Milyonlarca kamu emekçisini ilgilendiren toplusözleşme görüşmeleri KESK’lilere dönük polis saldırısıyla başladı.
Kamu emekçilerini ilgilendiren toplusözleşme polis saldırısıyla başladı
Milyonlarca kamu emekçisini kapsayan toplusözleşme görüşmeleri, polis saldırısıyla başladı. KESK üyeleri taleplerini açıklamak için bakanlık yakınına yürümek isteyince polisin biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Bakanlık salonunda dışarıdaki saldırıya tepki gösteren KESK Genel Sekreterine Memur Sen görevlileri “Çıkın dışarıda yapın açıklamanızı” diye sataştı.
Hükümet ile kamu emekçileri konfederasyonları arasında, önümüzdeki iki yılı kapsayacak olan toplu sözleşme görüşmeleri başladı. Çalışma Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında yapılan toplantı öncesinde KESK üyeleri Milli Kütüphane önünde toplandı. Edirne, Muğla, Van ve Artvin’de toplanarak 4 koldan Ankara’ya gelen KESK üyeleri, buradan bakanlık yakınındaki su deposuna yürümek, taleplerini açıklamak istedi. Fakat polis yürüyüşe izin vermedi, sadece bir grubun basın açıklaması yapabileceğini söyledi. Ancak KESK yöneticileri üyeleriyle birlikte basın açıklaması yapmak istedi. Çıkan tartışmanın ardından polis kamu emekçilerine biber gazıyla saldırdı. KESK üyeleri saldırıya “Emekçiye değil çetelere barikat” sloganlarıyla tepki gösterdi.
Polis saldırısında biber gazından etkilenen, yaralanan ve gözaltına alınan kamu emekçileri oldu. KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen de saldırı sırasında kolundan yaralandı. KESK Eğitim, Örgütlenme ve Basın Yayın Sekreteri İlhan Yiğit, Haber Sen Genel Sekreteri Burak Ustaoğlu ve Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Hamit Kurt’un da aralarında olduğu 6 kişi gözaltına alındı. Ayrıca KESK Eş Genel Başkanları Aysun Gezen ve Mehmet Bozgeyik’in, OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile ihraç edildiği için görüşmelere katılmasına izin verilmedi.
KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen de saldırı sırasında kolundan yaralandı.
MEMUR SEN’LİLER POLİS SALDIRISINA ARKA ÇIKTI
Bakanlık dışında kamu emekçileri polis saldırısına uğrarken içeride de gerginlik çıktı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un gelmesi beklenirken KESK Genel Sekreteri Ramazan Gürbüz, polisin kamu emekçilerine saldırmasına tepki gösterdi. KESK üyelerinin taleplerini açıklamasına izin verilmediğini söyleyen Gürbüz’e Memur Sen’liler “Çıkın dışarıda yapın açıklamanızı” diye karşılık verdi. Bir süre yapılan atışmaların ardından gerginlik sona erdi.
MEMUR SEN YÜZDE 8+7 İSTEDİ
Yetkili konfederasyon Memur Sen, 2020 yılı için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere yüzde 3 refah payı ve taban aylığa 200 TL seyyanen artış istiyor. Birinci 6 ayda yüzde 8, ikinci altı ayda yüzde 7 zam isteyen Memur Sen, sözleşmeli personel çalışmasına son verilmesi, gelir vergisinde yıl boyu yüzde 15 sabit oran uygulanması ya da yüzde 15’i aşan kısmın kamu işvereni tarafından karşılanması, kreş hizmeti sunulması ya da 754 TL kreş yardımı yapılması taleplerini öne sürdü. Memur Sen’in bir başka talebi ise toplusözleşme masasına diğer konfederasyonların değil sadece kendisinin oturması.
BAKAN’DAN “SALDIRI SAVUNMASI”
KESK Genel Sekreteri Ramazan Gürbüz, anayasada güvenceye alınmış demokratik haklarını kullanamadıklarını, yürüyüş yapmak istediklerinde polisin üyelerine saldırdığını söyledi. Bu sırada araya giren Bakan Zümrüt Selçuk, yürüyüş için valiliğe güzergah bildirilmediği iddiasıyla polis saldırısını savundu.
KESK YÜZDE 38 TALEP ETTİ
KESK, eşi çalışmayan, iki çocuklu en düşük kamu emekçisinin maaşının 2020 yılı için eş, çocuk, kira, yemek yakacak yardımı ile birlikte AGİ hariç 6 bin 838 liraya çıkarılmasını istiyor. Böylece ücretlerde yüzde 38 zam talep eden KESK, 2021 yılı için ise gerçekleşen enflasyon artı 3 puan refah payı talep ediyor. KESK’in diğer talepleri de vergi oranının düşürülerek sabitlenmesi, ücretsiz kreş ve servis hakkı, partizanca uygulamalara son verilerek liyakatin esas alınmasını, mülakat ve güvenlik araştırmasına, kadın emekçilere yönelik ayrımcı uygulamalara son verilmesi.
KAMU-SEN KAYIPLAR KARŞILANSIN
Kamu-Sen’in talebi ise geçmiş dönemdeki erimenin giderilmesi. Sadece 2018 yılında bu kaybın 600 TL olduğuna dikkat çeken Kamu-Sen de yüzde 3 oranında refah payı istiyor. Kamu Sen’in talebinin kabul edilmesi halinde 3 bin 18 lira olan en düşük memur maaşı 2020 sonunda 4 bin 509, 2021 sonunda ise 5 bin 417 liraya çıkacak. (Ankara/EVRENSEL)
Kamu emekçileri ve emeklikleri olarak önemli bir sürece giriyoruz. 2020-2021 yıllarını kapsayan ‘Toplu Sözleşme’ görüşmeleri 1 Ağustos 2019 Perşembe günü başlayacak. 3 milyonu kamu emekçisi ve 2 milyonu kamu emekçisi emeklisinin gözü kulağı iki hafta sonra kurulacak masada olacak.
Bilindiği üzere bugüne kadar mevcut iktidar ve bu iktidarın ‘sendikamız’ diye tanımladığı yapı arasında 2012 yılından bugüne tam dört kez danışıklı dövüş oyunlarına dayalı mutabakatlar imzalanmıştır. Söz konusu mutabakatlarda; insanca yaşamaya yetecek bir ücretten, güvencesiz, sözleşmeli istihdama son verilmesine, gelir vergisi adaletsizliğinin ve ek gösterge adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasından ek ödemelerimizin emekli aylıklarımıza yansıtılmasına kadar hiçbir temel sorunumuz çözülmemiştir.
Üstelik ülkemizde bir yıldır devam eden ekonomik kriz, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve bunların kalıcı hale getirildiği düzenlemeler çalışma yaşamımızı daha güvencesiz hale getirmiş, yaşadığımız sorunları daha da derinleştirmiştir.
İş güvencemiz fiilen kullanılamaz hale getirilmiştir.
