10 EKİM’DE ANKARA’DA EMEK, BARIŞ, DEMOKRASİ MİTİNGİ’NDEYİZ!

Konfederasyonumuz, DİSK, TMMOB ve TTB, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleştireceğimiz “SAVAŞA İNAT, BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!” EMEK, BARIŞ, DEMOKRASİ MİTİNGİ öncesi TMMOB Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Ortak açıklamayı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’nın okuduğu toplantıya; Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Şaziye Köse, DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve TTB Genel Sekreteri Özden Şener katıldı.

“Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi!” Demek İçin

10 Ekim’de Ankara’da Emek, Barış, Demokrasi Mitingi’ndeyiz!

Ülke olarak tehlikeli bir çatışma ve savaş ortamına doğru hızla sürüklendiğimiz bu süreçte DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak düzenlediğimiz ortak basın toplantısı ile karşınızdayız. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Hoş geldiniz.

Bugüne kadar gerek tek tek gerekse ortak yaptığımız basın açıklamaları, basın toplantıları ile ülkemizi adım adım bir uçurumun kenarına iten gelişmelere dikkat çekmeye çalıştık.  Nefret söylemlerini kapkara bir zift yağmuru gibi üzerimize boca ederek savaş çığlığı atanların her türlü baskı ve tehdidine rağmen barış ve kardeşlik çağrısından taviz vermedik.  

Ülkenin yeniden kan gölüne döndürülmesinin sorumlularını hep beraber bulmak için yılmadan, usanmadan “bu savaş kimin savaşı?” diye sorduk. 

Bu sorunun cevabını ararken öncellikle topraklarımızın her gün akan kan ve gözyaşı ile sulanmasından kimin-kimlerin beslendiğine, çatışma ve savaş ortamının kimin-kimlerin tercihi olduğuna ve bu tercihin bedelinin kimler tarafından ödendiğine bakılmasının elzem olduğunu vurguladık. 

Bu kirli savaş ile hangi gerçeklerin üzerini örttüklerini çok iyi gördük. Emperyalizmin taşeronluğu ile Ortadoğu’yu ölüm bataklığına çevirenlerin, IŞID’e tırlar ile silah yollayanların, ülkemizi cihatçı örgütlerin yatağı haline getirenlerin, laikliğe savaş açarak toplumu kuşatan gericilerin, kadına yönelik şiddeti, tacizi ve cinayetleri savunanların, kentlerimizi ve doğamızı sermayenin dizginsiz rantı ile yağmalayanların, şantiyelerden madenlere kadar her yeri işçi mezarlığına çevirenlerin, emeğin sömürüsü üzerinden saltanat sürenlerin çökmek üzere olan baskı ve sömürü düzenlerini sürdürebilmeleri için savaş çıkarmak dışında başka bir yollarının kalmadığını birlikte anlamış olduk.

Ancak son dönemde halklar arasındaki bağları koparmayı, şiddet ve linç kültürünü güçlendirmeyi hedef alan gelişmeler, barış ve kardeşlikten yana olan tüm kesimlerin görev ve sorumluluğunu artırmıştır.

Bu topraklar kana ve gözyaşına fazlasıyla doymuştur. 35 yıldır yaşananlar ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikalarda ısrarın Kürt sorununu çözemeyeceğini tüm açıklığı ile göstermiştir. Buna rağmen ülkemiz yine bedeli yoksul halk çocuklarına ödetilen bir çatışma ve savaş ortamına itilmekte, ülke adım adım bir iç savaşa sürüklenmektedir. Bir avuç silah tüccarının, savaş baronunun dışında kimsenin çıkarının olmadığı çatışma ve savaş ortamının bedelini Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni her milliyetten, her inançtan binlerce yoksul halk çocuğu hayatı ile ödemiştir.  

Bu koşullarda kin ve nefretten beslenenlere karşı barış ve kardeşlik talebini daha ısrarlı bir şekilde sahiplenmek, tüm baskılara rağmen savaşa karşı barışı daha cesurca dile getirmekten başka çıkar yol yoktur.

Bizler DİSK, KESK, TMMOB, TTB olarak akıtılan kardeş kanının son bulması, daha büyük acılar yaşanmasının önüne geçilmesi için dün olduğu gibi bugün de görev ve sorumluluk almaya hazırız.

Bu görev ve sorumluluğun gereği olarak; akıl tutulmasına itilerek bir kişinin hırsı yüzünden Saray merkezli bir kuşatma ile ülkenin yeniden kan gölüne dönmesine seyirci kalması istenen halkların vicdanına seslenmek, kalıcı barış ve kardeşliğin tesisinin gerçek mimarı olabilecek bu vicdanı bir kez daha göreve çağırmak için 10 Ekim 2015 Cumartesi günü  “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi” şiarı ile Ankara’da bu ülkenin bütün demokrasi güçleri ile birlikte, yüreği barıştan yana atan herkesle birlikte merkezi Emek, Barış, Demokrasi Mitingi düzenleyeceğiz. 

Kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi, görüşü ne olursa olsun, üzerinde eşit haklara sahip yurttaşlar olarak barış içinde yaşayacağımız, demokratikleşmeye yönelik çözümlerin benimsendiği, AKP diktatörlüğünden, tekçi, otoriter, faşizan uygulamalarından kurtulmuş bir Türkiye’nin sadece bizim değil milyonların özlemi olduğunu biliyoruz. Bunun için çağrısını biz yapsak da 10 Ekim’de hayata geçirilecek miting yüreği emekten, barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana atan herkesin mitingidir.

Çünkü 7 Haziran öncesi  “400 vekil vermezseniz kaos olur” diyerek halkları tehdit edenler ne kadar gizlemeye, gerçekleri çarpıtmaya çalışsalar da bu savaş işçilerin, emekçilerin, ezilen, yoksullaştırılan on milyonların savaşı değildir.

Hangi tarafta olursa olsun yoksul halk çocuklarının hayatını hiçe sayanlar, doksanlı yılları artamayan OHAL ve sıkıyönetim düzeni ile çocuk, yaşlı demeden sivil yurttaş katliamlarının altına imza atanlar ne kadar uğraşılırsa da, bu savaş halkların savaşı değildir.

Bu savaş otoriter faşizan rejimini ilelebet sürdürmeyi planlayan AKP’nin ve 7 Haziran seçimlerinden umduğunu bulamayıp kaos için düğmeye basan Saray’ın savaşıdır. Bu savaş, yeni, tekçi, otoriter, faşist bir rejimi tesis etme savaşıdır. 

Bir an önce engellenemez ise ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecek, halklarımızı hedef haline getirecek milliyetçi-ırkçı-şoven hezeyan karşısında toplumsal bir bariyer oluşturmak, barışın kapısını açmak, bu ülkenin ezici çoğunluğunu oluşturan işçilerin, emekçilerin, yoksullaştırılan-ezilen halklarının ellerini birbirine uzattığında ulaşabileceği kadar yakındır.

Yeter ki barış ve kardeşlik köprüsünü kurmak için doğusuyla, batısıyla kuzeyi ile güneyi ile ellerimizi birbirine uzatalım.

Yeter ki vicdanlarımızı, insanlığımızı aramıza kin ve nefret tohumları ekmeye çalışanlara esir etmeyelim.

Yeter ki siyaset sahnesini halka hesap vermek yerine, çocuklarımızın kanı üzerinden hesaplaşmaya çevirmek isteyenlerin kirli hesaplarına kurban edilecek bir tek canımızın bile olmadığını birlikte haykıralım.

Yeter ki barışa giden yolda sadece kendi evlatlarımıza değil, “benim evladım senin evladın, senin evladın benim evladım” diyerek tüm evlatlara sahip çıkalım.

Yeter ki, işçiler, emekçiler, yaşamını alın teri ile kazananlar olarak barışın ile emeğin-emekçinin haklarının ve demokrasinin arasında bir zincirin halkaları gibi kopmaz bağlar olduğunu görelim.

Bunun için, bugün yeniden hortlatılarak sokakları esir almaya çalışan ırkçı-şoven dalga karşısında bu kirli savaşa karşı barış ve kardeşlikten yana olan milyonlara sesleniyoruz.

AKP diktatörlüğüne, baskı ve zorbalığa, yolsuzluğa, hırsızlığa, iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine, doğa ve kentlerimizin yağmalanmasına, emperyalizmin savaş ve sömürü politikalarına, gericiliğe karşı rahatsızlığı olan milyonlara sesleniyoruz.

Gelin;

Çocuklarımızın cenaze törenlerini dahi ‘başarılı organizasyon’ olarak nitelendirecek kadar insanlıktan nasibini almayanların,

Evladını kaybeden aileye basın ordusu ile gidip şov peşinde koşanların,

Sıvasız gecekondu çocuklarının tabutu başında hamaset nutukları atanların,

İktidarlarını korumak adına evlatlarımızı kurbanlık koyun olarak görenlerin,

Sadece barış ve kardeşliğimizi değil, keskin nişancıları ile ablukaya aldıkları bir kentte katlettikleri üç aylık bebeğin cansız bedenini de derin dondurucuya koyanların dayattığı savaşa karşı

BARIŞ VE KARDEŞLİK İÇİN KENETLENELİM!

Gelin savaşa karşı barışı; baskı, şiddet ve zora karşı özgürlükleri ve demokrasiyi; yolsuzluğa, hırsızlığa ve sömürüye karşı emeğin mücadelesini yaşamın her alanında birlikte yükseltelim.

Gelin her ölümün bizi birbirimizden daha uzağa savurmasına izin vermeyelim.

Gelin bir saniye bile ertelemeden

BARIŞA VE KARDEŞLİĞE BİRLİKTE SAHİP ÇIKALIM. YÜREĞİ BARIŞTAN YANA ATAN HERKESİ 10 EKİM’DE ANKARA’DA BARIŞA SES VERMEYE ÇAĞIRIYORUZ!

DİSK  KESK TMMOB TTB

TOPLU SÖZLEŞME TALEPLERİMİZİN TAKİPÇİSİYİZ TOPLU SATIŞA İZİN VERMEYECEĞİZ

Milyonlarca kamu emekçisini, emeklisini ve halkı yakından ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinin ilk toplantısı 03.08.2015 tarihinde Ankara’da yapılmıştır. Kültür Sanat veTurizm  Emekçileri Sendikasının üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu(KESK) Toplu Sözleşme sürecine ilişkin yaklaşımlarını ve taleplerini bir basın açıklamasıyla ifade etmek ve Konfederasyon heyetini kitlesel olarak toplantıya uğurlamak üzere üye sendika yöneticilerini Ankara’ya çağırmıştır.

Türkiye’nin farklı şehirlerinden Ankara’ya gelen ve toplu sözleşme taleplerini iletmek ve toplu satış sözleşmesi mantığını protesto etmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yürümek isteyen KESK yönetici ve üyelerine çevik kuvvet polisleri tarafından kimyasal gazlarla saldırılmıştır. Polis müdahalesinden önce herhangi bir uyarı yapılmamıştır.

Demokratik haklarını kullanan ve barışçıl bir biçimde basın açıklaması düzenlemek isterken gözaltına alınan, yaralanan ve yoğun kimyasal gaz saldırısına maruz kalan üye ve yöneticilerimize yönelik bu saldırılar geçici AKP hükümetinin emek, demokrasi ve özgürlükle arasındaki uçurumun ne kadar derin olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Kültür Sanat veTurizm Emekçileri Sendikası ve KESK’e bağlı tüm sendikalar zorlu mücadelelerin ardından kurulmuş emeğin öz örgütlülükleridir. Sendikalarımıza ve üyelerimize yönelik yıllardır devam eden saldırılar bizleri mücadelemizden alıkoyamadığı gibi mücadele azmimizi ve örgütlü gücümüzü büyütmektedir. Kamu emekçilerinin olduğu kadar toplumun geniş kesimlerinin de taleplerini ve haklarını sahiplenerek mücadele yürüten sendikalarımızda mücadelemiz baskı ve şiddete rağmen devam edecektir.

Hükümet unutmamalıdır ki; toplu sözleşme haktır. Kamu emekçileri yandaş sendikalarla kurulan masalara itibar etmeyecek, toplu biçimde satışa izin vermeyecek ve taleplerinin takipçisi olacaktır.

                                                                                                                           MERKEZ YÖNETİM KURULU

YENİ BİR SATIŞ SÖZLEŞMESİ İSTEMİYORUZ DEDİK,KARŞILIĞI GAZ COP GÖZALTI OLDU

Bugün milyonlarca kamu emekçisini yakından ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri başladı. Bizler de konfederasyonumuz KESK`in çağrısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı`nın önünde taleplerimizi ifade etmek ve yeni bir “satış sözleşmesini” asla kabul etmeyeceğimizi belirtmek istedik. Ancak yürüyüşümüz, polisin sert saldırısıyla engellenmek istendi! 

Polisin emekçilere yönelik orantısız ve sert müdahalesi sonrasında KESK MYK üyesi İlhan Yiğit ve BES üyesi Sinan Ok gözaltına alınmış ve aralarında EĞİTİM SEN MYK üyesi İsmail Sağdıç`ın da bulunduğu çok sayıda üye ve yöneticimiz biber gazına maruz kalarak fenalaşmıştır. 

Bugüne kadar işçilerin grev kararlarını “milli güvenlik” engeliyle durduranlar, işçilerin ve emekçilerin değil patronların hakkını korumayı ilke edinenler, bugün de kamu emekçilerinin toplu sözleşme masasını adeta “özel güvenlik bölgesi” ilan etmişler ve en demokratik hakkımızı kullanmamıza izin vermemişlerdir. Ancak mücadele kararlılığımızla üye ve yöneticilerimiz bu ablukayı kırarak Bakanlık önüne ulaşmışlardır.

Milyonlarca kamu emekçisinin sesi olan konfederasyonumuz KESK`e yönelik takınılan bu tutumum ardında, görüşmelerin Ekim ayında yapılması talebimizin kamu emekçileri nezdinde karşılık bulması yatmaktadır. Çok sayıda kamu emekçisinin izinli olduğu Ağustos ayında, yetkisiz geçici bir hükümetle alelacele yürütülen bu sürecin ikinci bir satış sözleşmesiyle noktalanmaması için yürüttüğümüz mücadele, “oldu bitti mantığı” içersinde savuşturulmak istenmektedir.

Üstelik 2012 yılında TİS görüşmelerinin Eylül ayında yapılmasına dair her üç konfederasyonun ortak talebi de tutanak altına alınmışken, alelacele yürütülen “pazarlıkla” noktalanmak istenmektedir. Söz konusu pazarlıktan kamu emekçilerinin sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesini beklemek en naif tabirle hayalperestliktir. Gündemin ve ekonomik verilerin hızla değiştiği, bir hafta sonra olacakların dahi kestirilemediği, savaş borazanlarının her gün daha gür çalındığı bir dönemde, emekçilere sunulandan çok daha fazlasını kaybetme ihtimali hiç de hafife alınmamalıdır!

KESK/ESM’den KAMU EMEKÇİLERİNE BİR ÖNEMLİ KAZANIM DAHA!..

AYM Kararından Önce Emekli Olanlara Da, 30 Yılı Aşan Hizmetleri İçin Emekli İkramiyesi Ödenmesi Gerektiğine Dair Çok Önemli Emsal Karar!

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, “Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürümeyeceği” Gerekçesinin Dayanaksız Olduğu Doğrulandı!

Bilindiği üzere Konfederasyonumuza bağlı ESM, üyesi adına 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “… verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler (dikkate alınmaz)”ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuş ve bu başvuru sonucunda ilgili yasa kuralı Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı bulunarak 25.12.2014 tarihinde iptal edilmiştir.  Anayasa Mahkemesi’nin 25.12.2014 tarih, 2013/111 E. ve 2014/195 K. sayılı kararı 07.01.2015 tarih ve 29229 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının ardından Sendikamız ESM bu kez de “kararın yürürlüğe girmesinden önce emekli olan”lar için bir başka üyesi adına dava açmış ve Ankara 12. İdare Mahkemesinin 30.06.2015 tarihli, 2015/484 E. ve 2015/1025 K. sayılı kararı ile  AYM kararından önce emekli olanlara da, 30 yılı aşan hizmetleri için emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiğine karar verilmiştir.

Bu karar ile birlikte Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, “Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümeyeceği” gerekçesinin dayanaksız olduğu ortaya çıkmıştır. 

Mahkeme kararı ektedir.

KAMU EMEKÇİLERİ 12 AY ÇALIŞIP 11 AY MAAŞ ALDI!

Bugün saat 11.00’da Konfederasyonumuz merkezinde gerçekleştirilen basın toplansında, Haziran ayı enflasyon farkı ile geçmiş dönem enflasyon karşısında kamu emekçilerinin kayıpları ve 2016-2017 yıllarını kapsayacak TİS süreci değerlendirildi. Sendika Genel Başkanlarımızın ve MYK üyelerimizin katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantında basın açıklamasını Eş Genel Başkanımız Lami Özgen okudu.

Kamu Emekçileri 12 Ay Çalışıp 11 Ay Maaş Aldı!

2,7 milyonu kamu emekçisi, 2 milyonu kamu emeklisi olmak üzere yaklaşık 5 milyon,  ailelerini de kattığımızda en az 20 milyon insanımızı yakından ilgilendiren 2016-2017 yıllarını kapsayan üçüncü dönem toplu sözleşme görüşmelerine sayılı günler kalmış bulunuyor. Bilindiği üzere mevcut 4688 sayılı yasaya göre kamu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri Ağustos ayının ilk iş günü başlayacak. Taraflar arasında uyuşmazlık yaşanması durumunda devreye girecek olan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu Heyeti sürecini de dahil ettiğimiz 31 Ağustos’ta sona erecek.

Hatırlanacağı üzere 2014-2015 yıllarını kapsayan 2. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri AKP hükümeti ve yandaş konfederasyon işbirliği ile oldubittiye getirilmişti. Tarihe kara bir leke olarak geçen satış sözleşmesi ile kamu emekçilerinin 2014 yılı maaşlarında net 123 TL ile yıllık ortalama % 5,2 artış yapılmıştı.  Kamu emekçileri tarihinde ilk defa enflasyon farkı verilmemesinin düzenlendiği söz konusu satış sözleşmesi ile taban aylık katsayısına bağlı ödeme tutarlarında da hiçbir artış yapılmamıştı. Yani aile-eş yardımı, özel hizmet tazminatları,  doğum ve ölüm yardımları,  harcırahlar, fazla mesai ücretleri, ek ders ücretleri gibi pek çok kalemde hiçbir artış yapılmamıştır.  Kamu emekçilerinin 2015 yılı maaşları için ise % 3 + %3 artışta anlaşma sağlanmıştır.

3. Dönem toplu sözleşme görüşmelerine sayılı günlerin kaldığı bu dönemde kamu emekçileri, emeklileri olarak bu satış sözleşmesinin ağır faturasını ödemeye devam ediyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan resmi rakamlara göre 2014 yılında maaşlarında yıllık ortalama %5,2 artış yapılan kamu emekçilerine enflasyon farkı verilmemiştir. Sadece enflasyon farkından dolayı kamu emekçileri 2014 yılını en az %3 kayıpla kapatmıştır. Elbette ki bu oran maaşı 2.365 TL üzerinde olan kamu emekçileri için daha fazladır. Üstelik dikkat çektiğimiz üzere bu kayıp sadece enflasyon farkından yaşanan kayıptır.  Taban aylık katsayısına bağlı ödeme tutarlarında yaşanan kayıp buna dahil değildir. 

Örnekleyecek olursak;  aile yardımı (eş ve çocuk) dahil aylık 2.365 TL maaş alan bir kamu emekçisinin maaşına yapılan 123 TL artış sonucunda maaşı 2.488 TL olmuştur.  Söz konusu artışın karşılığı %5,2 dir. 2014 yılı enflasyonu %8,17 olarak gerçekleştiğine göre söz konusu kamu emekçisinin sadece enflasyon farkından kaynaklı kaybı %2,97 dir. Söz konusu kamu emekçisinin sadece enflasyon farkından kaynaklı aylık kaybı 75 TL dir. Yıllık kaybı ise 75 X 12 = 900 TL dir.

Altını özellikle tekrar tekrar çiziyoruz.  Yukarıda ifade ettiğimiz kayba taban aylık katsayısına bağlı ödeme tutarlarında yaşanan kayıp dahil değildir. Yaptığımız hesaplamalar kamu emekçilerinin, enflasyon farkı ve buna bağlı olarak yaptığı işe göre aldığı taban aylık katsayısına bağlı ödeme tutarlarında yaşadığı kaybın ortalama bir maaş tutarında olduğunu göstermektedir. Kısacası kamu emekçileri 2014 yılında 12 ay çalışmış ama 11 aylık maaş almışlardır. Bir ay angarya çalışmışlardır.

2014 yılını ortalama bir maaş kayıpla kapatan kamu emekçileri için 2015 yılın da değişen bir şey yoktur. Bilindiği üzere ikinci dönem “toplu sözleşmesinde” 2015 yılı için kamu emekçilerinin maaşlarında  %3+%3 artış ve öngörülmüştür. TÜİK tarafından açıklanan altı aylık resmi enflasyonun bu oranları geçmesi durumunda bu kez farkın maaşlara yansıtılması düzenlenmişti. TÜİK’in açıkladığı resmi rakamlara göre altı aylık enflasyon %4,76 olarak ilan edilmiştir. Buna göre yılın ilk altı ayı için maaşlarında %3 artış yapılacak olan kamu emekçilerinin, emeklilerin maşalarına %1,76 enflasyon farkı yansıtılacaktır.

Diğer taraftan Nisan ayında %1,63, Mayıs’ta %0,56 artış yaşanan enflasyonda her ne hikmetse Haziran ayında %0,51 düşüş yaşanmıştır. Bugüne kadar yaşadığımız pratik enflasyon farkı ödemesi olan altı aylık dönemlerin son aylarında TÜİK’in ne yapıp edip enflasyonu düşük çıkarma konusunda ‘ustalaştığını’ göstermektedir. Ramazanı fırsat bilerek başta gıda ürünleri olmak üzere pek çok tüketim maddesine yapılan fahiş zamları görmeyen TÜİK bu kez de Haziran ayı enflasyonunu düşük göstermeyi başarmıştır!

Açıklanan resmi enflasyon rakamları kamu emekçilerinin, emeklilerin alacağı üç beş kuruşa dahi göz dikildiğini,  kamu emekçilerine bir pide parası artışı bile fazla görenlerin Ali Cengiz oyunlarına başvurmaktan bıkmadığını göstermektedir.

Üstelik çarşıda, pazarda yaşanan gerçek enflasyonun TÜİK tarafından açıklanan gerçek enflasyonla uzaktan yakından ilgisi olmadığını bilmeyen kalmamıştır.  En basitinden kamu emekçilerine enflasyon farkı verilmeyen 2014 yılının kurban bayramı öncesinde doğalgaza yüzde 9,8, elektriğe ise yüzde 10,1 oranında zam yapılmıştır.  2011-2014 arası üç yıllık dönemde doğalgaza yapılan zam oranı yüzde 60’ı, elektriğe yapılan zam oranı yüzde 40’ı aşmıştır. Aynı dönemde ortalama kamu emekçisinin maaşındaki artış ise sadece %17 civarında kalmıştır.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tabloya rağmen AKP hükümetlerinin 13 yıllık iktidarında sermayeye sınırsız kar alanları açılırken emekçilerin ücret ve sosyal hakları sürekli budamış, emekten sermaye bir refah transferi yaratmıştır. Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılarak tasfiyesine hız verilmiş, kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesi başta olmak üzere temek hakları torba yasalarla, Kanun Hükmünde Kararnamelerle daha da sınırlanmıştır. Dayattıkları toplu satış sözleşmeleri ile yaşamsal sorunlarla boğuşan, her geçen gün biraz daha güvencesizliğe itilen, geleceğe dair umutları karatılmak istenen ile kamu emekçileri ile alay etmişlerdir.

Kamu emekçileri ve emekliler olarak 2016-2017 yıllarını kapsayan 3. Dönem “Toplu Sözleşme” görüşmelerine işte bu açlık ve sefalet tablosu içinde giriyoruz.

Kamu emekçilerine ve emeklilerine dayatılan bu iç karartıcı tablonun değişmesi için öncelikle gıda enflasyonun temel alındığı bir hesaplama ile 2014 yılı farkları maaşlarımıza yansıtılmalıdır. TÜİK artık fark ödenecek dönemlerin son aylarında enflasyonu düşük gösterme politikasından vazgeçmelidir. 

Son iki dönem gerçekleştirilen sözde “toplu sözleşmeler”,  kapsam, tarafların belirlenmesi, imza ve itiraz yetkisi,  Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun grev hakkımızı zımnen engelleyici yapısı, işlevi ve oluşumu başta olmak üzere mevcut toplu sözleşme sistemini düzenleyen 4688 sayılı yasanın iflas ettiğini ispatlamıştır.  Bu nedenle önümüzdeki günlerde ister bir koalisyon hükümeti olsun, isterse seçim hükümeti olsun oluşturulacak yeni hükümetin ilk işi Türkiye kamu emekçilerine, emeklilerine kulluğu dayatan bu köhne yasanın tarihin çöplüğüne atılması olmalıdır.

Başta altında ülkemizin imzasının bulunduğu Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sendikamız TÜM BEL SEN lehine verdiği karar başta olmak üzere evrensel sendikal normlara uygun, özgür toplu sözleşme hakkını kapsayan bir yasanın yapılması yeni hükümetin önünde artık ertelenemez bir görev olarak durmaktadır.

Grev hakkımızın yasal teminat altına alınmadığı, örgütlenmenin önündeki engellerin korunduğu 4688 sayılı yasa ve “ Toplu Sözleşme” düzenin gölgesi kaldırılmadıkça emekçiler aleyhine olan tablonun değişmeyeceği açıktır. Gerekli mevzuat değişiklikleri yapılıncaya kadar 3. Dönem toplu sözleşme takvimi Eylül ya da Ekim ayına alınmalı, bundan sonraki dönemlerde de görüşmeler bu takvime göre gerçekleştirilmelidir.

Attığı her adımda kamu emekçilerinin iradesini temel almayı ilke edinen bir konfederasyon olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmeye hazırız. 

Bunun için önümüzdeki günlerde Mecliste grubu bulunan partilere yapacağımız ziyaretlerde bu taleplerimizi paylaşacağız. 15 Temmuz 2015 Çarşamba günü tüm yurt genelinde yapacağımız bordo yakma eylemleri ile taleplerimizi bir kez daha dile getirecek, bizlere dayatılan sefalete ve yoksulluğa teslim olmayacağımızı kamuoyuna tekrar ilan edeceğiz.

Kamu emekçilerinin emeğinin ve alın terinin hükümet ve yandaş konfederasyon işbirliği ile gerçekleştirilen satış sözleşmeleri ile gasp edilmemesi için mücadelemizi sadece toplu sözleşme masasında değil, emekçilerle buluştuğumuz her platformda sürdürmeye devam edeceğiz.

Bunun için bütçe sürecinden bugüne sendikalarımızla birlikte işyerlerinden, tabandan kamu emekçilerinin taleplerinden oluşan bir çalışma yürütüyoruz. Söz konusu çalışmamızda yer verdiğimiz genel ve iş kolu taleplerimizin ayrıntılarını önümüzdeki günlerde gerçekleştireceğimiz toplantılarla kamuoyu ile paylaşacağız.

Buradan bir kez daha sendikalı, sendikasız tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz. “İnsanca yaşam ve insanca çalışma” için sürdürdüğümüz mücadelemizin talepleri sadece KESK’in değil, tüm kamu emekçilerinin, sizlerin talebidir. Gelin bu talepler için mücadeleyi birlikte yükseltelim. Emeğimizi, alın terimizi gasp etmek isteyenlere karşı omuz omuza birlikte olalım.

Yürütme Kurulu

BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM

İstanbul’un son yeşil alanlarından birisi olan Taksim Gezi Parkının daha fazla rant için betonlaştırılmasına, tek tip yaşam dayatılmasına itirazla başlayıp,  eşit, özgür ve demokratik bir ülke talebi ile tüm ülkeyi saran Gezi Direnişinin üzerinden tam iki yıl geçmiş bulunuyor.

Gezi Parkı’nda yağmaya, talana karşı başlayan nöbet AKP’nin baskı ve zulmüne karşı birleşen milyonların mücadelesinde sürmeye devam etmektedir.

Daha fazla rant için gittikçe betonlaştırılan İstanbul’un son yeşil alanlarından birisi olan Taksim Gezi Parkının etrafında oluşturulan sevgi çemberi ve direnişi tüm Türkiye’yi sarmalamış bulunuyor.

Her şey ‘3-5 ağaç’ için başladı, ancak bugün o ağaçların yeşeren dalları gibi eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebi tüm ülkeyi sarmış durumda.

31 Mayıs’ta AKP’nin zulüm ve baskı düzenine karşı gelişen tepki ve itirazlar Türkiye’nin dört bir yanına dalga dalga yayılan halk direnişine dönüştü. Milyonlar her türlü baskıya rağmen kararlılıkla taleplerini savundu, teslim olmadı, olmuyor, olmayacak.

Tüm ülkeye yayılan direniş sadece Gezi Parkı’nı değil, bütün bir ülkeyi sermayenin talanına açan, yıllardır emek ve demokrasi düşmanlığının bayraktarlığını yapan, yaşam alanlarına müdahale eden, tüm özgürlük ve demokrasi alanlarını daraltanlara karşı halkın yükselen tepkisinin ifadesi oldu.

Gezi direnişi, AKP’nin sömürü, zorba ve gerici düzeninde sesi ve nefesi zorla kesilen halkın aldığı nefes, haykırdığı sesti. Kadınlara, gençlere ve toplumun tüm ilerici-özgürlükçü değerlerine yönelik gelişen saldırılara karşı özgür bir ülke ve hayat kurma mücadelesiydi.

Gezi’de korku imparatorluğu yaratmaya çalışan AKP’nin otoriter, dayatmacı ve baskıcı politikalarına karşı ayağa kalkan halk, ‘Artık Yeter!’ demiştir.

AKP, “Ezmeyi ve Yok Etmeyi” Öngören Bir Dil ve Politikada Israr Ediyor!

Buna rağmen milyonların taleplerini görmemekte ısrar eden AKP; en ufak itiraza karşı polisiyle yaşam alanlarımıza gaz bombaları yağdırıyor, silah kullanıyor. Halkın can güvenliği, bizzat kendilerini korumakla görevlendirilenler tarafından tehdit ediliyor.

Demokratik ve meşru talepleri için alanlara çıkan herkes düşman olarak görülüyor, vuruluyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

Polis devletini kurumsallaştırmak, hukuk dışılıklara kılıf uydurmak, yargılanmaktan kurtulmak için habire yasalar hazırlıyorlar, saraylar kuruyorlar. Yandaş medya özel savaş lobisi gibi çalışıyor, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için her tür yalanı ve dezenformasyonu yapıyor.

Ancak güçlü bir akıntıya kürek çekmenin nafile olduğunu, baskı ve zor karşısında halkın er ya da geç ayağa kalkacağını ve ok yaydan çıktıktan sonra da durdurulamayacağı gerçeğini unutuyorlar!

Polis şiddetine, göz altılara, tutuklamalara, her türlü baskıya, karalamaya, hukuku askıya alan uygulamalara, yalan ve dolana karşı haklı, meşru ve kararlı mücadelemiz bu faşizan düzen değişinceye kadar sürecektir.

Ethem, Ali İsmail, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni, Hasan Ferit, Ahmet, Abdullah, Mehmet İstif, Fadime Ana, Berkin Elvan, Uğur Kurt, Ayhan Yılmaz, Soma’da kaybettiğimiz emekçilerin ve kıydıkları daha binlerce canlar için yargılanmaktan kurtulamayacaklar.

İşyerlerinde ve alanlarda eşit, özgür ve demokratik bir ülke mücadelesini yıllardır sürdüren kamu emekçileri tüm Gezi dinamikleriyle birlikte mücadeleyi büyütecek, karanlığa teslim olmayacak, ellerimizden aldıklarının, bizlerden çaldıklarının hesabını soracaktır.

KESK olarak; eşit, özgür ve demokratik bir gelecek mücadelesinde kamu emekçilerini, işçileri, gençleri, kadınları ve tüm halkımızı direnişin parçası olmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

YÜRÜTME KURULU

Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!

Yaşasın Gezi Direnişi!

TEHDİTLERE,BASKILARA KARŞI CUMHURİYET GAZETESİNİN ve CAN DÜNDAR’IN YANINDAYIZ!

KESK olarak AKP iktidarının basına yönelik saldırılarının açık tehdit boyutuna ulaşmasını kaygı ile izliyoruz.

Gerçeklerin ortaya çıkmasında büyük rolü olan basın yayın organlarnın, gazetecilerin hem AKP Hükümeti’nin hem de her gün bir anayasayı ihlal ederek ülkeyi fiilen başkan gibi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık baskı ve tehditlerine maruz kaldığı bilinmektedir.

Son olarak, Cumhuriyet Gazetesi’nin Suriye’ye gönderilen TIR’larda ilaç değil silah olduğunu gösteren ve sadece Türkiye’de değil, dünyada da geniş yankı uyandıran görüntüleri yayınlamasının ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu” demesi hem basın özgürlüğü hem yargı bağımsızlığı açısından kabul edilemez bir durumdur.

AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı az ya da çok demokrasi ile yönetildiği iddiası olan her ülkede görevde bulunan hükümetin istifası ile sonuçlanabilecek skandal karşısında çareyi gazetecilik görevini yapanları tehdit etmekte aramaktadır. İnsan haklarına aykırı olan bu tehdit, diğer taraftan, açık bir hedef göstermedir. Bu kabul edilemez tehdit, ülkeyi yönetenlerin halkın haber alma hakkını yok saydığını, gerçekleri ortaya çıkarmak dışında bir amacı olmayan bir gazete haberine bile tahammül edemediğini göstermektedir.

Basın özgürlüğü açısından dünyada durumu en kötü olan ülkelerin başında olan Türkiye, ülkeyi yönetenlerin kendi suçlarını örtme telaşı yüzünden kabul edilemez bir noktaya sürüklenmektedir. Geçmişte gazete binalarını bombalayan, gazetecileri hapse atan zihniyet ile bugün bütün basın kurumlarını “Saray basını” haline getirmeye çalışan zihniyetin giderek aynı noktada buluştuğu görülmektedir

Diğer taraftan AKP iktidarının ve Cumhurbaşkanının tahammülsüzlüğünün ve hukuk tanımazlığının kaynağında, ‘herkesin bildiği bir sırrın’ Cumhuriyet gazetesinin haberi sonucunda tüm açıklığıyla ile ifşa edilmesi olduğunu bilmeyen yoktur.

En başından beri MİT TIR’larında ilaç ve gıda gibi yardım malzemesi taşındığını iddia edenlerin Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’yu kana bulayan katil sürüsü çetelere silah sevkiyatı yaptığı Cumhuriyet’in haberi ile aleni olarak ortaya çıkmıştır. Dün ‘TIR’larda silah yok’ diyenler, Türkmenler tarafından yalanlanmasına rağmen bugün ‘Silahlar Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu’ yalanlarının ardına saklanmaya çalışmaktadır.

AKP iktidarının gerçeği perdelemeye yönelik tüm bu çabaları nafiledir. Cumhuriyet’in haberi ile bölgesel hegemon güç olma hayalleriyle etnik ve mezhepçi politikaları hayata geçiren AKP iktidarının paramiliter güçler üzerinden emperyalist projelerin taşeronluğunu yaptığı bir kez daha teyit edilmiştir.

Tüm bunlara rağmen Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar’ı devlet televizyonundan açıkça tehdit etmesinin ardından, muhalif basına yönelik operasyon yapılacağı söylentilerinin artmış olması, ülkenin içinden çıkılamaz bir kaosa sürüklenmek istendiğini göstermektedir. Kendine demokrat, sahte özgürlükçü maskesi düşen AKP iktidarı, bir an önce bu yanlıştan dönmeli, basına yönelik baskılara son vermelidir.

Cumhuriyet Gazetesi ve Can Dündar’a yönelik her tehdit, bizzat basın özgürlüğüne ve demokrasiye yapılmış demektir. Basını özgür olmayan bir ülkede, asgari düzeyde bile olsa, demokrasinin yaşam bulması, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesi mümkün değildir. Özgürlükten, demokrasiden emekten ve eşitlikten yana muhalif basın yayın organlarını hedef alan baskılar halkın haber alma hakkına vurulan bir darbedir.

KESK olarak basın özgürlüğüne yönelecek her türlü saldırının, geçmişte olduğu gibi, karşısında olacağımızı hatırlatıyor, her koşulda özgür basının, halkların kardeşliğinin ve barışın yanında olmaya devam edeceğimizi kamuoyuna bir kez daha ilan ediyoruz. 

                                                                           Yürütme Kurulu

KİT Personelinin Sorunlarına İlişkin Çözüm Önerilerimizi “KİT Çalıştayı”nda Paylaştık!

Devlet Personel Başkanlığı (DPB) ve Türk Kamu İşletmeleri Birliğince yürütülen çalışmalar doğrultusunda,06-08 Mart 2015 tarihlerinde gerçekleştirilen “II.KİT Çalıştayına” konfederasyonumuz adına katılan Genel Sekreterimiz Hasan Toprak, KİT personelinin yaşadığı sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerimizi paylaşmıştır.

Kamu İktisadi Teşebbüslerinin yöneticileri, Maliye Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Emekçileri Konfederasyonlarının temsilcilerinin katıldığı toplantıya konfederasyonumuzu temsilen Genel Sekreterimiz Hasan Toprak ve uzmanımız Özgür Yılmaz katılmıştır.  

Devlet Personel Başkanı Mehmet Ali Kumbuzoğlu ve Başkan Yardımcısı  Enes  Polat tarafından yönetilen, Devlet Personel Başkan Yardımcısı  Adem Dinç ile Daire Başkanları, Fatma Yiğiter Kara, İbrahim İnan, Hanife Özer ile Türk Kamu İşletmeleri Birliği Genel Sekreteri Caner Topkara’nın da hazır bulunduğu çalıştay kapsamında  düzenlenen dört oturumda KİT’lerde  Personel Alım Sistemi , Ücret Sistemi,  Sicil ve Başarı Değerleme Sistemi, Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği  konularında mevcut durum, yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri değerlendirilmiştir.

DPB yöneticileri çalıştayda ele alınan konuların ve tarafların önerilerinin 26 Mart’ta yapılması planlanan Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısına sunulacağını kaydetmiştir.   

KİT’lerde Personel Alım Sistemi konulu birinci oturumda Devlet Personel Başkanlığı tarafından yapılan sunumda daha çok KİT yöneticilerinin aktardığı bilgiye dayanılarak, personel alımında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri sıralanmıştır.

“KİT’lerde Yaşanan Sorunların Kaynağında Özelleştirme ve Taşeronlaştırma Politikaları Yatmaktadır”

Oturumda Konfederasyonumuz adına söz alan Genel Sekreterimiz, öncelikle 24 Ocak 1980 kararları ile ülkemizde yaşanan iktisadi dönüşüme paralel olarak 1986 yılından itibaren hayata geçirilen özelleştirme politikalarının KİT çalışanlarının yanı sıra toplum üzerinde yarattığı yıkıma dikkat çekmiştir. Konuşmasında özelleştirmeler sonucunda halkın birikimlerinin ürünü olan KİT’lerin adeta sermayeye peşkeş çekildiğini vurgulayan Genel Sekreterimiz, “Kürek çeken değil, dümen tutan devlet, anlayışıyla başlatılan özelleştirmeler sonucunda ‘devlet et mi satar’ denildi. Et Balık Kurumu satıldı, bugün hayvancılığın da bitirilmesiyle et ithali yapar hale geldik. ‘Devlet kömür mü çıkarır’ denilerek maden ocakları rödavans sistemi ile sermayeye teslim edildi. Madenciliğin, işçi sağlığı ve güvenliğinin temel kurallarını çiğneyerek üretim yapan maden patronlarının aşırı kar hırsının bedeli Soma’da, Ermenek’te iş cinayetlerinde kaybettiğimiz işçilerimiz ödettirildi. Kısacası halkın, kamunun yararına kürek çekmekten vazgeçenler dümeni de gözünü kar hırsı bürüyen sermayeye teslim etmiştir” diye konuştu.

KİT’lerin özelleştirilmesi ile personel sayısında ciddi düşüş yaşandığına dikkat çeken Genel Sekreterimiz,  DPB rakamlarına göre 1985 yılında KİT’lerde istihdam edilen toplam personel sayısının 653 bin iken bugün 132 bin civarında olduğunu, diğer taraftan tüm kamu alanında olduğu gibi KİT’lerdede taşeron-güvencesiz istihdamın yaygınlaştığını kaydetmiştir. Dolayısıyla aynı işi yapan ancak farklı istihdam türlerine, farklı yasalara göre istihdam edilen KİT personeli arasında ücret, çalışma saatleri, sosyal haklar gibi temel konularda farklıklar yaşandığına dikkat çeken Genel Sekreterimiz bu tabloya rağmen özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarına devam edilmesinin yaşanan sorunları katlayarak arttırdığını vurgulamıştır.

“Mülakatın Diğer Adı Torpil, Kayırma ve Kadrolaşmadır “

DPB’nın 21 Ocak 2015 tarihinde KİT yöneticileri ile bir değerlendirme toplantısı yaparak çalıştay sunumunu belirlediğine dikkat çeken Genel Sekreterimiz, bu nedenle sunumda KİT personelinin değil daha çok KİT yönetiminin sorunlarının yansıtıldığına dikkat çekmiştir. Genel Sekreterimiz oturumda özelikle personel alımında merkezi yazılı sınav yerine mülakatı daha öne çıkaran değerlendirmelere karşı çıkarak mülakat yönteminin bugüne kadar yaşanan örneklerinin torpil, kayırma ve kadrolaşmaya hizmet ettiğini açıkça ortaya koyduğunu ifade etmiştir. