortalama 2.703,84 TL ücret alan bir memurun ailesinin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması, Maaşının %45,26’sını oluşturmuştur. 

Bir memur ailesi Türkiye İstatistik Kurumu verilerinde göre ortalama kira bedeli olarak Ekim 2016 maaşının %25,50’sini ayırmak zorunda kalmaktadır.

Bir memur ailesinin ulaşım, sağlık, eğitim, haberleşme, giyim gibi diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için Ekim 2016 maaşından geriye yalnızca % 29,24 lük oranı kalmıştır.

– Toplu İş Sözleşmesinde verilen üç kuruşluk zam vergi dilimi nedeniyle hazineye geri aktarılıyor,

-Gıda, eğitim, sağlık, barınma, haberleşme gibi temel hizmetlerde ki zamlar nedeniyle Kamu Emekçileri ayrıca olumsuz etkilenmektedir.

-Temel yaşam harcamalarına yetişemezken kültür ve sanat’a hiç bütçe ayıramamaktadırlar,

-Kısacası yaşamı sadece hayatta kalma mücadelesine dönen kamu emekçilerinin insanca yaşaması hayal olmaktadır,

-Kamu Emekçilerine bu kaderi reva görenler utansın!

İŞİMİZE ve GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN ­­­YOLA ÇIKTIK, GELİYORUZ!

29 Eylül- 15 Ekim dönemini kapsayan Mücadele Programımızı kamuoyu ile paylaştığımız 27 Eylül 2016 Salı günlü yaptığımız basın toplantısında 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile emekçilere, işçilere, özgür basına, demokratik muhalefete bedel ödetildiği bir dönemden geçtiğimizin altını çizmiştik.

Bugün genelde toplumun en geniş kesimleri özelde kamu emekçileri olarak sıkıştırıldığımız OHAL-KHK rejiminin cenderesinden çıkmanın tek yolunun sıramızı beklemeden ve zaman kaybetmeden haklarımızı korumak için bir arada birleşik mücadeleyi örmekten geçtiğini vurgulayarak bu temelde 29 Eylül- 15 Ekim dönemini kapsayan Mücadele Programımızı kamuoyu ile paylaşmıştık.

Söz konusu Mücadele Programımıza göre, 29 Eylül’den bugüne yürüttüğümüz imza kampanyamızın ve 15 Ekim’de tüm illerden gelen üyelerimizin kitlesel katılımı ile Ankara’da yapacağımız Merkezi Mitingin talepleri olan;

  • OHAL kaldırılsın
  • KHK’ ler geri çekilsin
  • İhraç edilen ve açığa alınan kamu emekçileri derhal görevlerine iade edilsin
  • İş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen düzenlemeler geri çekilsin,

Taleplerimizi kamuoyu ile paylaşmak üzere; İstanbul, İzmir, Van-Diyarbakır olmak üzere üç koldan oluşan Yürüyüş Kollarımız bugün dört otobüsle yola çıkıyor.

‘Durak illerde’ yapılacak basın açıklamalarının ardından yoluna devam edecek olan Yürüyüş kollarımız üç günlük maratonun ardından 15 Ekim’de Ankara’da olacak.

Buna göre; 12 Ekim 2016 saat 18.00’de Haldun Taner Tiyatrosu yanı Kadıköy’de Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse tarafından yapılacak basın açıklamamızın ardından yola çıkacak olan İstanbul Yürüyüş Kolumuz 13 Ekim’de Kocaeli ve Yalova, 14 Ekim’de Bursa’da yapılan karşılama ve basın açıklamalarının ardından 15 Ekim Cumartesi sabahı Ankara’da olacak.

12 Ekim’de Aydın’da yapılacak basın açıklamasının ardından yola çıkacak olan İzmir Yürüyüş Kolumuz13 Ekim’de İzmir ve Manisa, 14 Ekim’de ise Uşak’ta yapılacak karşılama ve basın açıklamalarının ardından yoluna devam ederek 15 Ekim Cumartesi sabahı Ankara’da olacak.

Van-Diyarbakır Yürüyüş Kolumuz iki otobüsle yola çıkacak. 12 Ekim’de Van’dan yola çıkanları taşıyan otobüsümüz Bitlis ve Batman’da yapılan karşılama ve basın açıklamalarından sonra Diyarbakır’a ulaşacak. Van-Diyarbakır Yürüyüş kolumuz Diyarbakır’da diğer illerin de katılımı ile yapılacak olan karşılama ve uğurlamadan sonra yoluna iki otobüsle devam edecek. 13 Ekim’de Urfa, Adıyaman ve Gaziantep, 14 Ekim’de Hatay, İskenderun ve Adana’da yapılacak olan karşılama ve basın açıklamalarının ardından yoluna devam ederek 15 Ekim Cumartesi sabahı Ankara’da olacak.

Sınırlı sayıdaki katılımcı ve otobüsten oluşan Yürüyüş Kollarımız daha çok mitingimize ilişkin kamuoyu oluşturma amaçlı olarak planlanmıştır.

Söz konusu Yürüyüş kollarımızın haricinde 14 Ekim’de Türkiye’nin dört bir tarafından hareket edecek otobüslerle yola çıkan üyelerimiz de 15 Ekim sabahı Ankara olacaktır.

Yani 12 Ekim’de yola çıkan Yürüyüş Kollarımızla, 14 Ekim’de Türkiye’nin dört bir tarafından yola çıkan üyelerimizle 15 Ekim sabahı “İşimize ve Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz, Bu Ağır Saldırıyı Da Püskürteceğiz!” Merkezi Mitingimiz için Ankara’da olacağız.  

Yola Çıktık, İşimiz Ve Geleceğimize Sahip Çıkmak İçin Geliyoruz!

  • İş Güvencemize sahip çıkmak için üç koldan çıktık yola, geliyoruz.
  • Sorgusuz, sualsiz, bir mahkeme kararı olmadan, ihbar ve fişlemeler esas alınarak savunma hakkı dahi verilmeden ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçilerinin göreve iade edilmesi için
  • İhraç edilen, açığa alınan sadece kendi üyelerimiz için değil haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayan tüm kamu emekçilerinin sesi olmak için çıktık yola, geliyoruz.
  • Başta iş güvencemiz olmak üzere yıllardır tırnaklarımızı kazıyarak elde ettiğimiz sendikal hak ve özgürlüklerimizin ortadan kaldırılmasına karşı yollardayız, geliyoruz.
  • Siyasal iktidar tarafında her geçen gün daha faza bir sivil darbe sürecinin fırsatına çevrilen OHAL-KHK rejiminin sona ermesi için yollardayız, geliyoruz.

Kamu emekçileri başta olmak üzere OHAL-KHK rejiminin hedefi haline gelen tüm emek ve demokrasi güçlerini, ekmeği küçültülen, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılan tüm yurttaşlarımızı,

Yürüyüş kollarımızın illerde yapacağı basın açıklamalarına,

Yurdun dört bir yanından gelen üyelerimizle 15 Ekim’de Ankara’da yapacağımız “İşimize ve Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz, Bu Ağır Saldırıyı Da Püskürteceğiz” Merkezi Mitingimize katılmaya,

Omuz olmaya çağırıyoruz!

              KESK Yürütme Kurulu

DANIŞTAY DAVA DİLEKÇE ÖRNEĞİ

672 sayılı KHK ile ihraç edilenlere ilişkin Konfederasyonumuz tarafından hazırlanan Danıştay dava dilekçesi ektedir.

Ekteki dilekçe örneğinin boş bırakılan bölümleri kişisel durumlara uygun olarak doldurulduktan sonra Danıştay’a başvurulacaktır. Tebliğ tarihi 1 Eylül olarak kabul edilerek davanın 60 günlük süre içerisinde açılması gerekmektedir.  DİLEKÇE ÖRNEĞİ İÇİN TIKLAYINIZ

AİHM başvuruları için hazırlanan dilekçe örneği de kısa bir süre sonra sitemizden paylaşılacaktır.

KESK olarak, tüm kamu emekçilerinin sözcüsü ve mücadele örgütü olma kararlılığımzla mücadeleyi her alanda yükseltmeye devam edeceğiz!

SAVAŞSIZ BİR DÜNYA DİLEĞİYLE

1 EYLÜL 2016 DÜNYA BARIŞ GÜNÜ AFİŞİMİZ Savaşsız bir dünya dileğiyle… #1eyluldunyabarisgunu  

1 Eylül Dünya barış günü kutlu olsun. Almanya 1 Eylül 1939 yılında Polonya’yı işgal etti. Bu aynı zamanda arkasında 52 milyon ölü, milyonlarca yaralı ve moloz yığınına dönen şehirler bırakacak İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı tarih oldu. Savaş sona erdikten sonra ise yıkımın izlerinin silinmesi için 1 Eylül ‘Dünya Barış Günü’ ilan edildi.

7 SORUDA ZORUNLU BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİ!

Erkan Aydoğanoğlu AKP Hükümeti tarafından dayatılan zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ile ilgili soruları cevaplandırdı.

1- ZORUNLU BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİ (BES) NE ANLAMA GELİYOR?

Asıl adı “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi” olan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) Türkiye’de 2001 yılından bu yana uygulanıyor. Sistemin asıl amacı katılımcıların tasarruflarının bir fon hesabı üzerinden piyasada değerlendirilerek işletmek. Sisteme giren katılımcılar 56 yaşına kadar her ay düzenli prim ödemek zorundalar. Bireysel Emeklilik Sisteminde yer alan en avantajlı katılımcı grubu 46 ve üzeri yaş grubu olduğu halde yaş sınırının 45 ve altı yaş grubunu kapsaması hükümetin daha fazla kaynak yaratmak için prim ödeme süresini özellikle uzun tutmak istediğini gösteriyor.

2- HÜKÜMET ZORUNLU BES İLE NEYİ AMAÇLIYOR?

Basında “ikinci emeklilik” olarak pazarlanan zorunlu BES ile Hükümetin asıl amacı, işçilerden yapılan kesintilerle oluşturulacak fon hesabındaki paraları ekonominin ve patronların kaynak ihtiyacı için kullanmak. Fon kaynakları hükümet tarafından özellikle “çılgın projeler” ve patronlara kaynak aktarmak için kullanılacak. Tıpkı İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paraların işsizlerden çok başka alanlarda kullanılması gibi, emeklilik fonlarında biriken paraların da hükümet yatırımları, borçların ödenmesi ve patronlara yönelik teşvikler için kullanılmasının önünde herhangi bir engel yok. 

3- ZORUNLU BES NE ZAMAN BAŞLIYOR VE KİMLERİ KAPSIYOR?

Zorunlu BES resmi olarak 1 Ocak 2017’de başlayacak. Hükümet, “zorunlu” ifadesinin olumsuz etkisini azaltmak için “otomatik katılım” ifadesini kullanıyor. 1 Ocak 2017’den itibaren 45 yaş altında bulunan tüm ücretliler (işçiler ve memurlar)bu düzenlemenin kapsamı içinde. Yaklaşık 13 milyon kişiyi ilgilendiren bu düzenleme ile işçilerin sırtından 100 milyar TL’lik hazır kaynak yaratılması hedefleniyor. 

4- PRİM KESİNTİLERİ NE KADAR OLACAK?

2017 yılında asgari ücret alan bir işçinin prime esas kazancının (ücret, ikramiyeler, sosyal ödemeler vbdahil) yüzde 3’ü zorunlu BES primi olarak, patronlar tarafından kesilecek ve işçilerin iradesi dışında patronların belirlediği fon hesabına yatırılacak. Bugünkü ücretlere göre yapılacak kesintiler 50 TL ile 320 TL arasında değişiyor. 2017’de bu miktarlar ücret artış oranına göre daha da artacak. İşçilerin ikramiyeleri varsa, ikramiye aldıkları ay yapılacak kesinti daha fazla olacak. 
Asgari ücretle çalışan işçilerin ücretinden bugünkü hesaplamayla aylık 50 TL, yıllık 600 TL kesinti yapılacak. İşçinin aylık prime esas kazancı 2.000 TL ise aylık 60 TL, yıllık 720 TL kesilecek. Aylık prime esas kazanç 3.000 TL ise, aylık 90 TL, yıllık 1.080 TL kesilip, Bireysel Emeklilik Fonuna aktarılacak. 


5- BİREYSEL EMEKLİLİK İLE “İKİNCİ EMEKLİLİK ŞANSI” İDDİASI NE KADAR DOĞRU?

Ekim 2008’de çıkarılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) kanunu ile bir taraftan emeklilik yaşı 65’e çıkarılırken, işçi ve memur emeklilerine ödenen emekli maaşı bağlama oranları kademeli olarak düşürüldü. Bu değişikliğe göre örneğin 2008 öncesinde emekli olan bir işçi son brüt maaşının yüzde 65’ini emekli maaşı olarak alabiliyorken, yapılan düzenleme ile bu orankademeli olarak yüzde 50’ye düşürüldü. Başka bir ifade ile 2008 sonrasında işe başlayan işçilerin emekli olduklarında maaşları yüzde 23 daha düşük olacak. İşçilerin emekli maaşlarındaki yüzde 23’lük azalmayı karşılamadığı için “ikinci emeklilik” ya da “ek gelir” iddiaları gerçeği yansıtmıyor. 

6- ZORUNLU BES İLE İŞÇİLERE “EK GELİR” SAĞLANACAĞI İDDİASI NE KADAR GERÇEKÇİ?

Yapılan bilimsel araştırmalara göre Türkiye’de bir işçi çalışma yaşamı boyunca en az 6 farklı işte çalışıyor, belirli bir süre işsiz kalıyor ve her seferinde düşük ücretle çalışmak zorunda bırakılıyor. Türkiye ekonomisindeki istikrarsızlıklar, yüksek enflasyon ve TL’nin sürekli değer kaybetmesi dikkate alındığında, yüzde 25 devlet katkısına rağmen, zorunlu BES’ten işçi ve emekçilerin kazançlı çıkması bir yana, çalışırken yapılan yüzde 3’lük prim kesintilerinin tam olarak geri alınması da mümkün görünmüyor.  Tıpkı geçmişte uygulanan “zorunlu tasarruf fonu” uygulamasında olduğu gibi, zorunlu BES konusunda da benzer bir sonucun ortaya çıkması mümkün. 

7- İŞÇİLERİN SİSTEME GİRMEK İSTEMEME HAKKI VAR MI? SİSTEMDEN NASIL ÇIKILABİLİR?

Uygulama 1 Ocak 2017’de başladığında, 45 yaş altındaki her işçi otomatik olarak sisteme dahiledilecek. İşçilerin bu süreçte “ben istemiyorum” deme hakkı yok. Ancak uygulama başladıktan sonraki 2 ay içinde (2 ay sonra değil) sonra işçiler cayma hakkını kullanarak sistemden ayrılabilir. Bu hakkı kullandığında kendi istedi dışında yapılan tüm kesintiler işçilere herhangi bir kesinti yapılmadan iade edilmek zorunda. 

31 AĞUSTOS 2016

TİYATRODA ‘YERLİ ve MİLLİ TARTIŞMALARI’ SÜRÜYOR

Devlet Tiyatrolarının önümüzdeki sezonu sadece ‘yerli ve milli’ oyunlarla açacağını duyurmasının ardından başlayan tartışmalar devam ediyor.

Devlet Tiyatrolarının önümüzdeki sezonu sadece “yerli ve milli” oyunlarla açacağını duyurmasının ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya DİHA’ya yaptığı açıklamada yapılanları, “sanata müdahale” olarak nitelendirdi.

Türk yazarların oyunlarının oynatılmasına itirazları olmadığını dile getiren Demirkaya, “Birçok oyun yazarımız ve gençlerimiz var. Tabii ki de destek verilmesi gerekiyor. Bunda bir sıkıntı yok. Ama evrensel normlarla tiyatro yazmış, dünyaca ünlü tiyatroya damga vurmuş kalemlerin Türk tiyatrosuna giremeyeceğini söylemek zır cahilliktir” dedi.

Sanat ve tiyatronun evrensel olduğuna ve yaşanılan yasaklamaların ise kabul edilemez olduğuna işaret eden Demirkaya, bu normların bir genel müdürün, kurulun, iktidarın sınırlandırması dahilinde olmadığına dikkat çekti. Demirkaya, “Dolayısıyla sanat kurumlarını gündemden düşürmedikleri bir nokta var. O da sanata müdahale etmek. Bu müdahalelerden vazgeçin” diye konuştu.

DT’NİN YABANCI ESER SERGİLEMEME LÜKSÜ YOK

Konuyla ilgili görüştüğümüz Devlet Tiyatroları İletişim Koordinatörü Murat Demirbaş, Kültür Servisine bir açıklama yaparak sezonun yerli oyunlarla açılacağı bilgisini doğruladı, ancak devamında yabancı oyunların da sahneleneceğini belirtti. Demirbaş, “Devlet Tiyatrolarının yabancı eserleri sahnelememesi gibi bir lüksünün olmadığını” vurguladı.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik tarafından açıklanan kurumun yeni sezonu sadece “yerli ve milli” oyunlarla açılacağının duyurulmasına ilk önce tiyatroculardan itirazlar geldi. Şehir Tiyatrolarında yapılan yönetim değişikliği kararlarını protesto ederek kurumdaki Genel Sanat Yönetmenliğinden istifa eden Ayşenil Şamlıoğlu, tepkisini kişisel Twitter hesabından “Devlet Tiyatrosunun kuruluş yasasını hiçe sayan bir uygulama, o yıllardaki ufkun ne kadar gerisine düştüğümüzü gösteriyor, yazıktır…” diyerek gösterdi.

‘SHAKESPEARE İLE HALDUN TANER KARDEŞTİR’

Devlet Tiyatrolarında 18 yıl süreyle; oyuncu, yönetmen, sanat yönetmeni, genel müdür danışmanı ve kurucu üyesi olduğu Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği DETİS’de çeşitli dönemlerde Genel Sekreter, Genel Başkan görevlerini üstlenen Ahmet Mümtaz Taylan ise konuyla ilgili düşüncelerini Twitter hesabından yaptığı “Devlet Tiyatrolarında bu yıl yabancı oyunlar oynanmayacak. Shakespeare, Çehov oynayarak bu noktaya geldik, bakalım oynamayarak nereye gideceğiz?” paylaşımında dile getirdi.

Devlet Tiyatrolarında çalışan Eren Aysan da tepkisini Twitter hesabından “Tiyatronun merkezinde insan vardır. Bu yüzden Shakespeare ile Haldun Taner, Çehov ile Melih Cevdet, Ibsen ile Güngör Dilmen kardeştir.Nokta!” diyerek belirtti.

YENİ AKİT: MESELE YERLİ OLUNCA ÇILGINA DÖNDÜLER

Tiyatro sanatçılarının gösterdiği bu tepki sanatçılar ve sanatseverler tarafından destek görürken, Yeni Akit sanatçıların bu tepkisine “Mesele yerli olunca çılgına döndüler!” haberiyle karşılık verdi. Yeni Akit’e göre “Devlet tiyatroları tarihi bir adım attı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sessiz kalamayan tiyatrolar yerli ve milli bir tavırla yeni sezonu Türk oyunları ile açma kararı aldı. Devlet tiyatrolarında yuvalanmış millet düşmanı bir grup gezi zekâlı ise algı operasyonuna yeltendi.”

Haberin devamında şu ifadelere yer verildi; “Devlet tiyatrolarının bu milli refleksi yaşadığı toprağa yabancı sözde Aydın ve sanatçı geçinen güruhu rahatsız etti.

Eskisi gibi tiyatrolarda rahatça at koşturamayan ve birçoğu devlet tiyatrolarından atılan hainler, alçakça algı operasyonu yapmaya kalktı. Hala devlet tiyatroları içinde bulunan gayri milli unsurlar konuyu çarpıtarak medyaya servis etti.”

DT’nin kararının haberlerini yapan gazete ve sitelerin “Devlet Tiyatrolarına karşı yapılan algı operasyonuna hizmet ettiğini” iddia eden Yeni Akit haberinde, Sanatçı Ahmet Mümtaz Taylan’ı da hedef gösterdi. Taylan için gazete şu ifadeleri kullandı; “Ahmet Mümtaz Taylan gibi bu ülkede azınlık zihniyeti temsil eden isimler, Shakespeare ve Çehov gibi yazarların oyunlarının artık oynanmayacağı yalanını savurdu.”

Ahmet Mümtaz Taylan haberin içeriğini “Mesele yerlide değil, okumadaki kötü niyette. Niyet uçar, mâna kalır, bu da geçer…” diyerek değerlendirdi.

30 Ağustos 2016 Çarşamba Evrensel gazetesi  (KÜLTÜR SERVİSİ)

MEMURLARIN MAAŞLARINDAN 600 LİRA KESİNTİ RESMİLEŞTİ

Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandı. 45 yaş altı ücret karşılığı çalışanlara, otomatik olarak bireysel emeklilik yapılacak. Düzenleme, 1 Ocak 2017’de yürürlüğe girecek.

Kanuna göre, Türk vatandaşı olup 45 yaşını doldurmamış olanlardan  ücret karşılığı çalışanlar, işverenin, kanun hükümlerine göre düzenlediği bir  emeklilik sözleşmesiyle emeklilik planına dahil edilecek. İşveren, çalışanını  otomatik katılım için emeklilik planı düzenleme konusunda Hazine Müsteşarlığınca  uygun görülen bir şirketin sunacağı emeklilik planına dahil edebilecek. Bakanlar  Kurulu, bu madde uyarınca emeklilik planına dahil edilecek işyerleri ile  çalışanları ve bu kapsamdaki uygulama esaslarını belirlemeye yetkili olacak.

Çalışanın katkı payı, prime esas kazancının yüzde 3’üne karşılık gelen  tutar olacak. Bu oranı iki katına kadar artırmaya, yüzde 1’e kadar azaltmaya veya  katkı payına maktu limit getirmeye Bakanlar Kurulu yetkili olacak.

Bu tutar en geç, çalışanın ücretinin ödeme gününü takip eden iş günü,  işveren tarafından şirkete aktarılacak. İşveren, katkı payını zamanında şirkete  aktarmaz veya geç aktarırsa, çalışanın birikiminde oluşan parasal kayıptan  sorumlu olacak.

Çalışan, otomatik katılıma ilişkin emeklilik sözleşmesinde belirlenen  tutardan daha yüksek bir tutarda kesinti yapılmasını işverenden talep edebilecek.

ÇALIŞAN 2 AY İÇİNDE SÖZLEŞMEDEN CAYABİLECEK

Çalışan, emeklilik planına dahil olduğunun kendisine bildirildiği  tarihi müteakip 2 ay içinde sözleşmeden cayabilecek. Cayma halinde, ödenen katkı  payları, varsa hesabında bulunan yatırım gelirleri ile 10 iş günü içinde çalışana  iade edilecek.

Şirket, cayma süresince ödenen katkı paylarının değer kaybetmemesini  sağlayacak şekilde fon yönetiminden sorumlu olacak.

Cayma hakkını kullanmayan çalışan, belirlenecek hallerde katkı payı  ödemesine ara verilmesini talep edebilecek.

Bu madde kapsamında bir emeklilik sözleşmesi bulunan çalışanın iş  yerinin değişmesi halinde, yeni iş yerinde bu madde kapsamında bir emeklilik  planı varsa, çalışanın birikimi ve sistemde kazandığı emekliliğe esas süresi yeni  iş yerindeki emeklilik sözleşmesine aktarılacak. Yeni iş yerinde emeklilik  planının bulunmaması halinde çalışan, talep ederse önceki iş yerinde düzenlenmiş  sözleşme kapsamında katkı payı ödemeye devam edebilecek; talep etmezse emeklilik  sözleşmesi sonlandırılacak.

1.000 LİRA DEVLET KATKISI

Çalışan adına Bireysel emeklilik hesabına ödenen katkı payları  üzerinden devlet katkısı sağlanacak. Çalışanın cayma hakkını kullanmaması  halinde, sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere, bin lira ilave devlet  katkısı sağlanacak. Bakanlar Kurulu, bu tutarı yarısına kadar artırmaya veya  yarısına kadar azaltmaya yetkili olacak.

Emeklilik hakkının kullanılması halinde, hesabında bulunan birikimi en  az 10 yıllık, yıllık gelir sigortası sözleşmesi kapsamında almayı tercih eden  çalışana, birikiminin yüzde 5’i karşılığı ek devlet katkısı ödemesi yapılacak.

Çalışan katkı payının takip ve tahsil sorumluluğu şirkete ait olacak.  Şirketlerce, fon işletim gideri kesintisi dışında başka bir kesinti  yapılamayacak. İşverenin yükümlülüklerine ve yürürlüğe konulan düzenlemelere  uymaması halinde, her bir ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100  lira idari para cezası uygulanacak.

Düzenleme, 1 Ocak 2017’de yürürlüğe girecek.

EMEKÇİLER AÇLIK SINIRININ ALTINDA YAŞIYOR

Her ay açıklanan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının Ağustos 2016 ayı sonucuna göre, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) bin 361 lira 60 kuruş oldu.

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türk-İş) her ay açıklanan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2016 Ağustos ayı sonucuna göre, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) bin 361 lira 60 kuruş oldu.

Ayrıca “yoksulluk sınırı” olarak ifade edilen, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar ve yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı 4 bin 435 lira 19 kuruş olarak açıklandı.

Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise bin 690 lira 35 kuruş olarak gerçekleşti.

Asgari ücretin net bin 177 lira olduğu ülkemizde, asgari ücret ile geçinmeye çalışan işçiler bu açlık ve yoksulluk sınırının çok altında yaşıyorlar.

SÖZLEŞMELİ PERSONEL ALIM SINAVI İLE İLGİLİ DUYURU

Bakanlığımız hizmetlerin daha etkin ve verimli olarak yürütülebilmesi amacıyla, taşra teşkilatında istihdam edilmek üzere Kütüphaneci pozisyonunda (200), Müze Araştırmacısı pozisyonunda (muhtelif bölümlerden toplam 100), Arkeolog pozisyonunda (100) olmak üzere toplam 400 adet sözleşmeli personel alımı için sınav açılması uygun görülmüş, konu Bakanlığımız ve Devlet Personel Başkanlığı resmi internet sitelerinde yayımlanarak duyurulmuş ve duyuruda bölümler itibariyle belirlenen şartlara sahip olanların başvuruları değerlendirilmiştir.

6/6/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen “Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar”ın ek 2 nci maddesinin son fıkrası uyarınca; başvuru tarihi itibariyle geçerlilik süresi dolmamış  KPSS (B) grubundan yetmiş ve üzeri puan alanlardan puan sırasına konulmak suretiyle alım yapılacak her bir pozisyon sayısının üç katına kadar sözlü sınava çağrılacak adaylar pozisyon unvanları ve bölümler itibariyle aşağıda yer almaktadır.

Sıralamaya giren adaylardan özgeçmişini başvuru formu ekinde göndermeyenlerin el yazısı ile ya da bilgisayar ortamında hazırlayacakları imzalı özgeçmişlerini, sözlü sınav tarihinden önce Kültür ve Turizm Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı Muhsin Yazıcıoğlu Caddesi No:50 adresinde olacak şekilde, en kısa zamanda göndermeleri gerekmektedir.

Sözlü sınav tarihi, yeri ve saati Bakanlığımız (www.kulturturizm.gov.tr) resmi internet sitesinde ayrıca duyurulacaktır.

Giriş sınavına katılacakların listesine, isim listesinin Bakanlığımız internet sitesinde ilanından itibaren beş gün içinde Personel Dairesi Başkanlığına yazılı olarak itiraz edilebilecektir. Dilekçede itiraz nedeninin açıkça ifade edilmesi ve dilekçenin adayca imzalanarak Personel Dairesi Başkanlığının yukarıda belirtilen adresine gönderilmesi gerekmektedir. Söz konusu dilekçeler, aslı hemen postaya ya da kargoya verilmek kaydıyla, aşağıda yer alan telefon numarasına faks ile de gönderilebilecektir.

Adaylara ayrıca yazılı duyuru yapılmayacaktır.

FAKS NUMARASI

0312 311 14 56    

KÜTÜPHANECİ

ARKEOLOG

MÜZE ARAŞTIRMACISI:

–          SANAT TARİHİ

–         TARİH

–          ANTROPOLOJİ

–          ETNOLOJİ

–          HİTİTOLOJİ

–          SÜMEROLOJİ           

–          FİLOLOJİ (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI)

Kaynak:T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı

MEMURA YEMEK YARDIMINDA İKİ ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİK

Bakanlar Kurulu, Devlet memurlarına verilen yemek yardımında değişiklik yaptı

Devlet Memurları Yiyecek Yardımı Yönetmeliğinde, 19 Ağustos 2016 tarihi itibariyle, değişiklik yapıldı. Tıklayınız.

İki madde üzerinde yapılan değişikliğin eski ve yeni madde karşılaştırma tablosuna aşağıda yer verilmiştir.

Yapılan değişikliğe göre,

1- Ankara, İstanbul ve İzmir’de, Maliye Bakanlığı daha önce oluşan yemek yardımı maliyetinin yarısını bütçeye koyup yarısını memurdan almaktaydı. Yeni düzenlemeye göre, Maliye Bakanlığı, oluşan yemek maliyetinin yarısını değil üçte ikisini karşılayacaktır. Bu yeni düzenleme 15 Eylül’den itibaren yürürlüğe girecektir. Maliye Bakanlığının karşılayacağı yemek gideri maliyeti artacağı için, Ankara, İstanbul ve İzmir’de çalışmakta olan memurun ödeyeceği yemek yardımı ücreti azalabilir.

2- 112 acil sağlık hizmetlerinde çalışan personelin ücretsiz olarak yemek yardımından yararlanması yönünde daha önce düzenleme yapılmıştı. Yeni yapılan düzenlemede, Al, A2 ve C tipi Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonları ile İl Ambulans Servisi Komuta Kontrol Merkezinde fiilen görev yapan personel hariç tutulmuştur.

İşte 19 Ağustos 2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan değişikliğin karşılaştırmalı madde tablosu

ESKİ HÜKÜMYENİ HÜKÜM
Yiyecek yardımının gerektirdiği giderler, yemek maliyetlerinin yarısını aşmamak üzere, bu Yönetmelik kapsamına dahil memur kadrosu adedine göre kurum bütçelerine konulacak ödeneklerle karşılanır.Madde 4-1-Yiyecek yardımının gerektirdiği giderler, yemek maliyetlerinin Ankara, İstanbul ve İzmir illeri için üçte ikisini, diğer iller için yarısını aşmamak üzere, bu Yönetmelik kapsamına dahil memur kadrosu adedine göre kurum bütçelerine konulacak ödeneklerle karşılanır.”
Bu Yönetmeliğe göre yiyecek yardımından yararlanacak personelden Sağlık Bakanlığı 112 acil sağlık hizmetlerinde görev yapan personel (sözleşmeli personel dahil), il sağlık müdürlüklerinin yemek servislerinden veya il sağlık müdürlüklerince belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı yataklı tedavi kurumlarının yemek servislerinden ücret ödemeden yararlanır. Bu personelden hizmetin kesintisiz olması nedeniyle görev yerinden ayrılamayacak durumda bulunanlar kumanya verilmek suretiyle bu yardımdan yararlandırılabilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığınca belirlenir.“EK MADDE 2- Al, A2 ve C tipi Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonları ile İl Ambulans Servisi Komuta Kontrol Merkezinde fiilen görev yapan personel hariç olmak üzere bu Yönetmeliğe göre yiyecek yardımından yararlanacak personelden Sağlık Bakanlığı 112 acil sağlık hizmetlerinde görev yapan personel (sözleşmeli personel dahil), il sağlık müdürlüklerinin yemek servislerinden veya il sağlık müdürlüklerince belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı yataklı tedavi kurumlarının yemek servislerinden ücret ödemeden yararlanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığınca belirlenir.”

MADDE 3- Sayıştayın görüşü alınarak hazırlanan bu Yönetmelik yayımını izleyen aybaşında yürürlüğe girer.

MADDE 4- Bu Yönetmelik hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

NE DARBE NE OHAL !

15 Temmuz darbe girişimi, halkın da desteğiyle geri püskürtülmüş, başarısız olmuştur. Mecliste olsun olmasın bütün siyasi partiler, sendikalar, odalar, sivil toplum kuruluşları fiilen demokrasiden yana tavrını koymuş, darbecilere karşı çıkmıştır.

Elbetteki darbe girişiminde bulunan herkes yargı karşısına çıkarılmalı ve yasaların öngördüğü biçimde cezalandırılmalıdır. Ancak, bu durumu fırsat bilen iktidar, muhalif gördüğü herkesi tasfiye etmek için adımlar atmakta, darbenin savuşturulmasını politik güce dönüştürmektedir.

Darbe bastırılmış, ama OHAL ile fiilen “darbe hukuku”nun hüküm sürdüğü bir döneme girilmiştir. Kanun Hükmünde Kararname ile yönetilen ülkede, hayatına demokrasiden yana yön vermiş nice insan işinden edilmekte, hakkında soruşturma açılmakta, meslekten men cezasına maruz kalmaktadır. Valiliklerin “gizli” yazıyla “muhbir” arayışına çıktıkları, basında yer almaktadır.

Başlayan “cadı avı”ndan, darbe ya da FETÖ ile hiçbir ilişkisi olmayan aydınlar, gazeteciler, sanatçılar, yazarlar, şairler, tiyatrocular da nasibini almaktadır. Bu hukuk dışı ve kuralsız savrulmanın son halkası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda 6 kadrolu sanatçı ile bir memur açığa alınmış, 20 hizmet alımı sanatçının ilişiği kesilmiştir. Hukuksuzluk karşısında meslektaşlarımızla sonuna kadar dayanışma içinde olacağımızı belirtmek isteriz.

Darbeye karşı olduğumuz kadar sıkıyönetim koşullarına ve OHAL’e de karşıyız. OHAL bir an önce kaldırılmalı, örgütlenme ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde, demokratik adımlar atılmalıdır. Yargının bağımsızlığını ve halk egemenliğini güvence altına alan laik anayasal düzen süratle kurulmalı; haksız yere tutuklanan, soruşturmaya maruz kalan ve işinden olan herkesin hakları iade edilmelidir.

Çözüm demokrasi, bağımsız yargı, insan hakları, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmadığı bir Türkiye’de birlikte yaşamaktır.

Oyuncular Sendikası
Kültür Sanat Sen
Türkiye Yazarlar Sendikası
Sinema Emekçileri Sendikası (Sine – Sen)
İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN) 
Devlet Tiyatroları Opera ve Bale Çalışanları Vakfı (TOBAV)
Opera Bale Vakfı (OBAV)
Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği (DETİS)
Opera Solistleri Derneği (OPSOD)
Sanatçılar Girişimi
Kültürlerarası İletişim Disiplinlerarası Sanat Derneği (KİDS)
Uluslararası PEN Türkiye Merkezi
Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği (UPSD)
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB)
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)
Piramid Sanat
Leman
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB)

NE ASKERİ NE SİVİL DARBE,NE OLAĞANÜSTÜ HAL! ACİL DEMOKRASİ

KESK-DİSK-TMMOB-TTB, siyasi partiler, emek ve demokrasi güçleri tarafından bugün saat 11.00’de Mülkiyeliler Birliği’nde yapılan ortak basın toplantısının metni aşağıdadır.

 15 Temmuz darbe girişimi ile ülkemiz büyük bir kaos ve yıkıma sürüklenmek istenmiştir. Ülkemizin geleceğinin darbeyle belirlenmeye çalışılmasını kabul etmedik, etmiyoruz.

 Her türlü darbe, darbe girişimi ve antidemokratik uygulamaların karşısındayızDarbelerin, demokrasiye, işçilerin emekçilerin haklarına ne kadar büyük zararlar verdiği tarihimizde defalarca kez görülmüştür. Demokrasiye ve özgürlüklere kast ederken yüzlerce yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına yol açan bu darbe girişimini bir kez daha lanetliyoruz.

 AKP iktidarı ise “darbe ile mücadele” gerekçesiyle 20 Temmuz Çarşamba günü tüm ülkeyi kapsayan OHAL ilan ederek toplumu susturmaya, kendisinden olmayan herkesi sindirmeye çalışmaktadır. Demokrasi talebiyle sokağa çağrılan kitlelerin önüne şeriat söylemi ve kışkırtmalarıyla geçilerek, halkın üzerinde tahakküm kurulmak istendiğini ve bunda ısrar edildiğini görüyoruz.

 AKP bu darbe girişiminin karşısına demokrasinin ve evrensel insan hakları değerlerini savunarak çıkmamakta, aksine idam cezasının savunulması, işkencenin meşrulaştırılması, TBMM’nin işlevsizleştirilmesi gibi darbecilerin hedef ve amaçlarıyla benzer bir yönelime girmektedir.

 Bakanlar Kurulu’nun OHAL ilanı, açık ki, sivil darbe ile Başkanlık sisteminin; ‘Başkomutanlık’ adı altında uygulanması, kurumsallaştırılması anlamına gelmektedir. OHAL ile TBMM tamamen devre dışı bırakılmış, hukuk askıya alınmıştır.

 Tüm söz,  yetki ve karar KHK’lara dayanarak Cumhurbaşkanı’na verilmiştir. Son olarak da Anayasanın 15. Maddesinin 2. Fıkrasında her şart altında güvence altında olduğu belirtilen temel haklara rağmen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınacağı bildirilmiştir.

 Bu adımlarla ülkemizin içine sürüklendiği koyu karanlıktan kurtulması mümkün değildir. Tüm toplumu nefessiz bırakan, ülkenin geleceğine ilişkin en küçük bir umut kırıntısını dahi yok etmeye yönelen AKP iktidarı bu yoldan derhal dönmelidir.

 Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu ve kritik dönemde sebebi ne olursa olsun kimse kendisini halkın iradesi yerine koymamalıdır. Türkiye’nin acilen çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasiyi hayata geçirmesi ve insan haklarına saygıyı güçlendirmesi gerekmektedir. Ülkemiz derhal evrensel değerleri ve uluslararası sözleşmeleri uygulamaya geçirmelidir.

 Ülkemizin demokratik geleceği ancak hukukun ve adaletin, barışın ve birlikte yaşamın tesis edilmesine, laikliğin ve özgürlüklerinin geliştirilmesine bağlıdır.

 Bizler tüm emek ve demokrasi güçleri olarak biliyoruz ki; emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi dışında hiçbir yol Türkiye’yi içinde bulunduğu bu karanlık tablodan çıkaramaz.

 Bu inanç ve kararlılıkla, AKP’nin derinleştirdiği bu sivil darbe süreci ve baskılar karşısında emekçi halkın talep ve çıkarlarını savunarak yan yana omuz omuza durmaya devam edeceğiz.

 Acil Demokrasi İçin Taleplerimiz

  1. OHAL derhal kaldırılmalıdır.
  2. Darbeciler yargılanmalı, bu yargılama evrensel hukuk ve insan haklarına bağlı kalarak gerçekleştirilmelidir. İşkence yasağı mutlaktır ve buna uyulmalıdır.
  3. Darbecilerle birlikte sokakta gerçekleşen linç girişimleri ve emniyetteki işkenceler de araştırılmalı, sorumluları yargılanmalıdır.
  4. İdam, demokratik bir talep değil insanlık suçudur. İdam cezası kabul edilen uluslar arası sözleşmeler ile kaldırılmıştır, hiçbir şekilde geri getirilemez.
  5. Sendikal hak ve özgürlükleri, toplantı, gösteri ve yürüyüş haklarını ortadan kaldıran uygulamalardan vazgeçilmelidir.
  6. Kamuda, üniversitelerde ve yüksek yargıda hiçbir hukuki gerekçe öne sürülmeden başlatılan görevden almalar, şeffaflıktan yoksun uygulamalar nedeniyle tüm kamunun AKP’lileştirilmesi kaygısını doğurmakta, muhaliflerin tasfiyesinin hızlandırıldığını göstermektedir. Bu adımlardan derhal vazgeçilmeli, hukuka uygun davranılmalıdır.
  7. Acil Demokrasi adımları atılmalıdır. Atılacak tüm adımlar ve çıkarılacak yasalar TBMM ve tüm toplum kesimleriyle paylaşılarak atılmalı, KHK’lara başvurulmamalıdır.
  8. Suriye’de izlenen savaş politikasından, cihatçı yapılanmalarla kurulan ilişkilerden vazgeçilmelidir.
  9. “Demokrasi nöbetleri” adı altında yapılan kimi sokak gösterilerinde başta Alevi vatandaşlarımızın yoğunlukta yaşadığı mahallere saldırı girişimleri olmak üzere çok daha tehlikeli bir sürece yol açabilecek provokasyonlara karşı acil önlemler alınmalıdır

 Bizler bu Acil Demokrasi taleplerimiz doğrultusunda her koşulda mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Emeğin haklarını, laikliği, gerçek demokrasiyi ve barışı savunmaya devam edeceğiz.

MÜZE ve ÖREN YERLERİNİN KİRALANMASI ‘YASAYA AYKIRI’

CEREN ERCİH

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 376 müze ve örenyeri gişesini ihale usulüyle kiraya verecek. İhalenin bedeliyse 1 milyar 190 milyon 366 bin lira olarak belirlendi. Kültür, Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen)Avukatı Tuncay Akı ve Arkeolaglar Derneği İstanbul Şube Başkanı Yiğit Ozar karara karşı çıktı.

Arkeolaglar Derneği İstanbul Şube Başkanı Yiğit Ozar; “Müze ve örenyerlerinin kiraya verilmesi toplumun bu alanları ücretsiz kullanımına engel olmaktadır. Bizler gişesi ve kar beklentilerinin parçası olmayan müzeleri savunuyoruz” dedi.

Kamu yararı yok

Kültür Sanat Sen Avukatı Tuncay Akı ise; “Bu ihalenin yasaya aykırı olduğunu belirtmiş bu yüzden de dava açmıştık. Kültür Bakanlığı’nın bu konu ile ilgili yeniden ihale yapması kamu menfaatine uygun değil. Neden özel bir sektörden bilet kesilmesini anlamış değilim. Bunu kültür Bakanlığının izah etmesi gerekir” dedi.

Ne olmuştu?

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) 2010 yılında aralarında Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı, Efes Müzesi gibi önemli tarih mekânlarının bilet gelirini kontrol edemediğini ifade etmişti. Bu durum üzerine Kültür ve Turzim Bakanlığı ‘Müze ve Ören Yerleri Gişelerinin, Giriş Kontrol Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi’ ihalesini açarak bu yerlerin bütün kontrollerini ve gelirini TÜRSAB’a devretti. Kültür Sanat Sen de ihalenin iptali istemiyle Bakanlığa dava açmış, Ankara 3. İdare Mahkemesi de ihalenin, Kamu İhale Kanunu değil Devlet İhale Kanunu kapsamında yapıldığı gerekçesiyle iptaline karar vermişti.

28 HAZİRAN 2016 .BİRGÜN GAZETESİ

2016 YILI 1. DÖNEM DEVLET TİYATROLARI KİK MUTABAKAT METNİ

2016 YILI 1. DÖNEM KÜLTÜR SANAT SEN İLE DEVLET TİYATROLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ARASINDA YAPILAN KURUM İDARİ KURULU MUTABAKAT METNİ

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Kurum İdari Kurulu, işveren temsilcileri Genel Müdür Yardımcısı V. Başkan M.Cemal COŞKUN, raportör üye Hukuk Müşaviri Ahmet Nuri EKİCİ ile KESK Kültür Sanat-Sen’i temsilen Kurul Başkan V. Sendika Genel Başkanı Yavuz DEMİRKAYA ve üye Alper TAZEBAŞ’ın katılımlarıyla 22.04.2016 günü saat 14:30’da toplanmış olup, önceden belirlenen gündem maddeleri doğrultusunda görüşülmeye geçilmiştir.

A- ÇALIŞMA ESASLARI:

1-  İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü Yeni Bosna Atölyelerinin çalışma alanlarında bulunduğu belirtilen kameraların emsal Danıştay ilamında ifade edilen gerekçelere istinaden kaldırılması hususunda İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğüne yazı yazılması,

2-  Salon Tahsislerinde görevlendirilen personele tahsis yapılan kişi veya kurumlarca ödenen ücretin 110,00 TL.ye çıkarılması hususunda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü emsal gösterilerek sendika tarafından talepte bulunulduğu, bu konuda taraflarca mutabakata varılmış ise de, işveren tarafından konu ile ilgili Teftiş Kurulu Başkanlığınca inceleme yapıldığı ve yönergede değişiklik yapılacağı gerekçeleriyle artışın uygulanamadığı belirtilmiş olup, 2016-2017 sezonundan itibaren ilgili hükmün uygulanması konusunda işveren ve sendika tarafından gerekli çalışmaların ve yazışmaların yapılması, 

3- Türkiye genelindeki Devlet Tiyatrosu Müdürlüklerine bağlı idari bina, sahne ve atölyelerde çalışma koşullarının İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa uygun hale getirilmesi hususunda işveren tarafından gerekli tespitlerin yapılarak, varsa eksik hususların giderilmesi,

4- İstanbul Yenibosna Atölyelerindeki yemekhaneye havalandırma yapılması için Müdürlüğe yazı yazılmasına,

5- Van depreminden sonra oluşan hasar nedeniyle kullanıma kapatılan ve Mayıs 2016 tarihinde hizmete açılması planlanan Van Devlet Tiyatrosu binasının 2016-2017 sezonunda faaliyete başlaması için işveren tarafından gerekli çalışmaların yapılması, 

B- SENDİKAL HAKLAR:

1- Bölge Müdürlüklerinde yetkili sendikaya temsilcilik odası, ilan panosu, dâhili telefon ve internet sağlanması,

2- Oy birliği ile karar altına alınan 2016 Yılı 1. Dönem Kurum İdari Kurul Tutanağının;

a) Genel Müdürlükçe tüm ilgili birimlere gönderilerek kurul panolarında duyurulması ve kurumun resmi web sitesinde yayınlanması,

b) Kurum İdari Kurulunda karar altına alınmış taleplerin ilgili birimlerce yerine getirilip getirilmediğinin periyodik olarak işveren tarafından denetlenmesi,

Hususlarında taraflarca mutabakata varılmış olup, iş bu tutanak bir nüshası işverene, bir nüshası da sendikaya verilmek üzere 2 nüsha halinde hazırlanarak imzalanmıştır.

Mutabakat Metnini Ek Dosyalardan İndir.

2016 YILI 1. DÖNEM DEVLET OPERA ve BALESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ KİK MUTABAKAT METNİ

4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu gereği Kurum İdari Kurul görüşmeleri için Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü toplantı salonunda 16.05.2016 tarihinde toplanılırmış.

Daha önce belirlenen gündem maddeleri doğrultusunda görüşülmeye geçilmiştir.

 A)    ÇALIŞANLARIN EKONOMİK VE SOSYAL HAKLARI:

1) 18.08.2015 tarihli ve 200 sayılı Genel Müdürlük Teknik Kurulunda alınan karar gereğince, Ankara DOB Müdürlüğünde Orkestra Şef Yardımcısı, Kordöbale Şef Yardımcısı, Dekoratör ve Kostüm Kreatörü, İstanbul DOB Müdürlüğünde Kostüm Kreatörü, İzmir DOB Müdürlüğünde Teknik Müdür, Dramaturg, Başışık Uzmanı ve Başperukacı, Mersin DOB Müdürlüğünde Solist Sanatçı, Koro Şef Yardımcısı, Dekoratör ve Başperukacı, Antalya DOB Müdürlüğünde Rejisör Yardımcısı, Orkestra Şef Yardımcısı, Koreograf, Kordöbale Şef Yardımcısı, Bale Öğretmeni, Kostüm Kreatörü ve Başperukacı, Samsun DOB Müdürlüğünde Solist Sanatçı, Kordöbale Şefi, Bale Öğretmeni, Dekoratör, Başperukacı ve Başrealizatör kadroları için kurum içi unvan ve pozisyon değişikliği sınavı açılmasına, sınav tarihinin Genel Müdürlükçe belirlenmesine karar verildiğinden sınavların gerçekleştirilmesi beklenmektedir.

-Yönetmelik değişikliğinden sonra sınav yapılacaktır.

 2) Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Sınavı ile (Görevde Yüksel Sınavı açılacak unvanlar: Şube Müdürü, Eğitim Uzmanı, Şef, Satın Alma Memuru, Ambar Memuru, Şoför, Sekreter, Gişe Memuru; Unvan Değişikliği Sınavı açılacak unvanlar: Tekniker, Grafiker, İstatistikçi, Teknisyen) Yönetmeliğinin Resmi Gazetede yayımlanmasından sonra Genel Müdürlük ve tüm İl Müdürlüklerinde uygun boş kadrolara geçiş için sınav açılması konusunda karar verilerek, sınavı yapacak kurum ve kuruluşlarla gerekli yazışmaların yapıldığı, sınavı yapacak kurumun programı doğrultusunda sınavların Kasım ayında yapılmasının planlandığı;

B)    HUKUKSAL KONULAR:

1)      Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Yönetmeliğinin doğum iznine ilişkin 63. maddesinin, 657 sayılı yasada yapılan değişiklik de dikkate alınarak buna uygun şekilde değiştirilmesi için çalışma yapılması,

2)      Çalışma mekanlarına kurumun güvenliği için yerleştirilen kameraların konacağı yerlerin sendika tarafından verilen Danıştay Onuncu Dairesince verilen 8/6/2016 tarih ve E:2014/203, K:2015/2775 sayılı kararına uygun olarak yapılmasına, karar örneğinin İl Müdürlüklerine gönderilmesine,

C)    ÇALIŞMA ŞARTLARI VE ORTAMLARI:

         1)     Bir önceki toplantıda alınan karar gereğince Müdürlüklerce tüketilen içme suyunun Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan firmalardan alınmasına.

-Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmış firmalardan alınmıştır.

2)     Ankara ve İzmir DOB Müdürlüklerinde 2016-2017 sanat sezonunda bir sonraki dönemde de diğer İl Müdürlüklerinde ışık-dekor sistemine geçileceğinden dekorlarda hafif malzeme kullanılması sorunu ortadan kalkacaktır.

-İzmir DOB Müdürlüğünde ışık-dekor sistemine geçilmiş olup diğer 5 Müdürlükte de 2016-2017 sanat sezonunda ışık-dekor sistemine geçilecektir.

       3)     İstanbul Üsküdar Tekel Binasında Bale Bölümünün havalandırma ve ısınma sorununun çözümlenmesi için teknik raporun Müdürlük tarafından İVEDİLİKLE hazırlanması.

       4)     Samsun DOB Müdürlüğünde görev yapan personelin yemek ihtiyacının karşılanması için kantinde düzenleme yapılmıştır.

        5)     Atölyeler de dahil olmak üzere tüm çalışma mekanlarında 01 Temmuz 2016 tarihinden itibaren iş güvenliği ve işçi sağlığı konularında yasa gereği zorunlu olarak sürekli denetim ve eğitim uygulanacaktır.

        6)     2016 yılı 1. Dönem Kurum İdari Kurul tutanağının kurumun web sitesinde yayımlanarak ayrıca İl Müdürlüklerince panolarında ilan edilerek duyurulması.

7)     Müdürlükler bünyesinde çözümlenmesi mümkün olan konuların Genel Müdürlükte her yıl Kasım ve Nisan aylarında yapılan Kurum İdari Kurul toplantısından 1 ay önce Müdürlük Kurum İdari Kurullarında görüşülerek sonuçları ile birlikte Genel Müdürlüğe ve yetkili sendikaya bildirilmesi.

Mutabakat Metnini Ek Dosyalardan İndir

HABER SEN:TRT,İŞİD’İN SESİ OLDU !

Dün gece TRT-1’de yayınlanan, Serdar Tuncer’in sunduğu “Ramazan Sevinci” programında Prof. Dr. Mustafa Aşkar bu ülkenin insanlarına hakaret etti.

Aşkar programda “Alnı secdeye gelen bir varlık var mı insanın dışında? Yok. Secde eden tek varlık insan. O zaman, ben düz söyleyeyim. Ayette de bunu söylüyor, ağır gelmesin. Namazı hayvanlar kılmaz, namaz kılmayan da hayvandır.” dedi.

Bu sözlerden sonra programın sunucusu sanki hiçbir şey olmamış gibi programa devam etti.  Programa reklam için verilen aradan sonra da bir açıklama yapılmadı.

TRT’de bu ilk kez yapılmıyor.

Üç yıl önce TRT ekranlarında yine “Ramazan Sevinci” programında “Hamile kadınlar sokağa çıkmasın, bu terbiyesizliktir” diyen ve her ağzını açtığında kadınlara hakaret eden Tuğrul İnançer hâlâ TRT’de yayınlanan programların vazgeçilmez konuğu.

“Namaz kılmayan idam edilir” diyen Şemsettin Özaykan TRTKürdi kanalında yayınlanan “Bereketa Paşıve” programının sürekli konuklarındandı.

Daha birkaç ay önce TRT’de belgesel diye yayınlanan bir programda küçük bir kız üzerinden “canlı bomba” güzellemesi yapılmıştı.

IŞİD’in Suriye’de, Irak’ta yaptığı, Türkiye’de TRT’nin ekranlarından ve radyo kanallarından yapılıyor.

Bunlar münferit olaylar değildir.

Bu sözler, canlı yayın kazaları da değildir.

Bu konuklar, TRT yönetiminin bilinçli tercihleridir.

Eğer böyle olmasaydı, adı Ramazan Sevinci olan bir programda bu sözlerden sonra özür dilenirdi.

Eğer böyle olmasaydı, Tuğrul İnançer TRT ekranlarına bir daha çıkamazdı.

Yeri gelmişken hemen şunu da belirtelim; TRT devletin televizyonu değil, haklın televizyonudur.  Çünkü TRT’nin kasasına giren her kuruş halkın cebinden çıkmaktadır.

Dün TRT ekranlarındaki bu yayından sonra “Devletin televizyonu” diyerek tepki gösterenlere bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Elektrik faturalarınıza bakarsanız TRT’yi kimin finanse ettiğini göreceksiniz.

Bu topraklar üzerinde yaşayan, her dinden, mezhepten ve hiçbir dini inanca sahip olmayanlardan elektrik faturaları aracılığı ile yayın bedeli alınıyor.

TRT yayınlarını sizin cebinizden çıkan para ile yapıyor.

Bu nedenle,  TRT’nin yönetimine hesap sormak her şeyden önce sizin hakkınız.

Siz tepkinizi ortaya koyarsanız, buna yargı da, siyaset de duyarsız kalamaz.

Çünkü TRT bu tür yayınlarını tepkisizlikten aldığı cesaretle sürdürüyor.

TRT yönetiminin yayın anlayışını bir kez daha protesto ediyoruz.

Biz TRT emekçileri olarak kamu hizmeti anlayışı ile yayın yapan özerk, demokratik, katılımcı ve laik bir TRT’yi savunmaya ve bunun mücadelesini sürdürmeye kararlıyız.13.06.2016

HABER-SEN MERKEZ YÖNETİM KURULU

TMMOB’A YÖNELİK İNTİKAMCI SALDIRIYI KINIYORUZ!

AKP iktidarının baskıcı otoriter bir yönetim anlayışı ile emek örgütleri üzerinde sürdürdüğü operasyonlar sürüyor. Son olarak bugün Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Mimarlar Odası’nın Yıldız Sarayı’nda bulunan binası için hukuksuz bir şekilde boşaltma kararı alınmıştır. Karara karşı çıkan aralarında Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Sami Yılmaztürk, İstanbul şube yöneticisi Mimar Mücella Yapıcı ile Avukat Can Atalay’ın da bulunduğu 15 kişi gözaltına alınmıştır.

Derelerimize, ormanlarımıza, kentlerimize, köylerimize sahip çıkarak, doğanın ve insanın sömürülmesine karşı mücadele eden TMMOB ve Mimarlar Odası, kirli rant politikalarından beslenenlerin her zaman hedefinde olmuştur. Bugün yaşanan saldırı ise TMMOB’u, karalama kampanyalarıyla, torba yasalarla teslim alamayanların yeni arayışlar içine girdiğini göstermektedir.

Tam da Gezi Direnişinin 3. Yıldönümünde gerçekleştirilen bu saldırı elbette ki tesadüf değildir. Üç yıl önce Gezi Parkı’nın talan edilmesine karşı çıkanlar şahsında eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye ısrarla sahip çıkanlara göz dağı verilmek istenmektedir.

KÜLTÜR SANAT-SEN olarak, her tür zorbalığa karşı emeğin, özgürlüğün, kardeşliğin hakim olduğu yeni bir Türkiye mücadelesinde yan yana olmaktan onur duyduğumuz TMMOB’a karşı izlenen intikamcı politikaları kınıyor, göz altına alınanların derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.

YÖNETİM KURULU

7 ŞUBAT-7 MAYIS KAMU DA HAK İHLALLERİ RAPORUNU AÇIKLADIK!

Bugün (25 Mayıs) saat 11.00’da Konfederasyonumuz Merkezinde, 7 Şubat – 7 Mayıs 2016 dönemi, 3 aylık Hak İhlalleri Raporumuzu konfederasyonumuz ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla kamuoyuyla paylaştık. Basın açıklamasını Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Fatma Çetintaş okudu.

Hukuk, Tis ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimizin son yıllarda sendikal hak ve özgürlükler alanında yaşanan hak ihlallerindeki artışa dikkat çektiği konuşmasında Çetintaş, “7 Şubat – 7 Mayıs 2016 tarihleri arasında 16 bin 475’i 29 Aralık grevimize yönelik olmak üzere 16  bin 646 arkadaşımız hakkında adli-idari soruşturmalar açılmış, bazı arkadaşlarımıza uyarı ya da kınama cezaları verilmiştir. 82 KESK’li sürgün edilmiş, 50 arkadaşımız ise işten atılmıştır. Yasalara ve anayasaya aykırı olarak sendikalarımızın üyelerinin iş güvenceleri ortadan kaldırılmak istenmektedir.” ifadelerini kullanarak 17 Şubat 2016 tarihinde yayımlanan Başbakanlık genelgesi ile kamuda cadı avı başlatıldığına dikkat çekti.

28-29 Mayıs tarihlerinde “Laik Eğitim ve Laik Yaşam! İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” şiarıyla9 bölgede gerçekleştireceğimiz mitinge tüm emekçileri ve vatandaşlarımızı davet ediyoruz” sözleriyle konuşmasını sonlandıran Hukuk TİS Sekreterimiz: “KESK, bağlı sendikaları ve yüzbinlerce üyesi olarak ne geçmişte ne de bugün karanlığa teslim olmadık, olmayacağız. Fiili, meşru ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun yükseltecek,  tüm ezilenler ve ötekileştirilenlerle birlikte büyük bir dayanışma ağını kuracak, baskıları göğüsleyecek ve püskürteceğiz.” dedİ.

Hak ihlalleri raporu ve ilgili eki linktedir

28-29 MAYIS’TA, 81 İL 9 BÖLGEDEKİ MİTİNG PROGRAMI!

28-29 MAYIS'TA, 81İL 9 BÖLGEDEKİ MİTİNG PROGRAMI!

28 MAYIS 2016, CUMARTESİ
1- ANKARA
Toplanma: 12.00 Kurtuluş Parkı, Miting: 13.00 “Kolej Meydanı”
2- İSTANBUL
Toplanma: 14.00 Bakırköy Hava İş Binası önü, Miting: 15.00 “Bakırköy Özgürlük Meydanı”
3- ADANA
Toplanma: 16.00’da Mimar Sinan Kültür Merkezi, Miting: “Uğur Mumcu Meydanı”
4- SAMSUN
Miting: 12.30 “Cumhuriyet Meydanı”
5- İZMİR
Toplanma: 15.00’da Cumhuriyet Meydanı, Miting: “Gündoğdu Meydanı”

29 MAYIS 2016, PAZAR
1- ANTALYA
Toplanma: 13.00’da Aydın Kanza Parkı, Miting: “Cumhuriyet Meydanı”
2- TRABZON
Toplanma: 13.00’da Eski Tedaş önü, Miting: “Atatürk Alanı Meydan”
3- VAN
Miting: 13.00’da “Kültür Kavşağı”
4- DİYARBAKIR
Miting: 15.00 “İstasyon Meydanı”

GENÇLERİMİZİ SADECE 19 MAYIS’DA HATIRLAMAK İSTEMİYORUZ

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarız

İşgal altındaki yurdumuzda, emperyalizme karşı kurtuluş savaşımızın başlangıcının yıl dönümündeyiz.

Bugün ülkemiz yine emperyalist saldırı altında. Adeta bir kaos ortamı var. Bir parmak hareketiyle hükümetler devriliyor. Parlamenter sistem ağır bir darbe tehdidini yaşıyor. Tek bir kişinin talebiyle Türkiye’de rejim değiştirilmek isteniyor.

Her gün ölüm haberleriyle sarsılıyoruz. Her gün ocaklara ateş düşüyor. Canımız çok yanıyor.

Yoksulluk, eşitsizlik alabildiğine. Çocukları yurt dışında okuyanlar bizim gençlerimizi imam hatip okullarına, çocukları gemi sahibi olanlar bizim gençlerimizi işsizliğe, yoksulluğa, iş cinayetlerinde ölüme mahkûm ediyorlar. Kendileri alabildiğine ve özgürlük sınırlarını da aşarak konuşanlar gençlerimizi en barışçıl sözlerinden suçluyor, yargılıyor, mahkûm ediyorlar.

Gençlerimizin fiziksel, ruhsal, sosyal sağlığını koruyabilmesi, geliştirebilmesi için gerekli ifade özgürlüğü ortamı, hukuk düzeni, sağlıklı çevre, toplumcu belediyecilik, nitelikli sağlık hizmeti bize çok uzak.

19 Mayıs, aynı zamanda gençlik ve spor bayramı olarak kutlanıyor olsa da yıllardır gençlerimiz evde, okulda, üniversitede, iş yerlerinde her türlü baskıcı uygulamalarla karşı karşıya kalmakta, iktidarın milliyetçi-şoven politikalarına yedeklenmeye çalışılmaktadır.

Gençlik, okuldan çalışma yaşamına kadar bugün birçok sorunla karşı karşıyadır. Kültür ve Sanatta yaşanan ticarileşme ve özelleştirme politikaları nedeniyle milyonlarca çocuk ve gencimiz hızla eğitim sisteminin dışına doğru itilirken, her yıl yüz binlerce gencimiz çalışma yaşamında işsizlik, güvencesizlik, taşeron çalışma gibi ağır sömürü koşullarıyla karşı karşıya bırakılmakta, iş cinayetlerine kurban gitmektedir.

 Arzumuz, gençlerimizin laik, eşit, özgür, demokratik, barış içinde bir Türkiye’de geleceklerini diledikleri gibi kurmaları ve sağlıkla güzel, uzun bir yaşam sürdürmeleridir.

Başta gençlerimiz olmak üzere, tüm yurttaşlarımızın 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarız.

AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ, DEVLET EĞİTİM SEN ÜYESİNE TAZMİNAT ÖDEDİ!

Üye sendikamız EĞİTİM SEN’in aldığı karar üzerine iş bırakma eylemine katılan öğretmenlere ceza verilmesi üzerine davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyan EĞİTİM SEN İstanbul 7 No’lu Şubemiz, AİHM’de görülen davayı kazandı ve mahkeme devleti verilen disiplin cezaları nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm etti.

2010 yılında bağlı sendikamız EĞİTİM SEN’in aldığı iş bırakma eylemine katılan öğretmenlere Avcılar Kaymakamlığı tarafından disiplin cezası verilmişti. Cezaya yaptığımız itirazlar sonuç vermeyince EĞİTİM SEN İstanbul 7 No’lu Şubemiz, süreci AİHM’ye taşıdı.

Davayı görüşen AİHM, sendikal eyleme verilen cezayla eğitim emekçilerinin sendikal örgütlenme haklarının ihlal edildiği ve bu ihlal karşısında etkili iç hukuk yolları bulunmadığı sonucuna vardı. Mahkeme, “Türkiye-Yıldırım ve Diğerleri” kararıyla devlet tarafından ceza verilen öğretmenlere toplam 153 bin TL tazminat ödenmesi gerektiğine karar verdi.

Eğitim Sen İstanbul 7 Nolu Şube Başkanı Mehmet Emin Kırşanlıoğlu, son aylarda haksız ve hukuksuz bir şekilde hem kamu emekçilerine hem de Eğitim Sen üyelerine yönelik baskıların olduğunu, birçok Eğitim Sen üyesinin sadece sendikal faaliyetleri nedeniyle cezalandırıldıklarını ve hatta bir kısmının meslekten ihraç edildiğini hatırlattı.

Kırşanlıoğlu, “Bu olay bir kez daha göstermiştir ki her türlü hukuksuz uygulamanın gelip dayandığı bir nokta var. Bu noktada hukuksuzluğa yol açanlar mutlaka bunun hesabını vermektedirler. Biz bu davada başından beri haklı olduğumuza inanıyorduk ve bu inancımız bugün olan bitenler karşısında da zerre kadar azalmamıştır. Sendikacılık suç değildir. Dün olduğu gibi bugün de haklıyız. Dünü kazandık, şimdi sıra bugünü ve yarını kazanmakta. Ne kadar üstümüze gelirlerse gelsinler, bilsinler ki boyun eğmeyiz ve mutlaka kazanacağız.” dedi.

Kararın kendilerine ulaştığını ve AİHM kararında belirlenmiş olan tazminat tutarının hesaba yatırıldığını ifade eden Kırşanlıoğlu, toplam 153 bin TL tazminat aldıklarını söyledi.

Kamu emekçilerini ilgilendiren toplusözleşme polis saldırısıyla başladı

Milyonlarca kamu emekçisini ilgilendiren toplusözleşme görüşmeleri KESK’lilere dönük polis saldırısıyla başladı.

Kamu emekçilerini ilgilendiren toplusözleşme polis saldırısıyla başladı

Milyonlarca kamu emekçisini kapsayan toplusözleşme görüşmeleri, polis saldırısıyla başladı. KESK üyeleri taleplerini açıklamak için bakanlık yakınına yürümek isteyince polisin biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Bakanlık salonunda dışarıdaki saldırıya tepki gösteren KESK Genel Sekreterine Memur Sen görevlileri “Çıkın dışarıda yapın açıklamanızı” diye sataştı.

Hükümet ile kamu emekçileri konfederasyonları arasında, önümüzdeki iki yılı kapsayacak olan toplu sözleşme görüşmeleri başladı. Çalışma Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında  yapılan toplantı öncesinde KESK üyeleri Milli Kütüphane önünde toplandı. Edirne, Muğla, Van ve Artvin’de toplanarak 4 koldan Ankara’ya gelen KESK üyeleri, buradan bakanlık yakınındaki su deposuna yürümek, taleplerini açıklamak istedi. Fakat polis yürüyüşe izin vermedi, sadece bir grubun basın açıklaması yapabileceğini söyledi. Ancak KESK yöneticileri üyeleriyle birlikte basın açıklaması yapmak istedi. Çıkan tartışmanın ardından polis kamu emekçilerine biber gazıyla saldırdı. KESK üyeleri saldırıya “Emekçiye değil çetelere barikat” sloganlarıyla tepki gösterdi.

Polis saldırısında biber gazından etkilenen, yaralanan ve gözaltına alınan kamu emekçileri oldu. KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen de saldırı sırasında kolundan yaralandı. KESK Eğitim, Örgütlenme ve Basın Yayın Sekreteri İlhan Yiğit, Haber Sen Genel Sekreteri Burak Ustaoğlu ve Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Hamit Kurt’un da aralarında olduğu 6 kişi gözaltına alındı. Ayrıca KESK Eş Genel Başkanları Aysun Gezen ve Mehmet Bozgeyik’in, OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile ihraç edildiği için görüşmelere katılmasına izin verilmedi.

KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen de saldırı sırasında kolundan yaralandı. 

MEMUR SEN’LİLER POLİS SALDIRISINA ARKA ÇIKTI

Bakanlık dışında kamu emekçileri polis saldırısına uğrarken içeride de gerginlik çıktı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un gelmesi beklenirken KESK Genel Sekreteri Ramazan Gürbüz, polisin kamu emekçilerine saldırmasına tepki gösterdi. KESK üyelerinin taleplerini açıklamasına izin verilmediğini söyleyen Gürbüz’e Memur Sen’liler “Çıkın dışarıda yapın açıklamanızı” diye karşılık verdi. Bir süre yapılan atışmaların ardından gerginlik sona erdi.

MEMUR SEN YÜZDE 8+7 İSTEDİ

Yetkili konfederasyon Memur Sen, 2020 yılı için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere yüzde 3 refah payı ve taban aylığa 200 TL seyyanen artış istiyor. Birinci 6 ayda yüzde 8, ikinci altı ayda yüzde 7 zam isteyen Memur Sen, sözleşmeli personel çalışmasına son verilmesi, gelir vergisinde yıl boyu yüzde 15 sabit oran uygulanması ya da yüzde 15’i aşan kısmın kamu işvereni tarafından karşılanması, kreş hizmeti sunulması ya da 754 TL kreş yardımı yapılması taleplerini öne sürdü. Memur Sen’in bir başka talebi ise toplusözleşme masasına diğer konfederasyonların değil sadece kendisinin oturması.

BAKAN’DAN “SALDIRI SAVUNMASI”

KESK Genel Sekreteri Ramazan Gürbüz, anayasada güvenceye alınmış demokratik haklarını kullanamadıklarını, yürüyüş yapmak istediklerinde polisin üyelerine saldırdığını söyledi. Bu sırada araya giren Bakan Zümrüt Selçuk, yürüyüş için valiliğe güzergah bildirilmediği iddiasıyla polis saldırısını savundu.

KESK YÜZDE 38 TALEP ETTİ

KESK, eşi çalışmayan, iki çocuklu en düşük kamu emekçisinin maaşının 2020 yılı için eş, çocuk, kira, yemek yakacak yardımı ile birlikte AGİ hariç 6 bin 838 liraya çıkarılmasını istiyor. Böylece ücretlerde yüzde 38 zam talep eden KESK, 2021 yılı için ise gerçekleşen enflasyon artı 3 puan refah payı talep ediyor. KESK’in diğer talepleri de vergi oranının düşürülerek sabitlenmesi, ücretsiz kreş ve servis hakkı, partizanca uygulamalara son verilerek liyakatin esas alınmasını, mülakat ve güvenlik araştırmasına, kadın emekçilere yönelik ayrımcı uygulamalara son verilmesi.

KAMU-SEN KAYIPLAR KARŞILANSIN

Kamu-Sen’in talebi ise geçmiş dönemdeki erimenin giderilmesi. Sadece 2018 yılında bu kaybın 600 TL olduğuna dikkat çeken Kamu-Sen de yüzde 3 oranında refah payı istiyor. Kamu Sen’in talebinin kabul edilmesi halinde 3 bin 18 lira olan en düşük memur maaşı 2020 sonunda 4 bin 509, 2021 sonunda ise 5 bin 417 liraya çıkacak. (Ankara/EVRENSEL)

İnsanca Yaşam İçin Temel TİS Taleplerimizi Açıkladık

Kamu emekçileri ve emeklikleri olarak önemli bir sürece giriyoruz. 2020-2021 yıllarını kapsayan ‘Toplu Sözleşme’ görüşmeleri 1 Ağustos 2019 Perşembe günü başlayacak. 3 milyonu kamu emekçisi ve 2 milyonu kamu emekçisi emeklisinin gözü kulağı iki hafta sonra kurulacak masada olacak.

Bilindiği üzere bugüne kadar mevcut iktidar ve bu iktidarın ‘sendikamız’ diye tanımladığı yapı arasında 2012 yılından bugüne tam dört kez danışıklı dövüş oyunlarına dayalı mutabakatlar imzalanmıştır.  Söz konusu mutabakatlarda; insanca yaşamaya yetecek bir ücretten,  güvencesiz, sözleşmeli istihdama son verilmesine, gelir vergisi adaletsizliğinin ve ek gösterge adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasından ek ödemelerimizin emekli aylıklarımıza yansıtılmasına kadar hiçbir temel sorunumuz çözülmemiştir.

Üstelik ülkemizde bir yıldır devam eden ekonomik kriz,  Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK)  ve bunların kalıcı hale getirildiği düzenlemeler çalışma yaşamımızı daha güvencesiz hale getirmiş, yaşadığımız sorunları daha da derinleştirmiştir.

İş güvencemiz fiilen kullanılamaz hale getirilmiştir.

Bugün kamuya kadrolu personel alımı durma gelmiştir. Kamu emekçilerinin sözleşmeli, kadro karşılığı sözleşmeli, geçici sözleşmeli, vekil ve ücretli gibi farklı biçimlerde güvencesiz istihdamı artarak sürmektedir.

Hükümet yılardır kadro talep eden sözleşmelilerin sesine kulak tıkamaya, oyalama taktikleri geliştirmeye devam etmektedir.  Nitekim bugünlerde TBMM’de görüşülmesine devam edilen torba yasa sadece 4+2 olarak bilinen sistemle sözleşmeli istihdam edilenleri kapsamaktadır. Buna göre altı yıl boyunca ailesinden koparılanların 3+1 sistemi ile yani ceza indirimi ile yetinmesi beklenmektedir.

OHAL KHK’leri ile herhangi bir yargı süreci işletilmeden, sorgusuz, sualsiz işinden ekmeğinden edilen 4 bin 570’i konfederasyonumuza bağlı sendikaların üyesi olmak üzere 130 bine yakın kamu çalışanı kaderine terk edilmiştir.

Maaşlarımızdaki erime sürmektedir.  Hedeflenen enflasyon oranlarına,  hatta bazen bunun bile altındaki rakamlara imza atanların ‘tarihi başarıları’ sayesinde maaşlarımız her yıl açlık sınırına daha fazla yaklaşmıştır.

TÜİK, krizin faturasını emekçi kesimlere yıkmanın bir aracı haline getirilmiştir. Nitekim yaklaşık bir yıldır iğneden ipliğe her şeyi kapsayan zam yağmuru TÜİK’in resmi enflasyon rakamlarına adeta damla olarak yansımaktadır.

Ramazan ayından bugüne et ve et ürünlerinde, süt ve süt ürünlerinde yaşanan en az yüzde 20 artış görmezden gelinmiş,  “meyve ve sebze fiyatlarında yaşanan düşüşün etkisi ile enflasyon düştü” denilmiştir. Adeta 81 milyonun tamamının vejetaryen ya da vegan olduğu varsayılmıştır. Yine şekerden çaya, akaryakıt ürünlerinden elektriğe uzanan zamlar, alkol ve sigaradaki ÖTV artışları göremezden gelinmektedir.

Tüm bunlara rağmen ne yazık ki bir kısım medya, kamuoyunu yanıltıcı haberlere imza atmaya devam etmektedir. 3 Temmuz’da enflasyonun açıklanmasından hemen sonra, Hayatımızda bir arada görmediğimiz para destesi fotoğraflarının yer aldığı bu haberlerde büyük puntolarla ‘memura 3 zam birden” manşetleri atılmıştır.  “En düşük memur maaşı 3.723 TL oldur” denilmiştir.

Dün elimize geçen maaşlar tüm bu haberlerin koca bir palavradan ibaret olduğunu ispatlamaktadır.

Bu ülkede yaşayan 81 milyon TÜİK’in resmi enflasyonu ile düşük gösterilmeye çalışılsa da sokakta, pazarda yaşanan gerçek enflasyonun en az %40 olduğunu biliyor.

Buna karşın maaşlarımızda %5’lik ‘toplu sözleşme’ zammını, %1,01’lik enflasyon farkını, iki günlük bebek bezi almaya yetmeyen çocuk yardımının üç beş kuruş artırılmasını ‘memura üç zam birden’ diye sunanları, en düşük maaşı hesap oyunları ile 650 – 700 TL fazla gösterenleri, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atananların maaşlarında  %40 zam yapılmasını görmeyip bizim maaşlarımızdaki sefalet artışını müjde diye yutturmaya çalışanları buradan kınıyoruz.

Yıllardır en temel sorunlarımız arasında yer alan gelir vergisi adaletsizliği bugün daha da yakıcı hale gelmiştir. Nitekim dün zamlı maaşlarını alan kamu emekçilerinden önemli bir bölümü daha ikinci vergi dilimine girmiştir. Yani maaş artışlarımız daha cebimize girmeden gelir vergi olarak kesilmiştir.

Ayrıca 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimler öncesinde bizzat Cumhurbaşkanı tarafından verilen 3600 ek gösterge sözünün gereği aradan geçen bir yılı aşkın zamana rağmen yerine getirilmemiştir.

Bunlara ek olarak kamuda siyasi kadrolaşma ve sendikal ayrımcılık hiç olmadığı kadar artmıştır. Kamu görevine almada ve görevde yükselmede KPPS ve yazılı sınavların etkisinin azaltılması ile kariyer ve liyakat ilkeleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Yani torpilin, kayırmanın, ayrımcılığın siyasi kadrolaşmanın kapsı sonuna kadar açılmıştır.

KPSS’yi, sözlü sınavları ya da mülakatları aşan adaylar Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması ile üçüncü bir elemeye tabi tutulmaktadır. Böylece kamuya alınacak olanların siyasal iktidarla aynı çizgide olması, dolayısıyla sendikal tercihini yaparken de siyasal iktidarla sembiyotik bir ilişki içinde olan konfederasyona bağlı sendikalara üye olmasının yolu açılmıştır.

Elbette ki yaşadığımız sorunları bunlardan ibaret değildir. . Kamu emekçilerinin burada tek tek sıralamaya vaktimizin yetmediği onlarca sorunu daha bulunduğunu biliyoruz. Tüm bunlara rağmen üç ay önce “sendikamız” dediği yapının düzenlediği konferansta konuşan Cumhurbaşkanı konusu yapının önümüzdeki dönemde de ‘fedakarlıkta’ bulunmasını beklediklerini ifade etmiştir.

Buradan altını bir kez daha çiziyoruz. 3 milyon kamu emekçisi ve 2 milyon kamu emekçisi emeklisi 8 yıldır yandaş yapı ile danışıklı dövüş oyunlarına dayalı mutabakatların bedelini ödemektedir.

Bugüne kadar fedakarlıkta bulunanlar çifte maaş alan, hükümet temsilcileri ile boy boy fotoğraf vermeyi sendikacılık zannedenler değildir. Tüm fatura 3 milyon kamu emekçisi ve 2 milyon kamu emekçisi emeklisinin sırtına yıkılmıştır. Dolayısıyla kamu emekçilerinin, emekliklerin daha fazla fedakarlık yapacak hali kalmamıştır.

Kapsamından, tarafların belirlenmesine, grev hakkımızın yasal güvence altına alınmamasından, uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Hakem Kurulunun yapısına kadar onlarca temel sorunu bulunan, yasak ve sınırlamalarla yüklü, hak arama yollarını kapatan bu fason toplu sözleşme sistemi bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil, tam dört kez iflas etmiştir.

Konfederasyonumuz KESK, kendine Müslüman olanların, hep bana hep bana diyenlerin aksine bu toplu sözleşme sürecinde de dar gelirli vatandaşlarımızın kamu hizmeti alma hakkını merkeze koyan halktan yana bir kamu hizmeti, tüm kamu emekçilerinin fazlası ile hak ettiği demokratik adil bir çalışma yaşamı, insanca yaşamaya yetecek bir ücret, güvenceli istihdam, güvenli gelecek ve gerçek bir toplu pazarlık hakkı için mücadelesini sürdürmektedir.

Bunun için bizler, KESK’ e bağlı sendikaların üyeleri olarak, 

  • Grevli Toplu Sözleşme ve Örgütlenme Özgürlüğü İstiyoruz!
  • İnsanca Yaşanabilir Bir Ücret İstiyoruz! En düşük ücrette yoksulluk sınırının temel alınmasını, eşi çalışmayan iki çocuğu olan en düşük maaşı alan kamu emekçisinin maaşının yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını, tüm kamu emekçilerinin maaşlarının da bu oranda artırılmasını,
  • Sözleşmeli, taşeron, ücretli, vekil gibi hür türlü güvencesiz istihdama son verilmesini, tüm kamu emekçilerinin güvenceli-kadrolu istihdam edilmesini,
  • Asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını, maaşlarımızın asgari ücret tutarını aşan kısmı için gelir vergisinin ilk dilim olan %15 oranın uygulanmasını,
  • Tüm lisans ve lisans mezunu kamu emekçilerinin ek göstergesinin 3600’e çıkarılmasını, bunun dışında kalan kamu emekçilerinin mevcut ek göstergelerinin 800’er puan artırılmasını,
  • Hangi ad altında olursa olsun tüm ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını, mevcut emekli maaşlarının artırılmasını, Emeklilikte Yaşa Takılma (EYT) haksızlığına son verilmesini,
  • İşe almada ve görevde yükselmede, unvan değişikliğinde mülakatın güvenlik soruşturması arşiv kaydı araştırmasının kaldırılmasını,
  • Mahkeme kararı olmadan, hukuksuz bir şekilde KHK ile ihraç edilen tüm kamu emekçileri görevlerine iade edilmesini,
  • 0-6 yaş grubundaki çocuklarımız için tüm kamu kurumlarında ücretsiz tam gün hizmet veren ücretsiz kreşler açılmasını,
  • Maşlarımızdan isteğimiz dışında %3 kesinti yapmaya dayalı zorunlu BES sistemine son verilmesini,
  • Kadınların sürekli ve güvenceli işlerde istihdamının sağlanmasını, ayrımcılığın son bulmasını istiyoruz.

Buradan tüm kamu emekçilerine ve emeklilerine seslenerek sözlerimize son veriyoruz. Sevgili kamu emekçileri, sevgili emeklilerimiz biliyoruz içinde bulunduğumuz tablo oldukça karanlık. Unutmayalım bu karanlığa alışmak, tepkisiz kalmak kanıksamayı ve kabullenmeyi de beraberinde getirir. Her şeye rağmen bu karanlık tabloya alışmamak, umudumuzu diri tutmak bizim elimizde.

Konfederasyonumuz KESK’in toplu sözleşme teklifi sadece hükümete sunulmuş bir teklif değildir. Sendikalı sendikasız tüm kamu emekçilerine sunulmuş insanca yaşam, güvenceli iş ve güvenli gelecek teklifidir.

Gelin taleplerimize birlikte sahip çıkalım, haklarımızın peşkeş çekilmesini hep beraber engelleyelim. 

DEVLET TİYATROLARI VE DEVLET OPERA VE BALESİ GENEL MÜDÜRLÜKLERİNDE GÖREV YAPAN SANAT EMEKÇİLERİNİN DİKKATİNE

Kurumlarda ssp, misafir, mezun, figüran pozisyonlarında çalışan arkadaşlarımızla ilgi çıkarılan yönetmeliğe, Sendikamiz Kültür Sanat-Sen tarafindan açılmış yada açılması düşünülen bir dava söz konusu değildir.

Dava konusu olması düşünülen Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün çıkardığı yönetmeliktir. Güzel sanatlara bağlı koro ve topluluklarda görevli misafir sanatçı arkadaşlarımız mağdur edilmiştir. Şu haliyle uzun yıllar özveriyle güvencesiz çalışmış bir çok sanatçı arkadaşımızın sözleşmesi yenilenmeyecek yani Ocak Ayı itibariyle işsiz kalacaklardır. Geriye kalan arkadaşlarımızın bir kısmına tam zamanlı sözlesme yapılacak olup buyuk bir kısmı ise puantajli çalışmaya mecbur birakilacaklardir.

Dolayısıyla tam zamanlı çalışma umuduyla bekleyen sanat emekçilerinin, oluşacak hak kayıplarına karşı sonuna kadar yanında olduğumuzu bu durumla ilgili ise bir dizi eylem ve etkinlikte bulunacagimizi bildiririz.

Herkese güvenceli iş, güvenli bir gelecek istiyoruz. Bunun teminatı ise örgütlü mücadelemizdir.

BASIN HABERLERİ

EVRENSEL HABER
Kültür Sanat Sen, sözleşmeli personel yönetmeliğine tepki gösterdi
Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli personel yönetmeliğine mezuniyet şartı getirilmesine ilişkin basın açıklamasında bulundu.
KESK’e bağlı Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen), geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli personel yönetmeliğine mezuniyet şartı getirilmesine ilişkin basın açıklamasında bulundu. Açıklamada konuşan Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Hülya Eryetli, mezuniyet şartının akla ve adalete sığmadığını ifade etti.
Hülya Eryetli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmesiyle “yasaları uyumlulaştırma” amacıyla yayınlanan 703 sayılı KHK’nın kamuda yeni bir istihdam biçimi doğrduğunu aktardı. Bu yolla, kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına teslim edildiğini ifade eden Eryetli, “Güvenceli istihdamın yerini güvencesiz istihdam biçine bıraktığı, liyakatsizliğin, keyfiyetli yönetimin önünü açan, hukuki zeminin kaydığı bir süreç yaşanmaktadır.” dedi. 703 Sayılı KHK ile oluşan yeni istihdam biçimi ile sanat kurumlarında üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya başlanıcağını belirten Eryetli, “ Bu sözleşmeler tam zamanlı, kısmi ve projelerle sınırlı olarak yapılacaktır. Başta belirtilen tam zamanlı, kısmi ve proje başına çalışma biçimleri detaylandırılmış ve ‘Ayın veya haftanın belirli günleri ya da saatleri’ şeklinde düzenlenmiştir. Yönetmelikler genel olarak kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayınlanmıştır” şeklinde konuştu.
“ÇOK SAYIDA SANAT EMEKÇİSİ İŞSİZ KALACAK”
Yönetmeliğin, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün özgünlüğünü göz ardı ettiğini vurgulayan Eryetli, yönetmeliğin bu şekilde kalması halinde çok sayıda sanat emekçisinin işsiz kalacağına dikkat çekti. Eryetli, yönetmelikte “Personelde aranacak şartlar” başlığı altındaki madde de semezan ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken, ses sanatçıları için 4 yıllık fakülte zorunluluğu, dansçılar için ise güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirildiğini aktardı. Bundan sonraki alımlarda bu maddeye karşı olmadıklarını belirten Eryetli, “ Kurumlarda yıllardır çalışan hatta emekliliği gelen sanbat emekçileri için bu koşul aranmamalı ve yönetmeliğe bununla ilgili bir ek madde konulmalıdır” diye ifade etti. İşe alım ve çıkarım işlerini yürütecek kurulun oluşumu aşamasında kurul üyelerinin yeterli seviyede olup olmayacaklarının da muğlak olduğunu söyleyen Eryerli, “ Bu istihdam biçimi, geleceğin istihdam biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet hakkını sağlıklı alabilmesi için de çalışanlar güvenceli olmalıdır” dedi. Eryetli, haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için tüm sanat emekçileriyle mücadeleye devam edeceklerini belirtti. (Ankara/EVRENSEL)

BASIN HABERLERİ

SENDİKA.ORG – HABER

Kültür Sanat-Sen: “Güvencesiz istihdam biçimi kabullenilemez”
4 Temmuz 2019
Kültür Sanat-Sen, 21 Haziran 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik’in kültür-sanat emekçileri açısından yaratacağı güvencesizliğe dikkat çekmek amacıyla basın açıklaması yaptı
Kültür Sanat-Sen, Ankara’da bulunan genel merkez binasında 21 Haziran 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik’in kültür-sanat emekçileri açısından yaratacağı güvencesizliğe ilişkin basın açıklaması yaptı. Söz konusu yönetmelikte güvencesizliğin yanı sıra semazen ve mehteran ekipleri için herhangi bir ön koşul öngörülmezken, ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmesi ise dikkat çekti.
Açıklamada, “Erdoğan talimat verdi! Sanatçılar koruma altına alınıyor” şeklinde servis edilen düzenlemenin kültür-sanat emekçilerini hayal kırıklığına uğrattığı ifade edildi. Açıklamada 703 sayılı KHK’de yaratılan yeni istihdam biçimi ile sanat kurumlarında tam zamanlı, kısmi zamanlı veya projelerle sınırlı üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya başlanacağı belirtildi. Mevzuat hükümlerine göre, Süreli “sözleşmeli personeller ve misafir sanatçılar” ile ilgili çıkarılan yönetmeliklerde, tam zamanlı, kısmı zamanlı ve proje başına çalışma biçimleri detaylandırılarak “ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri” çalışma yapılabileceğine ilişkin düzenleme yapıldığı kaydedildi.
Kamuda kölelik sistemi
“Yönetmelikler genel özü itibariyle kamuda kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayımlanmıştır” denilen açıklamada, “Yönetmeliğe göre yapılacak sözleşmelerin en uzun sürelisi mali yılla sınırlı olmakla birlikte yıl içerisinde de kolaylıkla sözleşmeleri feshedebilecek maddeler konulmuştur” denildi.
Açıklamada yönetmeliklerin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve kurumların kendi yasaları harmanlanarak hazırlandığı ve böylece 657 sayılı kanuna muadil denebilecek bir mevzuat ortaya çıktığını belirtilerek “Örneğin kadrolu olarak çalıştırılan personel için aranan şartlar ve sınav usulleri birebir benzerlik gösterirken; 657 sayılı yasada yer alan disiplin hükümleri çok daha katılaştırılarak ve sonucu sözleşme feshi ile bitecek şekilde düzenlenmiştir” ifadelerine yer verildi.
“Hak gasplarını beraberinde getirecek”
Kültür Sanat-Sen, düzenlemeye ilişkin yaptığı açıklamada yaşanacak olası durumları şöyle sıraladı:
• Sınav kazanmış olma, sözleşme bitimi sonrası yenilenmemesi ya da pozisyon değişikliği durumlarında herhangi bir hak oluşturamayacağı şeklindeki düzenlemelerin ciddi hak gasplarını beraberinde getirecek.
• Yalnızca tam zamanlı çalışanların sendika üyesi olabileceği belirtiliyor. Bu durumun Anayasal bir hak olan sendika üyeliği hakkına ve eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ediyor.
• Kısmi zamanlı ve proje personeline iş sonu tazminatı ödenmeyecek ve işsizlik sigortası primi yatırılmayacak. “Bu uygulama insan haklarına ve eşitlik ilkesine çok açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin, kısmi zamanlı çalıştırılacaklar için 6 aylık sözleşme yapıldığında projenin 4 ayda bitmesi durumunda sözleşmenin de hiçbir cezai şarta tabi olmaksızın sona ereceği ve kişiler herhangi bir hak talep edemeyeceklerdir.”
Kültür Sanat-Sen açıklamanın sonunda taleplerini ise şöyle sıraladı:
Personelde Aranacak Şartlar başlığı altındaki 5. Maddede semazen ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmiştir. Bundan sonraki alımlarda bu maddeye karşı olunmamakla birlikte, kurumlarda yıllardır çalışan hatta emeklisi gelen sanat emekçileri için bu koşullar aranmamalı ve yönetmeliğe bununla ilgili ek bir madde konmalıdır.
İşe alma, çıkarma sözleşmelerin yenilenmesi gibi işleri yürütecek “değerlendirme kurullarının oluşumu” aşamasında kriterlerin belirlenmeyişi ile birlikte kurul üyelerinin yeterli seviyede olup olamayacaklarının muğlâk kalması; liyakatin olması gereken şekilde uygulanamayacağını göstermektedir. Mutlaka kriterler belirlenmelidir.
Bu istihdam biçimi geleceğin istihdam biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet hakkını sağlıklı alabilmesi için de tüm kamuda çalışanlar güvenceli olmalıdır. Kültür Sanat-Sen olarak bu haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için tüm güvencesiz sanat emekçisi arkadaşlarımızla örgütlü mücadeleye devam edeceğiz.

GÜZEL SANATLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİSAFİR SANATÇILAR BASIN AÇIKLAMAMIZ

Basına ve Kamuoyuna

Ülkemizin altına imza attığı uluslar arası sözleşmeler de olması gereken düzgün iş kavramı;  “insanın temel hak ve özgürlüklerine, iş güvenliği ve iş bedeli açısından haklarına saygı gösterilen,  çalışanların ve ailelerinin geçimlerini sağlamalarına olanak tanıyacak kazancı sağlayan iş “olarak tanımlanmaktadır.

Yalnız yaşadığımız ülke gerçekliği ve iş kolumuz olan kültür sanat iş kolunda bu tanımın hiçbir geçerliliği ve gerçekliği bulunmamaktadır.

Kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına teslim edildiği ve kamudaki güvenceli istihdamın yerini güvencesiz istihdam biçimine bıraktığı, performans gibi dayatmalarla liyakatsizliğin, keyfiyetle yönetimin önünü açan hukuki zeminin kaydığı bir süreç yaşanmaktadır.

Temmuz 2018 de Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçişle birlikte mevcut yasaları uyumlulaştırma KHK sı olarak yayınlanan 703 sayılı KHK kamuda yeni bir istihdam biçimi daha doğurmuştur.

Bu istihdam biçiminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa benzer yanları olmakla birlikte 657 nin en önemli unsuru olan iş güvencesinden yoksundur ve çalışma süresi mali yılla sınırlandırılmıştır. Bu durum sadece sanat kurumlarında çalışan yevmiyeli personeli ilgilendiren bir düzenleme değildir. Kamuda benzer istihdam biçiminde çalışan ve çalışacak tüm diğer sözleşmeli personeli kapsamaktadır.

Zamlara güncelleme diyerek terminolojiye yeni tanımlar kazandıran siyasal iktidarın sözcüleri yapılan bu düzenlemeyi yine müjde olarak servis etmiş olsalar da, yerel seçimlerin bittiği şu günlerde acı gerçekler kendini göstermeye başlamıştır.

“Erdoğan talimatı verdi! Sanatçılar koruma altına alınıyor.” Başlığıyla yayınlanan haberler sonrasında büyük beklentiler içerisine giren güvencesiz sanat emekçileri sonuçta çıkan yönetmelik ve yapılan düzenlemelerle büyük hayal kırıklığına uğramışlardır.

Değerli Basın Emekçileri

703 Sayılı KHK da yaratılan yeni istihdam biçimi ile sanat kurumlarında üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya başlanılacaktır. Bu sözleşmeler tam zamanlı, kısmi zamanlı veya projelerle sınırlı olarak yapılacaktır. Bu mevzuat hükümlerin uyarınca çalıştırılacak Süreli Sözleşmeli Personeller ve Misafir Sanatçılar ile İlgili çıkarılan yönetmelikler değerlendirildiğinde olayın vahameti bir kez daha gözler önüne serilmektedir. Başta belirtilen tam zamanlı, kısmi zamanlı ve proje başına çalışma biçimleri detaylandırılmış ve” ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri ” çalışmanın yapılabileceği şekliyle düzenleme yapılmıştır.

Yönetmelikler genel özü itibariyle kamuda kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayınlanmıştır. Yönetmeliğe göre yapılacak sözleşmelerin en uzun sürelisi mali yılla sınırlı olmakla birlikte yıl içerisinde de kolaylıkla sözleşmeleri fesh edebilecek maddeler konulmuştur.

Yönetmelikler geneli itibariyle 657 sayılı yasa ve kurumların kendi yasaları harmanlanarak yapılmış ortaya 657 nin muadili denebilecek bir mevzuat çıkmıştır. Örneğin kadrolu olarak çalıştırılan personel için aranan şartlar ve sınav usulleri birebir benzerlik gösterirken; 657 sayılı yasada yer alan disiplin hükümleri çok daha katılaştırılarak ve sonucu sözleşme feshi ile bitecek şekilde düzenlenmiştir.

Sınav kazanmış olma müktesep hak oluşturmayacak, sözleşme imzalamış olsa dahi sözleşme bitiminden sonra yenilenmemesi ya da pozisyon değişikliği söz konusu olduğunda herhangi bir hak iddia edilemeyeceği şekilde hazırlanan mevzuat ciddi hak gasplarını da beraberinde getirmektedir.

Sadece tam zamanlı personelin sendikaya üye olabileceği belirtilmiştir. Sendikaya üye olma anayasal bir hak olmakla birlikte bu husus eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.

Kısmi zamanlı ve proje personeline iş sonu tazminatı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm ile işsizlik sigortası primi yatırılmayacağına ilişkin hükümler konulmuştur. Bu uygulama insan haklarına ve eşitlik ilkesine çok açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin, kısmi zamanlı çalıştırılacaklar için 6 aylık sözleşme yapıldığında projenin 4 ayda bitmesi durumunda sözleşmenin de hiçbir cezai şarta tabi olmaksızın sona ereceği ve kişiler herhangi bir hak talep edemeyeceklerdir.  

Değerli Basın Emekçileri

Sanat kurumlarına uzun yıllardır kadro verilmemesi ve sınav yapılmaması dolayısıyla sanat emekçileri zaten mezun, misafir, süreli sözleşmeli figüran vs. pozisyonlarında yıllık sözleşme ile güvencesiz ve bir hayli esnek mesai saatleri dâhilinde çalışmaktaydılar.

Örneğin mezun sanatçı pozisyonunda güvencesiz çalışan bir arkadaşımız yeri gelip bir sezon içerisinde sekiz oyunda bile görev alabilmektedir. Ya da sahne altında imalathanelerde çalışan teknik personel oyun çıkmadan önce sabahın beşine kadar çalışıp aradan üç saat geçtikten sonra tekrar iş başı yapabilmektedirler. Hastalık ölüm durumlarında kullandıkları izinler bile maaşlarından kesilen; kadroluların sevindiği, birleştirilen bayram tatillerine maaş alamayacakları için üzülen, güvencesiz çalışan arkadaşların yıllardır çektikleri bu sıkıntılara çare olarak üretilen bu sözleşmeli çalışma biçimi şu haliyle eskisinden çokta farklı değildir.

Başka bir örnekle; mesleki ömrü sınırlı olan bale ve dans sanatçıları daha yaşamlarının başındayken diyebileceğimiz 30-35li yaşlarında işlerine veda etmek zorunda kalmaktadırlar. Çocuk yaşlarda bale ve dans sanatına başlayan bu insanlar günümüz mezarda emeklilik koşullarında ne iş yapıp hayatlarını nasıl idame ettirebileceklerini düşünmektedirler. Bu ve bunlar gibi onlarca soru ve sorunlar 703 KHK ve ilgili değişikliklerle iş kolumuzda yerleşik hale gelmiştir. 

Değerli Basın Emekçileri

Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne Bağlı Koro Ve Toplulukların diğer sanat birimleri gibi kendi yasaları olmaması ve direkt Güzel Sanatlar Genel Müdürlüne bağlı olmaları ayrıca birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Yasa gereği yöneticilerinin sanatçı bile olmak zorunda olmaması sanat politikalarının ve anlayışını diğer sanat kurumlarına nazaran daha da geriden gelmesine sebebiyet vermektedir.

Koro ve toplulukların yönetimi ve sanat kurullarının sanatsal yetersizlikleri nedeniyle buna bağlı pek çok sorun yaşanmaktadır. Liyakatsiz atamalar en büyük sorunlardan birisidir. Yönetim zafiyetini, sanatsal yeterlilikleri bulunmayan ve yönetim özellikleri olmayan yetersiz vekâleten atanmışların yol açtığı aksaklıkları sanatçılar tolore etmek zorunda kalmaktadır.

Somut durum böyleyken yine yıllardır verilmeyen kadrolar sebebiyle güvencesiz ve saat mefhumu olmadan çalışan misafir sanatçı pozisyonundaki arkadaşlarımıza 21 Haziran 2019 da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli personel yönetmeliğinde mezuniyet şartı getirilmesi akla izaha ve adalete sığmamaktadır. Bu kıyımcı yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir.

Değerli Basın Emekçileri

Öncelikle belirtmeliyiz ki yönetmelik çıkarılması gibi önemli bir çalışmada alana ilişkin akademik çevrelerin çeşitli STK ların ve özellikle sendikaların çalışmaları dikkate alınmalıdır.

Yalnız bu Yönetmelik çıkarılırken Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün özgün koşulları göz ardı edilmiştir. Alaylı olarak nitelendirilebilecek çalışan profili ile yıllardır sürdürülen sanat icrası bir günde mi yapılamaz hale gelmiştir. Yönetmeliğin bu şekliyle kalması ve söz konusu hükümlerin değiştirilmemesi halinde çok sayıda sanat emekçisi işsiz kalacak yarıdan fazlası da yine yevmiyeli olarak çalışmaya mecbur bırakılacaklardır.

Personelde Aranacak Şartlar başlığı altındaki 5. Maddede semazen ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmiştir. Bundan sonraki alımlarda bu maddeye karşı olunmamakla birlikte, kurumlarda yıllardır çalışan hatta emeklisi gelen sanat emekçileri için bu koşullar aranmamalı ve yönetmeliğe bununla ilgili ek bir madde konmalıdır.

İşe alma, çıkarma sözleşmelerin yenilenmesi gibi işleri yürütecek “değerlendirme kurullarının oluşumu” aşamasında kriterlerin belirlenmeyişi ile birlikte kurul üyelerinin yeterli seviyede olup olamayacaklarının muğlâk kalması; liyakatin olması gereken şekilde uygulanamayacağını göstermektedir. Mutlaka kriterler belirlenmelidir.

Bu istihdam biçimi geleceğin istihdam biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet hakkını sağlıklı alabilmesi için de tüm kamuda çalışanlar güvenceli olmalıdır. Kültür Sanat-Sen olarak bu haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için tüm güvencesiz sanat emekçisi arkadaşlarımızla örgütlü mücadeleye devam edeceğiz.                                                                                                   

KÜLTÜR SANAT-SEN/KESK

TAŞERON YASA TASARISI 4 HAZİRAN 2014 TARİHİ İTİBARIYLA TBMM PLAN BÜTÇE KOMİSYONUNDA GÖRÜŞÜLMEYE BAŞLANAN TORBA YASAYA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMEMİZ

KÖLELİĞE MAHKUM OLMAYACAĞIZ!
TAŞERON CUMHURİYETİ DEĞİL 
İNSANCA YAŞAM ve
GÜVENCELİ İŞ İSTİYORUZ!

12 yıllık iktidarı boyunca emekçilerin sahip olduğu en temel hakları tırpanlayarak güvencesiz çalışmanın alanını genişleten AKP iktidarı 30 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’ye sunduğu, kamuoyunda ‘taşeron yasa tasarısı’ olarak bilinen tasarı ile çalışma hayatının tamamını taşeronlaştırmanın hesaplarını yapmaktadır.
Yıllardır emekçiler aleyhine yapılan her yasal düzenleme öncesinde izlenen yöntem taşeron yasa tasarısında bir kez daha sahnelenmektedir. Daha önce defalarca yaşandığı üzere; milyonlarca çalışanı ilgilendiren konunun doğrudan muhatabı olan sendikalar sürecin dışında bırakılmış, hiçbir şekilde görüşlerine başvurulmamıştır. Kapalı kapılar ardında hazırlanan, asıl hedefi taşeron çalışmanın yasallaştırılarak kapsamının daha da genişletilmesi olan tasarıya eklenen kısmi olumlu düzenlemeler vitrine çıkarılmakta, kamuoyuna “müjde” olarak sunulmaktadır.
Oysa ortada çalışanlar, emekçiler açısından bir ‘müjde’ yoktur. Taşeron yasa tasarısı ile geleceği satın alınmak istenen çalışanlara ‘müjde’ olarak sunulan şey zehri zorluk çıkarmadan yutmalarını kolaylaştırmak için üzerine bir kaşık bal sürmekten ibarettir. İşte bunun için Maden işçilerinin çalışma sürelerinin günde altı saate, emeklilik yaşının 50 ye indirilmesi, yıllık izinlerinin dört gün artırılması gibi kısmi olumlu düzenlemeler içeren ‘Maden Yasa Tasarısı’ ve çeşitli primlerin ve idari para cezalarının yeniden yapılandırılmasının “af” olarak yansıtıldığı yasa tasarısı “Taşeron Yasa Tasarısı” ile birleştirilmektedir. 
Çalışma Hayatını Bir Bütün Olarak Taşeronlaştırmayı Hedefleyen Yasa Tasarısının Temel Düzenlemelerini Kısaca Özetleyecek Olursak:

 Tasarı, kamu idaresini hileli taşeronluktan kaynaklı yüklerden kurtarmanın, taşeron uygulamasını yaygınlaştırmanın ‘hukuki’ kılıfıdır. 
Bilindiği üzere taşeronluk (alt işverenlik) 4857 sayılı İş Yasa’sının 2. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre alt işverenliğin (taşeron) yardımcı hizmetlerde olması esastır. Asıl işte taşeron çalıştırılması konusunda ise önemli kısıtlamalar söz konusudur. Asıl işin tümü alt işverene devredilemeyeceği gibi devredilecek kısım için de üç koşulun birlikte sağlanması gereklidir. Asıl işin bir bölümünde alt işveren çalıştırılabilmesi için “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenle uzmanlık gerektiren işler” gibi üç koşulun bir arada var olması gerekmektedir.

Bu üç koşul aynı anda yok ise yargı taşeron işçi çalıştırmayı muvazaa (hile) olarak kabul etmekte ve bu durumdaki çalışanı başından itibaren asıl işverenin çalışanı saymaktadır. Yani yasada belirtilen üç koşul bir arada olmadan, asıl iş, taşerona verilirse bu durumda, “muvazaa” (hile) olgusu ortaya çıkmaktadır. Taşeron istihdamın kritik noktası bu tanımda düğümlenmektedir. Çünkü İş Yasasındaki mevcut düzenlemeye ve Türkiye’nin on dört yıldır altında imzası bulunan 94 sayılı ILO sözleşmesine göre asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırmaya devam edilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz. Bu durumda asıl işveren-alt işveren ilişkisi muvazaalı (hileli) kabul edilir ve alt işverenin işçileri başından itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler.

Bu düzenleme hileli taşeron çalıştırmanın en ciddi yaptırımıdır. İşçiler ve sendikalar tarafından açılan sayısız davada muvazaa tespit edilmiş ve muvazaalı işlem konusu işçiler asıl işverenin işçisi sayılmıştır. Özellikle çeşitli kamu kuruluşlarında yapılan taşeron uygulamalarının hileli olduğu ve işçilerin başından itibaren kamu kurum ve kuruluşunun işçisi olduğu yönünde çok sayıda yüksek yargı kararı mevcuttur. Yargı son olarak Karayolları Genel Müdürlüğünde taşeron olarak istihdam edilen altı bin işçinin kadroya alınması kararını vermiştir. Ayrıca ‘muvazaalı’ yani hileli olarak taşeron istihdam ve asıl işveren durumunda olan kamu kuruluşu idareleri bu davalar sonucunda ciddi oranlarda tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Ancak hukuku çiğnemeyi adeta tarz haline getirmiş olan AKP iktidarı, yargı kararlarına rağmen hileli taşeron uygulamasına keyfi bir biçimde devam etmiştir.

Bu nedenle TBMM’ye sunulan tasarıda Kamu İdaresini-Devleti bu mali yükten kurtarma arayışına hukuki kılıf olarak, alt işverene, işçilerine asıl işverenin işçilerine ödenen ‘emsal ücreti’ ödemesi şartı ile yasadaki taşeron istihdam sınırlarını “ihlal etme hakkı” tanınmaktadır. Bunun adı muvazaalı (hileli) veya yasaya aykırı alt işveren çalıştırmanın yaptırımını ortadan kaldırmak için hukuksuz işleme yasallık kazandırmaktır.

Böylece asıl işveren sorumluluktan kurtarılırken hukuksuzluğun yaptırımı azaltılarak taşeron ilişkisinin devamlılığı sağlanmaktadır. Tasarı bu haliyle yasalaşırsa bugüne kadar muvazaalı (hileli) veya yasaya aykırı olarak taşeron firmalar bünyesinde çalıştırılanların geçmişe dönük hak talep etmesinin zorlaşacağı da açıktır. 
 Mevcut Haklar “Yeni Hak” Gibi Sunuluyor!

Taşeron firmalar bünyesinde çalışanların sendika hakkından, kıdem tazminatı hakkına, işçi sağlığı güvenliği hakkından, ücret güvencesi hakkına kadar temel hakları kullanmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu hakların çiğnenmesi, yok sayılması durumunda asıl işverenin alt işverenle birlikte (müteselsil) sorumlu olduğuna ilişkin onlarca yargı kararı vardır.

Buna rağmen tasarıda bu temel haklar sanki “yeni haklar” gibi sunulmaktadır. Yani “daha ekonomik” olduğu için taşeron istihdamı gittikçe şişiren AKP iktidarı; çiğnediği yasalarda, yargı kararlarında zaten yer alan hakları kendisi keşfetmişçesine cila olarak kullanmaktadır. 
 Tasarı ile Kamuda Taşeron İstihdamın Önü Açılıyor!
Bilindiği üzere kamuda yardımcı işlerde taşeron çalıştırılması mümkündür. Bu düzenlemeden hareketle kamu kurumlarının çok büyük bir bölümünde yardımcı işler olarak kabul edilen yemek, temizlik, güvenlik ve taşıma gibi işler alt işverene devredilmiştir.

Daha önce kamunun kendi kadroları ile yürüttüğü işler yardımcı hizmetler tanımlamasının gittikçe genişletilmesi sonucunda taşerona teslim edilmiştir. Öyle ki Anayasa’nın 128. Maddesinde yer alan “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” düzenlemesi açıkça ihlal edilmiştir. Başta sağlık ve eğitim hizmetleri olmak üzere kamu hizmetlerinin büyük bölümünde taşeronlaşma ve güvencesiz istihdam gittikçe artırılmıştır. Sağlık hizmetlerinde taşeron olarak istihdam edilenlerin sayısı 2002 yılında 11 bin iken bugün 160 bini aşmıştır. Yardımcı hizmetler adıyla kamuda çalıştırılmak için alınan taşeron firma çalışanlarının asli kamu hizmetlerinde çalıştırıldığı da bilinen bir gerçektir. Hemen hemen her kamu kurum ve kuruluşunda taşeron istihdam temel istihdam biçimlerinden birisi haline getirilmiştir. 
Buna rağmen “Taşeron Yasa Tasarısı” ile kamuda taşeron istihdamı devamlı hale getirecek düzenlemeler artırılmaktadır. 
Tekrar hatırlatacak olursak İş Yasasının 2. Maddesine göre asıl iş, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında bölünerek alt işverene verilemez. Tasarı ile bu ifadede yer alan, aynı anda ve birlikte gerçekleşmek zorunda olan bu üç koşulu delmeyi hedefleyen düzenlemeler öngörülmektedir. 
Kamu idaresine ait bir işyerinde “yeterli nitelikte veya sayıda personel olmaması durumunda” hizmet alımı ihalesine çıkma hakkı tanınması kamuda taşeron istihdamın önünü açan düzenlemelerden biri olarak dikkat çekiyor. 
Öte yandan tasarı ile yapım işi olan asıl işlerin de hizmet alım sözleşmesiyle ihaleye çıkarılmasının yolu açılmaktadır. Bu düzenleme Kamu İhale Kanunu’nda yer alan yapım işi-hizmet işi ayrımının da ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
Ayrıca kamuda yaygın olan norm kadro uygulaması ile yeni kadro açılmadığı bilinmektedir. Bu gerekçeye dayanarak yeterli sayıda veya nitelikli personel olmadığı gerekçesiyle hizmet alımı yoluna gidilebilecektir. 
 Köleliği Yutturmak İçin Tasarı “Maden Yasa Tasarısı” ve “SGK Affı Tasarısı” İle Birleştiriliyor!
Temel düzenlemelerini yukarıda özetlemeye çalıştığımız yasa tasarısının ana hedefi emekçilerin iş cinayetlerine kurban verilmesinin, düşük ücretlerle güvencesiz ve örgütsüz çalışma koşullarına itilmesinin kısacası 19. yüzyıla özgü çalışma koşullarına mahkûm edilmesinin “ekonomik yolu” olan taşeron istihdamın önündeki engelleri ortadan kaldırmak, bir bütün olarak çalışma hayatını taşeronlaştırmaktır. Bunun için hükümet yasalara, yargı kararlarına uymak yerine, bu kararları aşmak için mevzuatı değiştirmeyi planlamaktadır. 
Diğer taraftan AKP, milyonlarca emekçinin hayatının alt üst edilmesi pahasına hayata geçirmeyi planladığı saldırıda daha önce defalarca uygulayarak “ustalaştığı” yönteme bir kez daha başvurmaktadır. 
Buna göre taşeron yasa tasarısına karşı muhalefeti engellemenin yolu “Maden Yasa Tasarısı” ve başta Genel Sağlık Sigortası primleri olmak üzere çeşitli prim-vergi borçlarının yeniden düzenlenmesini içermesine rağmen abartılı bir şekilde “Af Yasa Tasarısı” olarak sunulan tasarılarla birleştirilmesinde aranmaktadır. 
Oysa AKP iktidarı, “Maden Yasa Tasarısı” ile Soma katliamı sonrasında iş cinayetleri konusunda toplumda artan hassasiyetten nemalanmayı hedeflemektedir.
Maden işçilerinin yıllardır yaşadığı olumsuz çalışma koşullarını görmezden gelen AKP iktidarının Soma Katliamının sorumluluğunu unutturmak için her yola başvurduğu bilinmektedir. Oysa Soma Katliamı, İşçi Sağlığı ve Güveliğinden uzak koşullarda, düşük ücretle, günde 10 saate kadar çalıştırılan 301 maden işçisinin hayatına mal olan hileli taşeronluk düzenlemesi “rödovans” sisteminin iç yüzünü ortaya çıkarmıştır. 
Buna rağmen “Maden Yasa Tasarısı”nda “rödavans sisteminin”, taşeron çalışmanın yasaklanmasına ilişkin hiçbir düzenleme yoktur. Bunun yerine yer altı işlerinde çalışan işçilerin günlük çalışma sürelerinin 6 saat, haftalık çalışma sürelerinin ise 36 saatle sınırlanması, yıllık ücretli izinlerinin dört gün artırılması düzenlenmektedir. Ayrıca çalışma süreleri zorunlu ve olağanüstü hallerde artırılabilecektir. Diğer taraftan çalışma süresinin, ekipmanların hazırlanması, galerilere iniş-çıkış gibi normal şartlarda çalışma sürelerini kapsayıp- kapsamadığı belirsizdir. Yani çalışma süresinden yer altında kalınan sürenin mi yoksa çalışmadan sayılan hazırlık sürelerinin de içinde bulunduğu süreyi de kapsayan sürenin mi kast edildiği net değildir. Bu durumun netleştirilmesi gerekmektedir. Çünkü bilindiği üzere Soma Katliamında günlük çalışma süresi 8 saat olmasına rağmen hazırlık, galeriye iniş-çıkış süreleri dahil edilmeyen işçilerin, mesai ücreti ödenmeden, 10 saate kadar çalıştırıldığı ortaya çıkmıştır. 
Maden Yasa Tasarısındaki bir diğer düzenleme ise Soma Katliamında hayatını kaybeden işçilerden geride kalan hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanmasıdır. Ancak katliam sonrasında işçilerin yakınlarına bol bol vaatte bulunan AKP iktidarı, ölüm aylığının kaynağı olarak dörtte biri işçilerin ücretlerinden kesilen İşsizlik Sigortası Fonunu göstermektedir. 
Basında “en büyük af geliyor” diyerek cilalanan yasa tasarısında ise sigorta primlerinin, idari para cezalarının, bazı vergilerin yeniden düzenlenmesi vardır. Yani af değil, borçların tahsili için yeniden düzenleme yapılmaktadır. Düzenlemeden daha çok çalışanlarının sigorta primlerini yatırmayan işverenler yararlanacaktır. Tasarıda emekçileri ilgilendiren bölüm ise 2012 yılında hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası primlerinin yeniden düzenlenmesidir. Hatırlanacağı üzere 1 Ocak 2012 yılında başlayan uygulamaya göre, hiçbir sosyal güvenliği olmayanlar, yeşil kartlılar, kısmi süreli çalışanlar (part time çalışanlar), öğrenciler ve zorunlu sigortası sona erenler Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmıştı. Bunlardan gelir testi sonucu aylık geliri brüt asgari ücretin üçte birini geçenlerin kademeli olarak ayda 35,46 TL den 212,76 TL ye kadar prim ödemesi düzenlenmişti. 
Çalışma Bakanı’nın açıklamalarına GSS düzenlemesi ile başlayan Gelir testine girmeyen yaklaşık 3 milyon 300 bin civarında vatandaşımız bulunmaktadır. Teste girmeyenlere en yüksek oranda prim (212,76 TL) tahakkuk ettiği için bu vatandaşların şu anda prim borcu 7 milyarı aşmış durumda. 
İşte “ büyük af geliyor” diye müjde haberleri yapılan tasarıda zaten haksız bir şekilde en yüksek oranda prim tahakkuk ettirilen bu prim borçlarının yeniden yapılandırılması var. Buna göre bugüne kadar Gelir Testi yaptırmayanlara 4 ay içinde başvuruları halinde tahakkuk edilecek prim borçlarını 12 ayda ödeyebilmeleri düzenlenmektedir. Kısacası ortada geniş toplum kesimlerini ilgilendiren bir af yoktur.
Sonuç olarak AKP’nin taşeron istihdamı ortadan kaldırmak ya da sınırlamak gibi bir amacı hiçbir dönem olmamıştır. Her şeyi paraya tahvil edenler için işçinin, emekçinin kölelik koşullarına itilmesi, iş cinayetlerine kurban verilmesi olağan, sıradan şeylerdir. Her şeyden önce çalıştıkları kurumlar özeleştirildiği için kamuda geçici personel kadrosunda istihdam edilen toplam 23 bin 4C’linin kadroya geçirilmesine yıllardır kulaklarını tıkayanların 1,7 milyon taşeron işçisini kadroya almasını ya da çalışma koşullarını düzeltmesini beklemenin hayal olduğu görülmelidir.

Güvenceli İş, İnsanca Yaşam İçin Taleplerimiz
 Çalışanlar için kölelik ve ölüm anlamına gelen taşeron istihdam ve taşeronluktan farkı olmadığı Soma katliamı ile bir kez daha ortaya çıkan ‘rodövans’ yasaklanmalıdır. 
 30 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’ye gönderilen yasa tasarısının taşeron istihdamı yaygınlaştırmayı hedefleyen düzenlemeleri (özellikle 1.,10.,11.,12.,13. Maddeler) tasarından çıkarılmalıdır.
 En son Soma katliamında 301 işçimizin yaşamına mal olan iş cinayetlerinin engellenmesinin bir adımı olarak, 19 yıldır imzalanmayan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi derhal imzalanmalıdır.
 Kıdem tazminatının ödenmesi işverenin asli sorumluluğudur. Kıdem tazminatının kamu bütçesinden karşılanarak yağmalanması engellenmelidir.
 Her yıl binlerce işçinin hayatına mal olan iş cinayetlerinin engellenmesi için bir hizmet değil hak olan işçi sağlığı ve güvenliği alanının piyasaya terk edilmesinden vazgeçilmelidir. Kamu, patronların kâr hırsının cezasını işçilerin canıyla ödemesini engellemek için alanda gerekli personel istihdam etmeli, istikrarlı, yaygın ve sürekli denetimi sağlamalıdır. 
 İşsizlik Fonu’nun yağmalanmasına izin verilmemelidir.
 Güvenceli İş, İnsanca Yaşam İçin yukarıda sıralanan mevzuat değişikliklerinin ve ILO sözleşmesinin imzalanması tek başına yeterli değildir. Bu düzenlemelerin hayata geçmesi ve sürekli hale getirilmesi için kamunun etkin denetimi sağlanmalıdır.