Bugün kamuya kadrolu personel alımı durma gelmiştir. Kamu emekçilerinin sözleşmeli, kadro karşılığı sözleşmeli, geçici sözleşmeli, vekil ve ücretli gibi farklı biçimlerde güvencesiz istihdamı artarak sürmektedir.
Hükümet yılardır kadro talep eden sözleşmelilerin sesine kulak tıkamaya, oyalama taktikleri geliştirmeye devam etmektedir. Nitekim bugünlerde TBMM’de görüşülmesine devam edilen torba yasa sadece 4+2 olarak bilinen sistemle sözleşmeli istihdam edilenleri kapsamaktadır. Buna göre altı yıl boyunca ailesinden koparılanların 3+1 sistemi ile yani ceza indirimi ile yetinmesi beklenmektedir.
OHAL KHK’leri ile herhangi bir yargı süreci işletilmeden, sorgusuz, sualsiz işinden ekmeğinden edilen 4 bin 570’i konfederasyonumuza bağlı sendikaların üyesi olmak üzere 130 bine yakın kamu çalışanı kaderine terk edilmiştir.
Maaşlarımızdaki erime sürmektedir. Hedeflenen enflasyon oranlarına, hatta bazen bunun bile altındaki rakamlara imza atanların ‘tarihi başarıları’ sayesinde maaşlarımız her yıl açlık sınırına daha fazla yaklaşmıştır.
TÜİK, krizin faturasını emekçi kesimlere yıkmanın bir aracı haline getirilmiştir. Nitekim yaklaşık bir yıldır iğneden ipliğe her şeyi kapsayan zam yağmuru TÜİK’in resmi enflasyon rakamlarına adeta damla olarak yansımaktadır.
Ramazan ayından bugüne et ve et ürünlerinde, süt ve süt ürünlerinde yaşanan en az yüzde 20 artış görmezden gelinmiş, “meyve ve sebze fiyatlarında yaşanan düşüşün etkisi ile enflasyon düştü” denilmiştir. Adeta 81 milyonun tamamının vejetaryen ya da vegan olduğu varsayılmıştır. Yine şekerden çaya, akaryakıt ürünlerinden elektriğe uzanan zamlar, alkol ve sigaradaki ÖTV artışları göremezden gelinmektedir.
Tüm bunlara rağmen ne yazık ki bir kısım medya, kamuoyunu yanıltıcı haberlere imza atmaya devam etmektedir. 3 Temmuz’da enflasyonun açıklanmasından hemen sonra, Hayatımızda bir arada görmediğimiz para destesi fotoğraflarının yer aldığı bu haberlerde büyük puntolarla ‘memura 3 zam birden” manşetleri atılmıştır. “En düşük memur maaşı 3.723 TL oldur” denilmiştir.
Dün elimize geçen maaşlar tüm bu haberlerin koca bir palavradan ibaret olduğunu ispatlamaktadır.
Bu ülkede yaşayan 81 milyon TÜİK’in resmi enflasyonu ile düşük gösterilmeye çalışılsa da sokakta, pazarda yaşanan gerçek enflasyonun en az %40 olduğunu biliyor.
Buna karşın maaşlarımızda %5’lik ‘toplu sözleşme’ zammını, %1,01’lik enflasyon farkını, iki günlük bebek bezi almaya yetmeyen çocuk yardımının üç beş kuruş artırılmasını ‘memura üç zam birden’ diye sunanları, en düşük maaşı hesap oyunları ile 650 – 700 TL fazla gösterenleri, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atananların maaşlarında %40 zam yapılmasını görmeyip bizim maaşlarımızdaki sefalet artışını müjde diye yutturmaya çalışanları buradan kınıyoruz.
Yıllardır en temel sorunlarımız arasında yer alan gelir vergisi adaletsizliği bugün daha da yakıcı hale gelmiştir. Nitekim dün zamlı maaşlarını alan kamu emekçilerinden önemli bir bölümü daha ikinci vergi dilimine girmiştir. Yani maaş artışlarımız daha cebimize girmeden gelir vergi olarak kesilmiştir.
Ayrıca 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimler öncesinde bizzat Cumhurbaşkanı tarafından verilen 3600 ek gösterge sözünün gereği aradan geçen bir yılı aşkın zamana rağmen yerine getirilmemiştir.
Bunlara ek olarak kamuda siyasi kadrolaşma ve sendikal ayrımcılık hiç olmadığı kadar artmıştır. Kamu görevine almada ve görevde yükselmede KPPS ve yazılı sınavların etkisinin azaltılması ile kariyer ve liyakat ilkeleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Yani torpilin, kayırmanın, ayrımcılığın siyasi kadrolaşmanın kapsı sonuna kadar açılmıştır.
KPSS’yi, sözlü sınavları ya da mülakatları aşan adaylar Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması ile üçüncü bir elemeye tabi tutulmaktadır. Böylece kamuya alınacak olanların siyasal iktidarla aynı çizgide olması, dolayısıyla sendikal tercihini yaparken de siyasal iktidarla sembiyotik bir ilişki içinde olan konfederasyona bağlı sendikalara üye olmasının yolu açılmıştır.
Elbette ki yaşadığımız sorunları bunlardan ibaret değildir. . Kamu emekçilerinin burada tek tek sıralamaya vaktimizin yetmediği onlarca sorunu daha bulunduğunu biliyoruz. Tüm bunlara rağmen üç ay önce “sendikamız” dediği yapının düzenlediği konferansta konuşan Cumhurbaşkanı konusu yapının önümüzdeki dönemde de ‘fedakarlıkta’ bulunmasını beklediklerini ifade etmiştir.
Buradan altını bir kez daha çiziyoruz. 3 milyon kamu emekçisi ve 2 milyon kamu emekçisi emeklisi 8 yıldır yandaş yapı ile danışıklı dövüş oyunlarına dayalı mutabakatların bedelini ödemektedir.
Bugüne kadar fedakarlıkta bulunanlar çifte maaş alan, hükümet temsilcileri ile boy boy fotoğraf vermeyi sendikacılık zannedenler değildir. Tüm fatura 3 milyon kamu emekçisi ve 2 milyon kamu emekçisi emeklisinin sırtına yıkılmıştır. Dolayısıyla kamu emekçilerinin, emekliklerin daha fazla fedakarlık yapacak hali kalmamıştır.
Kapsamından, tarafların belirlenmesine, grev hakkımızın yasal güvence altına alınmamasından, uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Hakem Kurulunun yapısına kadar onlarca temel sorunu bulunan, yasak ve sınırlamalarla yüklü, hak arama yollarını kapatan bu fason toplu sözleşme sistemi bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil, tam dört kez iflas etmiştir.
Konfederasyonumuz KESK, kendine Müslüman olanların, hep bana hep bana diyenlerin aksine bu toplu sözleşme sürecinde de dar gelirli vatandaşlarımızın kamu hizmeti alma hakkını merkeze koyan halktan yana bir kamu hizmeti, tüm kamu emekçilerinin fazlası ile hak ettiği demokratik adil bir çalışma yaşamı, insanca yaşamaya yetecek bir ücret, güvenceli istihdam, güvenli gelecek ve gerçek bir toplu pazarlık hakkı için mücadelesini sürdürmektedir.
Bunun için bizler, KESK’ e bağlı sendikaların üyeleri olarak,
Grevli Toplu Sözleşme ve Örgütlenme Özgürlüğü İstiyoruz!
İnsanca Yaşanabilir Bir Ücret İstiyoruz! En düşük ücrette yoksulluk sınırının temel alınmasını, eşi çalışmayan iki çocuğu olan en düşük maaşı alan kamu emekçisinin maaşının yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını, tüm kamu emekçilerinin maaşlarının da bu oranda artırılmasını,
Sözleşmeli, taşeron, ücretli, vekil gibi hür türlü güvencesiz istihdama son verilmesini, tüm kamu emekçilerinin güvenceli-kadrolu istihdam edilmesini,
Asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını, maaşlarımızın asgari ücret tutarını aşan kısmı için gelir vergisinin ilk dilim olan %15 oranın uygulanmasını,
Tüm lisans ve lisans mezunu kamu emekçilerinin ek göstergesinin 3600’e çıkarılmasını, bunun dışında kalan kamu emekçilerinin mevcut ek göstergelerinin 800’er puan artırılmasını,
Hangi ad altında olursa olsun tüm ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını, mevcut emekli maaşlarının artırılmasını, Emeklilikte Yaşa Takılma (EYT) haksızlığına son verilmesini,
İşe almada ve görevde yükselmede, unvan değişikliğinde mülakatın güvenlik soruşturması arşiv kaydı araştırmasının kaldırılmasını,
Mahkeme kararı olmadan, hukuksuz bir şekilde KHK ile ihraç edilen tüm kamu emekçileri görevlerine iade edilmesini,
0-6 yaş grubundaki çocuklarımız için tüm kamu kurumlarında ücretsiz tam gün hizmet veren ücretsiz kreşler açılmasını,
Maşlarımızdan isteğimiz dışında %3 kesinti yapmaya dayalı zorunlu BES sistemine son verilmesini,
Kadınların sürekli ve güvenceli işlerde istihdamının sağlanmasını, ayrımcılığın son bulmasını istiyoruz.
Buradan tüm kamu emekçilerine ve emeklilerine seslenerek sözlerimize son veriyoruz. Sevgili kamu emekçileri, sevgili emeklilerimiz biliyoruz içinde bulunduğumuz tablo oldukça karanlık. Unutmayalım bu karanlığa alışmak, tepkisiz kalmak kanıksamayı ve kabullenmeyi de beraberinde getirir. Her şeye rağmen bu karanlık tabloya alışmamak, umudumuzu diri tutmak bizim elimizde.
Konfederasyonumuz KESK’in toplu sözleşme teklifi sadece hükümete sunulmuş bir teklif değildir. Sendikalı sendikasız tüm kamu emekçilerine sunulmuş insanca yaşam, güvenceli iş ve güvenli gelecek teklifidir.
Gelin taleplerimize birlikte sahip çıkalım, haklarımızın peşkeş çekilmesini hep beraber engelleyelim.
Kurumlarda ssp, misafir, mezun, figüran pozisyonlarında çalışan arkadaşlarımızla ilgi çıkarılan yönetmeliğe, Sendikamiz Kültür Sanat-Sen tarafindan açılmış yada açılması düşünülen bir dava söz konusu değildir.
Dava konusu olması düşünülen Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün çıkardığı yönetmeliktir. Güzel sanatlara bağlı koro ve topluluklarda görevli misafir sanatçı arkadaşlarımız mağdur edilmiştir. Şu haliyle uzun yıllar özveriyle güvencesiz çalışmış bir çok sanatçı arkadaşımızın sözleşmesi yenilenmeyecek yani Ocak Ayı itibariyle işsiz kalacaklardır. Geriye kalan arkadaşlarımızın bir kısmına tam zamanlı sözlesme yapılacak olup buyuk bir kısmı ise puantajli çalışmaya mecbur birakilacaklardir.
Dolayısıyla tam zamanlı çalışma umuduyla bekleyen sanat emekçilerinin, oluşacak hak kayıplarına karşı sonuna kadar yanında olduğumuzu bu durumla ilgili ise bir dizi eylem ve etkinlikte bulunacagimizi bildiririz.
Herkese güvenceli iş, güvenli bir gelecek istiyoruz. Bunun teminatı ise örgütlü mücadelemizdir.
EVRENSEL HABER Kültür Sanat Sen, sözleşmeli personel yönetmeliğine tepki gösterdi Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli personel yönetmeliğine mezuniyet şartı getirilmesine ilişkin basın açıklamasında bulundu. KESK’e bağlı Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen), geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli personel yönetmeliğine mezuniyet şartı getirilmesine ilişkin basın açıklamasında bulundu. Açıklamada konuşan Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Hülya Eryetli, mezuniyet şartının akla ve adalete sığmadığını ifade etti. Hülya Eryetli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmesiyle “yasaları uyumlulaştırma” amacıyla yayınlanan 703 sayılı KHK’nın kamuda yeni bir istihdam biçimi doğrduğunu aktardı. Bu yolla, kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına teslim edildiğini ifade eden Eryetli, “Güvenceli istihdamın yerini güvencesiz istihdam biçine bıraktığı, liyakatsizliğin, keyfiyetli yönetimin önünü açan, hukuki zeminin kaydığı bir süreç yaşanmaktadır.” dedi. 703 Sayılı KHK ile oluşan yeni istihdam biçimi ile sanat kurumlarında üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya başlanıcağını belirten Eryetli, “ Bu sözleşmeler tam zamanlı, kısmi ve projelerle sınırlı olarak yapılacaktır. Başta belirtilen tam zamanlı, kısmi ve proje başına çalışma biçimleri detaylandırılmış ve ‘Ayın veya haftanın belirli günleri ya da saatleri’ şeklinde düzenlenmiştir. Yönetmelikler genel olarak kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayınlanmıştır” şeklinde konuştu. “ÇOK SAYIDA SANAT EMEKÇİSİ İŞSİZ KALACAK” Yönetmeliğin, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün özgünlüğünü göz ardı ettiğini vurgulayan Eryetli, yönetmeliğin bu şekilde kalması halinde çok sayıda sanat emekçisinin işsiz kalacağına dikkat çekti. Eryetli, yönetmelikte “Personelde aranacak şartlar” başlığı altındaki madde de semezan ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken, ses sanatçıları için 4 yıllık fakülte zorunluluğu, dansçılar için ise güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirildiğini aktardı. Bundan sonraki alımlarda bu maddeye karşı olmadıklarını belirten Eryetli, “ Kurumlarda yıllardır çalışan hatta emekliliği gelen sanbat emekçileri için bu koşul aranmamalı ve yönetmeliğe bununla ilgili bir ek madde konulmalıdır” diye ifade etti. İşe alım ve çıkarım işlerini yürütecek kurulun oluşumu aşamasında kurul üyelerinin yeterli seviyede olup olmayacaklarının da muğlak olduğunu söyleyen Eryerli, “ Bu istihdam biçimi, geleceğin istihdam biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet hakkını sağlıklı alabilmesi için de çalışanlar güvenceli olmalıdır” dedi. Eryetli, haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için tüm sanat emekçileriyle mücadeleye devam edeceklerini belirtti. (Ankara/EVRENSEL)
Kültür Sanat-Sen: “Güvencesiz istihdam biçimi kabullenilemez” 4 Temmuz 2019 Kültür Sanat-Sen, 21 Haziran 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik’in kültür-sanat emekçileri açısından yaratacağı güvencesizliğe dikkat çekmek amacıyla basın açıklaması yaptı Kültür Sanat-Sen, Ankara’da bulunan genel merkez binasında 21 Haziran 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Sözleşmeli Personel Hakkında Yönetmelik’in kültür-sanat emekçileri açısından yaratacağı güvencesizliğe ilişkin basın açıklaması yaptı. Söz konusu yönetmelikte güvencesizliğin yanı sıra semazen ve mehteran ekipleri için herhangi bir ön koşul öngörülmezken, ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmesi ise dikkat çekti. Açıklamada, “Erdoğan talimat verdi! Sanatçılar koruma altına alınıyor” şeklinde servis edilen düzenlemenin kültür-sanat emekçilerini hayal kırıklığına uğrattığı ifade edildi. Açıklamada 703 sayılı KHK’de yaratılan yeni istihdam biçimi ile sanat kurumlarında tam zamanlı, kısmi zamanlı veya projelerle sınırlı üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya başlanacağı belirtildi. Mevzuat hükümlerine göre, Süreli “sözleşmeli personeller ve misafir sanatçılar” ile ilgili çıkarılan yönetmeliklerde, tam zamanlı, kısmı zamanlı ve proje başına çalışma biçimleri detaylandırılarak “ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri” çalışma yapılabileceğine ilişkin düzenleme yapıldığı kaydedildi. Kamuda kölelik sistemi “Yönetmelikler genel özü itibariyle kamuda kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayımlanmıştır” denilen açıklamada, “Yönetmeliğe göre yapılacak sözleşmelerin en uzun sürelisi mali yılla sınırlı olmakla birlikte yıl içerisinde de kolaylıkla sözleşmeleri feshedebilecek maddeler konulmuştur” denildi. Açıklamada yönetmeliklerin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve kurumların kendi yasaları harmanlanarak hazırlandığı ve böylece 657 sayılı kanuna muadil denebilecek bir mevzuat ortaya çıktığını belirtilerek “Örneğin kadrolu olarak çalıştırılan personel için aranan şartlar ve sınav usulleri birebir benzerlik gösterirken; 657 sayılı yasada yer alan disiplin hükümleri çok daha katılaştırılarak ve sonucu sözleşme feshi ile bitecek şekilde düzenlenmiştir” ifadelerine yer verildi. “Hak gasplarını beraberinde getirecek” Kültür Sanat-Sen, düzenlemeye ilişkin yaptığı açıklamada yaşanacak olası durumları şöyle sıraladı: • Sınav kazanmış olma, sözleşme bitimi sonrası yenilenmemesi ya da pozisyon değişikliği durumlarında herhangi bir hak oluşturamayacağı şeklindeki düzenlemelerin ciddi hak gasplarını beraberinde getirecek. • Yalnızca tam zamanlı çalışanların sendika üyesi olabileceği belirtiliyor. Bu durumun Anayasal bir hak olan sendika üyeliği hakkına ve eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ediyor. • Kısmi zamanlı ve proje personeline iş sonu tazminatı ödenmeyecek ve işsizlik sigortası primi yatırılmayacak. “Bu uygulama insan haklarına ve eşitlik ilkesine çok açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin, kısmi zamanlı çalıştırılacaklar için 6 aylık sözleşme yapıldığında projenin 4 ayda bitmesi durumunda sözleşmenin de hiçbir cezai şarta tabi olmaksızın sona ereceği ve kişiler herhangi bir hak talep edemeyeceklerdir.” Kültür Sanat-Sen açıklamanın sonunda taleplerini ise şöyle sıraladı: Personelde Aranacak Şartlar başlığı altındaki 5. Maddede semazen ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmiştir. Bundan sonraki alımlarda bu maddeye karşı olunmamakla birlikte, kurumlarda yıllardır çalışan hatta emeklisi gelen sanat emekçileri için bu koşullar aranmamalı ve yönetmeliğe bununla ilgili ek bir madde konmalıdır. İşe alma, çıkarma sözleşmelerin yenilenmesi gibi işleri yürütecek “değerlendirme kurullarının oluşumu” aşamasında kriterlerin belirlenmeyişi ile birlikte kurul üyelerinin yeterli seviyede olup olamayacaklarının muğlâk kalması; liyakatin olması gereken şekilde uygulanamayacağını göstermektedir. Mutlaka kriterler belirlenmelidir. Bu istihdam biçimi geleceğin istihdam biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet hakkını sağlıklı alabilmesi için de tüm kamuda çalışanlar güvenceli olmalıdır. Kültür Sanat-Sen olarak bu haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için tüm güvencesiz sanat emekçisi arkadaşlarımızla örgütlü mücadeleye devam edeceğiz.
KESK Eş Genel Başkanı Mehmet BOZGEYİK 04.07.2019 tarihinde Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü misafir sanatçılarla ilgili sendikamız Genel Merkezinde yapılan basın açıklamasında iş güvencesine ilişkin konuşma gerçekleştirdi.
Ülkemizin
altına imza attığı uluslar arası sözleşmeler de olması gereken düzgün iş
kavramı; “insanın temel hak ve
özgürlüklerine, iş güvenliği ve iş bedeli açısından haklarına saygı gösterilen, çalışanların ve ailelerinin geçimlerini
sağlamalarına olanak tanıyacak kazancı sağlayan iş “olarak tanımlanmaktadır.
Yalnız yaşadığımız ülke gerçekliği ve iş kolumuz olan kültür sanat iş
kolunda bu tanımın hiçbir geçerliliği ve gerçekliği bulunmamaktadır.
Kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına teslim edildiği ve kamudaki
güvenceli istihdamın yerini güvencesiz istihdam biçimine bıraktığı, performans
gibi dayatmalarla liyakatsizliğin, keyfiyetle yönetimin önünü açan hukuki
zeminin kaydığı bir süreç yaşanmaktadır.
Temmuz 2018 de Cumhurbaşkanlığı Hükümet
sistemine geçişle birlikte mevcut yasaları uyumlulaştırma KHK sı olarak
yayınlanan 703 sayılı KHK kamuda yeni bir istihdam biçimi daha doğurmuştur.
Bu istihdam biçiminin 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununa benzer yanları olmakla birlikte 657 nin en önemli unsuru
olan iş güvencesinden yoksundur ve çalışma süresi mali yılla sınırlandırılmıştır.
Bu durum sadece sanat kurumlarında çalışan yevmiyeli personeli ilgilendiren bir
düzenleme değildir. Kamuda benzer istihdam biçiminde çalışan ve çalışacak tüm diğer
sözleşmeli personeli kapsamaktadır.
Zamlara güncelleme diyerek terminolojiye yeni
tanımlar kazandıran siyasal iktidarın sözcüleri yapılan bu düzenlemeyi yine
müjde olarak servis etmiş olsalar da, yerel seçimlerin bittiği şu günlerde acı
gerçekler kendini göstermeye başlamıştır.
“Erdoğan
talimatı verdi! Sanatçılar koruma altına alınıyor.” Başlığıyla yayınlanan haberler sonrasında
büyük beklentiler içerisine giren güvencesiz sanat emekçileri sonuçta çıkan
yönetmelik ve yapılan düzenlemelerle büyük hayal kırıklığına uğramışlardır.
Değerli
Basın Emekçileri
703 Sayılı KHK da yaratılan yeni istihdam biçimi
ile sanat kurumlarında üç tip sözleşmeyle personel çalıştırılmaya
başlanılacaktır. Bu sözleşmeler tam zamanlı, kısmi zamanlı veya projelerle
sınırlı olarak yapılacaktır. Bu mevzuat hükümlerin uyarınca çalıştırılacak
Süreli Sözleşmeli Personeller ve Misafir Sanatçılar ile İlgili çıkarılan
yönetmelikler değerlendirildiğinde olayın vahameti bir kez daha gözler önüne
serilmektedir. Başta belirtilen tam zamanlı, kısmi zamanlı ve proje başına
çalışma biçimleri detaylandırılmış ve” ayın veya haftanın bazı günleri ya da
günün belirli saatleri ” çalışmanın yapılabileceği şekliyle düzenleme
yapılmıştır.
Yönetmelikler genel özü itibariyle kamuda
kölelik sisteminin hayata geçirilebileceği şekliyle yayınlanmıştır. Yönetmeliğe
göre yapılacak sözleşmelerin en uzun sürelisi mali yılla sınırlı olmakla
birlikte yıl içerisinde de kolaylıkla sözleşmeleri fesh edebilecek maddeler
konulmuştur.
Yönetmelikler geneli itibariyle 657 sayılı
yasa ve kurumların kendi yasaları harmanlanarak yapılmış ortaya 657 nin muadili
denebilecek bir mevzuat çıkmıştır. Örneğin kadrolu olarak çalıştırılan personel
için aranan şartlar ve sınav usulleri birebir benzerlik gösterirken; 657 sayılı
yasada yer alan disiplin hükümleri çok daha katılaştırılarak ve sonucu sözleşme
feshi ile bitecek şekilde düzenlenmiştir.
Sınav kazanmış olma müktesep hak
oluşturmayacak, sözleşme imzalamış olsa dahi sözleşme bitiminden sonra
yenilenmemesi ya da pozisyon değişikliği söz konusu olduğunda herhangi bir hak
iddia edilemeyeceği şekilde hazırlanan mevzuat ciddi hak gasplarını da
beraberinde getirmektedir.
Sadece tam zamanlı personelin
sendikaya üye olabileceği belirtilmiştir. Sendikaya üye olma anayasal bir hak
olmakla birlikte bu husus eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Kısmi zamanlı ve proje personeline iş
sonu tazminatı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm ile işsizlik sigortası primi
yatırılmayacağına ilişkin hükümler konulmuştur. Bu uygulama insan haklarına ve
eşitlik ilkesine çok açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin,
kısmi zamanlı çalıştırılacaklar için 6 aylık sözleşme yapıldığında projenin 4
ayda bitmesi durumunda sözleşmenin de hiçbir cezai şarta tabi olmaksızın sona
ereceği ve kişiler herhangi bir hak talep edemeyeceklerdir.
Değerli
Basın Emekçileri
Sanat kurumlarına uzun yıllardır kadro
verilmemesi ve sınav yapılmaması dolayısıyla sanat emekçileri zaten mezun,
misafir, süreli sözleşmeli figüran vs. pozisyonlarında yıllık sözleşme ile
güvencesiz ve bir hayli esnek mesai saatleri dâhilinde çalışmaktaydılar.
Örneğin mezun sanatçı pozisyonunda güvencesiz
çalışan bir arkadaşımız yeri gelip bir sezon içerisinde sekiz oyunda bile görev
alabilmektedir. Ya da sahne altında imalathanelerde çalışan teknik personel
oyun çıkmadan önce sabahın beşine kadar çalışıp aradan üç saat geçtikten sonra
tekrar iş başı yapabilmektedirler. Hastalık ölüm durumlarında kullandıkları
izinler bile maaşlarından kesilen; kadroluların sevindiği, birleştirilen bayram
tatillerine maaş alamayacakları için üzülen, güvencesiz çalışan arkadaşların
yıllardır çektikleri bu sıkıntılara çare olarak üretilen bu sözleşmeli çalışma
biçimi şu haliyle eskisinden çokta farklı değildir.
Başka bir örnekle; mesleki ömrü sınırlı olan
bale ve dans sanatçıları daha yaşamlarının başındayken diyebileceğimiz 30-35li
yaşlarında işlerine veda etmek zorunda kalmaktadırlar. Çocuk yaşlarda bale ve
dans sanatına başlayan bu insanlar günümüz mezarda emeklilik koşullarında ne iş
yapıp hayatlarını nasıl idame ettirebileceklerini düşünmektedirler. Bu ve
bunlar gibi onlarca soru ve sorunlar 703 KHK ve ilgili değişikliklerle iş
kolumuzda yerleşik hale gelmiştir.
Değerli
Basın Emekçileri
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne Bağlı Koro Ve
Toplulukların diğer sanat birimleri gibi kendi yasaları olmaması ve direkt
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüne bağlı olmaları ayrıca birçok sorunu da
beraberinde getirmektedir. Yasa gereği yöneticilerinin sanatçı bile olmak
zorunda olmaması sanat politikalarının ve anlayışını diğer sanat kurumlarına
nazaran daha da geriden gelmesine sebebiyet vermektedir.
Koro ve toplulukların yönetimi ve sanat
kurullarının sanatsal yetersizlikleri nedeniyle buna bağlı pek çok sorun
yaşanmaktadır. Liyakatsiz atamalar en büyük sorunlardan birisidir. Yönetim
zafiyetini, sanatsal yeterlilikleri bulunmayan ve yönetim özellikleri olmayan
yetersiz vekâleten atanmışların yol açtığı aksaklıkları sanatçılar tolore etmek
zorunda kalmaktadır.
Somut durum böyleyken yine yıllardır
verilmeyen kadrolar sebebiyle güvencesiz ve saat mefhumu olmadan çalışan
misafir sanatçı pozisyonundaki arkadaşlarımıza 21 Haziran 2019 da Resmi
Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sözleşmeli
personel yönetmeliğinde mezuniyet şartı getirilmesi akla izaha ve adalete
sığmamaktadır. Bu kıyımcı yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir.
Değerli
Basın Emekçileri
Öncelikle belirtmeliyiz ki yönetmelik çıkarılması gibi önemli bir
çalışmada alana ilişkin akademik çevrelerin çeşitli STK ların ve özellikle
sendikaların çalışmaları dikkate alınmalıdır.
Yalnız bu Yönetmelik çıkarılırken
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün özgün koşulları göz ardı edilmiştir. Alaylı
olarak nitelendirilebilecek çalışan profili ile yıllardır sürdürülen sanat
icrası bir günde mi yapılamaz hale gelmiştir. Yönetmeliğin bu şekliyle kalması
ve söz konusu hükümlerin değiştirilmemesi halinde çok sayıda sanat emekçisi
işsiz kalacak yarıdan fazlası da yine yevmiyeli olarak çalışmaya mecbur
bırakılacaklardır.
Personelde Aranacak Şartlar başlığı
altındaki 5. Maddede semazen ve mehteran için herhangi bir şart getirilmezken
ses ve saz sanatçıları için 4 yıllık ilgili fakülte zorunluluğu, dansçılar için
güzel sanatlar lisesi ve yüksek okul şartı getirilmiştir. Bundan sonraki
alımlarda bu maddeye karşı olunmamakla birlikte, kurumlarda yıllardır çalışan
hatta emeklisi gelen sanat emekçileri için bu koşullar aranmamalı ve
yönetmeliğe bununla ilgili ek bir madde konmalıdır.
İşe alma, çıkarma sözleşmelerin
yenilenmesi gibi işleri yürütecek “değerlendirme kurullarının oluşumu”
aşamasında kriterlerin belirlenmeyişi ile birlikte kurul üyelerinin yeterli
seviyede olup olamayacaklarının muğlâk kalması; liyakatin olması gereken
şekilde uygulanamayacağını göstermektedir. Mutlaka kriterler belirlenmelidir.
Bu istihdam biçimi geleceğin istihdam
biçimi olarak kabullenilemez. Sadece çalışan hakları değil halkın kamu hizmet
hakkını sağlıklı alabilmesi için de tüm kamuda çalışanlar güvenceli olmalıdır.
Kültür Sanat-Sen olarak bu haksız uygulamalara karşı güvenceli iş ve güvenli
bir gelecek için tüm güvencesiz sanat emekçisi arkadaşlarımızla örgütlü
mücadeleye devam edeceğiz.
KÖLELİĞE MAHKUM OLMAYACAĞIZ! TAŞERON CUMHURİYETİ DEĞİL İNSANCA YAŞAM ve GÜVENCELİ İŞ İSTİYORUZ!
12 yıllık iktidarı boyunca emekçilerin sahip olduğu en temel hakları tırpanlayarak güvencesiz çalışmanın alanını genişleten AKP iktidarı 30 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’ye sunduğu, kamuoyunda ‘taşeron yasa tasarısı’ olarak bilinen tasarı ile çalışma hayatının tamamını taşeronlaştırmanın hesaplarını yapmaktadır. Yıllardır emekçiler aleyhine yapılan her yasal düzenleme öncesinde izlenen yöntem taşeron yasa tasarısında bir kez daha sahnelenmektedir. Daha önce defalarca yaşandığı üzere; milyonlarca çalışanı ilgilendiren konunun doğrudan muhatabı olan sendikalar sürecin dışında bırakılmış, hiçbir şekilde görüşlerine başvurulmamıştır. Kapalı kapılar ardında hazırlanan, asıl hedefi taşeron çalışmanın yasallaştırılarak kapsamının daha da genişletilmesi olan tasarıya eklenen kısmi olumlu düzenlemeler vitrine çıkarılmakta, kamuoyuna “müjde” olarak sunulmaktadır. Oysa ortada çalışanlar, emekçiler açısından bir ‘müjde’ yoktur. Taşeron yasa tasarısı ile geleceği satın alınmak istenen çalışanlara ‘müjde’ olarak sunulan şey zehri zorluk çıkarmadan yutmalarını kolaylaştırmak için üzerine bir kaşık bal sürmekten ibarettir. İşte bunun için Maden işçilerinin çalışma sürelerinin günde altı saate, emeklilik yaşının 50 ye indirilmesi, yıllık izinlerinin dört gün artırılması gibi kısmi olumlu düzenlemeler içeren ‘Maden Yasa Tasarısı’ ve çeşitli primlerin ve idari para cezalarının yeniden yapılandırılmasının “af” olarak yansıtıldığı yasa tasarısı “Taşeron Yasa Tasarısı” ile birleştirilmektedir. Çalışma Hayatını Bir Bütün Olarak Taşeronlaştırmayı Hedefleyen Yasa Tasarısının Temel Düzenlemelerini Kısaca Özetleyecek Olursak:
Tasarı, kamu idaresini hileli taşeronluktan kaynaklı yüklerden kurtarmanın, taşeron uygulamasını yaygınlaştırmanın ‘hukuki’ kılıfıdır. Bilindiği üzere taşeronluk (alt işverenlik) 4857 sayılı İş Yasa’sının 2. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre alt işverenliğin (taşeron) yardımcı hizmetlerde olması esastır. Asıl işte taşeron çalıştırılması konusunda ise önemli kısıtlamalar söz konusudur. Asıl işin tümü alt işverene devredilemeyeceği gibi devredilecek kısım için de üç koşulun birlikte sağlanması gereklidir. Asıl işin bir bölümünde alt işveren çalıştırılabilmesi için “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenle uzmanlık gerektiren işler” gibi üç koşulun bir arada var olması gerekmektedir.
Bu üç koşul aynı anda yok ise yargı taşeron işçi çalıştırmayı muvazaa (hile) olarak kabul etmekte ve bu durumdaki çalışanı başından itibaren asıl işverenin çalışanı saymaktadır. Yani yasada belirtilen üç koşul bir arada olmadan, asıl iş, taşerona verilirse bu durumda, “muvazaa” (hile) olgusu ortaya çıkmaktadır. Taşeron istihdamın kritik noktası bu tanımda düğümlenmektedir. Çünkü İş Yasasındaki mevcut düzenlemeye ve Türkiye’nin on dört yıldır altında imzası bulunan 94 sayılı ILO sözleşmesine göre asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırmaya devam edilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz. Bu durumda asıl işveren-alt işveren ilişkisi muvazaalı (hileli) kabul edilir ve alt işverenin işçileri başından itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler.
Bu düzenleme hileli taşeron çalıştırmanın en ciddi yaptırımıdır. İşçiler ve sendikalar tarafından açılan sayısız davada muvazaa tespit edilmiş ve muvazaalı işlem konusu işçiler asıl işverenin işçisi sayılmıştır. Özellikle çeşitli kamu kuruluşlarında yapılan taşeron uygulamalarının hileli olduğu ve işçilerin başından itibaren kamu kurum ve kuruluşunun işçisi olduğu yönünde çok sayıda yüksek yargı kararı mevcuttur. Yargı son olarak Karayolları Genel Müdürlüğünde taşeron olarak istihdam edilen altı bin işçinin kadroya alınması kararını vermiştir. Ayrıca ‘muvazaalı’ yani hileli olarak taşeron istihdam ve asıl işveren durumunda olan kamu kuruluşu idareleri bu davalar sonucunda ciddi oranlarda tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Ancak hukuku çiğnemeyi adeta tarz haline getirmiş olan AKP iktidarı, yargı kararlarına rağmen hileli taşeron uygulamasına keyfi bir biçimde devam etmiştir.
Bu nedenle TBMM’ye sunulan tasarıda Kamu İdaresini-Devleti bu mali yükten kurtarma arayışına hukuki kılıf olarak, alt işverene, işçilerine asıl işverenin işçilerine ödenen ‘emsal ücreti’ ödemesi şartı ile yasadaki taşeron istihdam sınırlarını “ihlal etme hakkı” tanınmaktadır. Bunun adı muvazaalı (hileli) veya yasaya aykırı alt işveren çalıştırmanın yaptırımını ortadan kaldırmak için hukuksuz işleme yasallık kazandırmaktır.
Böylece asıl işveren sorumluluktan kurtarılırken hukuksuzluğun yaptırımı azaltılarak taşeron ilişkisinin devamlılığı sağlanmaktadır. Tasarı bu haliyle yasalaşırsa bugüne kadar muvazaalı (hileli) veya yasaya aykırı olarak taşeron firmalar bünyesinde çalıştırılanların geçmişe dönük hak talep etmesinin zorlaşacağı da açıktır. Mevcut Haklar “Yeni Hak” Gibi Sunuluyor!
Taşeron firmalar bünyesinde çalışanların sendika hakkından, kıdem tazminatı hakkına, işçi sağlığı güvenliği hakkından, ücret güvencesi hakkına kadar temel hakları kullanmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu hakların çiğnenmesi, yok sayılması durumunda asıl işverenin alt işverenle birlikte (müteselsil) sorumlu olduğuna ilişkin onlarca yargı kararı vardır.
Buna rağmen tasarıda bu temel haklar sanki “yeni haklar” gibi sunulmaktadır. Yani “daha ekonomik” olduğu için taşeron istihdamı gittikçe şişiren AKP iktidarı; çiğnediği yasalarda, yargı kararlarında zaten yer alan hakları kendisi keşfetmişçesine cila olarak kullanmaktadır. Tasarı ile Kamuda Taşeron İstihdamın Önü Açılıyor! Bilindiği üzere kamuda yardımcı işlerde taşeron çalıştırılması mümkündür. Bu düzenlemeden hareketle kamu kurumlarının çok büyük bir bölümünde yardımcı işler olarak kabul edilen yemek, temizlik, güvenlik ve taşıma gibi işler alt işverene devredilmiştir.
Daha önce kamunun kendi kadroları ile yürüttüğü işler yardımcı hizmetler tanımlamasının gittikçe genişletilmesi sonucunda taşerona teslim edilmiştir. Öyle ki Anayasa’nın 128. Maddesinde yer alan “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” düzenlemesi açıkça ihlal edilmiştir. Başta sağlık ve eğitim hizmetleri olmak üzere kamu hizmetlerinin büyük bölümünde taşeronlaşma ve güvencesiz istihdam gittikçe artırılmıştır. Sağlık hizmetlerinde taşeron olarak istihdam edilenlerin sayısı 2002 yılında 11 bin iken bugün 160 bini aşmıştır. Yardımcı hizmetler adıyla kamuda çalıştırılmak için alınan taşeron firma çalışanlarının asli kamu hizmetlerinde çalıştırıldığı da bilinen bir gerçektir. Hemen hemen her kamu kurum ve kuruluşunda taşeron istihdam temel istihdam biçimlerinden birisi haline getirilmiştir. Buna rağmen “Taşeron Yasa Tasarısı” ile kamuda taşeron istihdamı devamlı hale getirecek düzenlemeler artırılmaktadır. Tekrar hatırlatacak olursak İş Yasasının 2. Maddesine göre asıl iş, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında bölünerek alt işverene verilemez. Tasarı ile bu ifadede yer alan, aynı anda ve birlikte gerçekleşmek zorunda olan bu üç koşulu delmeyi hedefleyen düzenlemeler öngörülmektedir. Kamu idaresine ait bir işyerinde “yeterli nitelikte veya sayıda personel olmaması durumunda” hizmet alımı ihalesine çıkma hakkı tanınması kamuda taşeron istihdamın önünü açan düzenlemelerden biri olarak dikkat çekiyor. Öte yandan tasarı ile yapım işi olan asıl işlerin de hizmet alım sözleşmesiyle ihaleye çıkarılmasının yolu açılmaktadır. Bu düzenleme Kamu İhale Kanunu’nda yer alan yapım işi-hizmet işi ayrımının da ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca kamuda yaygın olan norm kadro uygulaması ile yeni kadro açılmadığı bilinmektedir. Bu gerekçeye dayanarak yeterli sayıda veya nitelikli personel olmadığı gerekçesiyle hizmet alımı yoluna gidilebilecektir. Köleliği Yutturmak İçin Tasarı “Maden Yasa Tasarısı” ve “SGK Affı Tasarısı” İle Birleştiriliyor! Temel düzenlemelerini yukarıda özetlemeye çalıştığımız yasa tasarısının ana hedefi emekçilerin iş cinayetlerine kurban verilmesinin, düşük ücretlerle güvencesiz ve örgütsüz çalışma koşullarına itilmesinin kısacası 19. yüzyıla özgü çalışma koşullarına mahkûm edilmesinin “ekonomik yolu” olan taşeron istihdamın önündeki engelleri ortadan kaldırmak, bir bütün olarak çalışma hayatını taşeronlaştırmaktır. Bunun için hükümet yasalara, yargı kararlarına uymak yerine, bu kararları aşmak için mevzuatı değiştirmeyi planlamaktadır. Diğer taraftan AKP, milyonlarca emekçinin hayatının alt üst edilmesi pahasına hayata geçirmeyi planladığı saldırıda daha önce defalarca uygulayarak “ustalaştığı” yönteme bir kez daha başvurmaktadır. Buna göre taşeron yasa tasarısına karşı muhalefeti engellemenin yolu “Maden Yasa Tasarısı” ve başta Genel Sağlık Sigortası primleri olmak üzere çeşitli prim-vergi borçlarının yeniden düzenlenmesini içermesine rağmen abartılı bir şekilde “Af Yasa Tasarısı” olarak sunulan tasarılarla birleştirilmesinde aranmaktadır. Oysa AKP iktidarı, “Maden Yasa Tasarısı” ile Soma katliamı sonrasında iş cinayetleri konusunda toplumda artan hassasiyetten nemalanmayı hedeflemektedir. Maden işçilerinin yıllardır yaşadığı olumsuz çalışma koşullarını görmezden gelen AKP iktidarının Soma Katliamının sorumluluğunu unutturmak için her yola başvurduğu bilinmektedir. Oysa Soma Katliamı, İşçi Sağlığı ve Güveliğinden uzak koşullarda, düşük ücretle, günde 10 saate kadar çalıştırılan 301 maden işçisinin hayatına mal olan hileli taşeronluk düzenlemesi “rödovans” sisteminin iç yüzünü ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen “Maden Yasa Tasarısı”nda “rödavans sisteminin”, taşeron çalışmanın yasaklanmasına ilişkin hiçbir düzenleme yoktur. Bunun yerine yer altı işlerinde çalışan işçilerin günlük çalışma sürelerinin 6 saat, haftalık çalışma sürelerinin ise 36 saatle sınırlanması, yıllık ücretli izinlerinin dört gün artırılması düzenlenmektedir. Ayrıca çalışma süreleri zorunlu ve olağanüstü hallerde artırılabilecektir. Diğer taraftan çalışma süresinin, ekipmanların hazırlanması, galerilere iniş-çıkış gibi normal şartlarda çalışma sürelerini kapsayıp- kapsamadığı belirsizdir. Yani çalışma süresinden yer altında kalınan sürenin mi yoksa çalışmadan sayılan hazırlık sürelerinin de içinde bulunduğu süreyi de kapsayan sürenin mi kast edildiği net değildir. Bu durumun netleştirilmesi gerekmektedir. Çünkü bilindiği üzere Soma Katliamında günlük çalışma süresi 8 saat olmasına rağmen hazırlık, galeriye iniş-çıkış süreleri dahil edilmeyen işçilerin, mesai ücreti ödenmeden, 10 saate kadar çalıştırıldığı ortaya çıkmıştır. Maden Yasa Tasarısındaki bir diğer düzenleme ise Soma Katliamında hayatını kaybeden işçilerden geride kalan hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanmasıdır. Ancak katliam sonrasında işçilerin yakınlarına bol bol vaatte bulunan AKP iktidarı, ölüm aylığının kaynağı olarak dörtte biri işçilerin ücretlerinden kesilen İşsizlik Sigortası Fonunu göstermektedir. Basında “en büyük af geliyor” diyerek cilalanan yasa tasarısında ise sigorta primlerinin, idari para cezalarının, bazı vergilerin yeniden düzenlenmesi vardır. Yani af değil, borçların tahsili için yeniden düzenleme yapılmaktadır. Düzenlemeden daha çok çalışanlarının sigorta primlerini yatırmayan işverenler yararlanacaktır. Tasarıda emekçileri ilgilendiren bölüm ise 2012 yılında hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası primlerinin yeniden düzenlenmesidir. Hatırlanacağı üzere 1 Ocak 2012 yılında başlayan uygulamaya göre, hiçbir sosyal güvenliği olmayanlar, yeşil kartlılar, kısmi süreli çalışanlar (part time çalışanlar), öğrenciler ve zorunlu sigortası sona erenler Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmıştı. Bunlardan gelir testi sonucu aylık geliri brüt asgari ücretin üçte birini geçenlerin kademeli olarak ayda 35,46 TL den 212,76 TL ye kadar prim ödemesi düzenlenmişti. Çalışma Bakanı’nın açıklamalarına GSS düzenlemesi ile başlayan Gelir testine girmeyen yaklaşık 3 milyon 300 bin civarında vatandaşımız bulunmaktadır. Teste girmeyenlere en yüksek oranda prim (212,76 TL) tahakkuk ettiği için bu vatandaşların şu anda prim borcu 7 milyarı aşmış durumda. İşte “ büyük af geliyor” diye müjde haberleri yapılan tasarıda zaten haksız bir şekilde en yüksek oranda prim tahakkuk ettirilen bu prim borçlarının yeniden yapılandırılması var. Buna göre bugüne kadar Gelir Testi yaptırmayanlara 4 ay içinde başvuruları halinde tahakkuk edilecek prim borçlarını 12 ayda ödeyebilmeleri düzenlenmektedir. Kısacası ortada geniş toplum kesimlerini ilgilendiren bir af yoktur. Sonuç olarak AKP’nin taşeron istihdamı ortadan kaldırmak ya da sınırlamak gibi bir amacı hiçbir dönem olmamıştır. Her şeyi paraya tahvil edenler için işçinin, emekçinin kölelik koşullarına itilmesi, iş cinayetlerine kurban verilmesi olağan, sıradan şeylerdir. Her şeyden önce çalıştıkları kurumlar özeleştirildiği için kamuda geçici personel kadrosunda istihdam edilen toplam 23 bin 4C’linin kadroya geçirilmesine yıllardır kulaklarını tıkayanların 1,7 milyon taşeron işçisini kadroya almasını ya da çalışma koşullarını düzeltmesini beklemenin hayal olduğu görülmelidir.
Güvenceli İş, İnsanca Yaşam İçin Taleplerimiz Çalışanlar için kölelik ve ölüm anlamına gelen taşeron istihdam ve taşeronluktan farkı olmadığı Soma katliamı ile bir kez daha ortaya çıkan ‘rodövans’ yasaklanmalıdır. 30 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’ye gönderilen yasa tasarısının taşeron istihdamı yaygınlaştırmayı hedefleyen düzenlemeleri (özellikle 1.,10.,11.,12.,13. Maddeler) tasarından çıkarılmalıdır. En son Soma katliamında 301 işçimizin yaşamına mal olan iş cinayetlerinin engellenmesinin bir adımı olarak, 19 yıldır imzalanmayan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 176 sayılı Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi derhal imzalanmalıdır. Kıdem tazminatının ödenmesi işverenin asli sorumluluğudur. Kıdem tazminatının kamu bütçesinden karşılanarak yağmalanması engellenmelidir. Her yıl binlerce işçinin hayatına mal olan iş cinayetlerinin engellenmesi için bir hizmet değil hak olan işçi sağlığı ve güvenliği alanının piyasaya terk edilmesinden vazgeçilmelidir. Kamu, patronların kâr hırsının cezasını işçilerin canıyla ödemesini engellemek için alanda gerekli personel istihdam etmeli, istikrarlı, yaygın ve sürekli denetimi sağlamalıdır. İşsizlik Fonu’nun yağmalanmasına izin verilmemelidir. Güvenceli İş, İnsanca Yaşam İçin yukarıda sıralanan mevzuat değişikliklerinin ve ILO sözleşmesinin imzalanması tek başına yeterli değildir. Bu düzenlemelerin hayata geçmesi ve sürekli hale getirilmesi için kamunun etkin denetimi sağlanmalıdır.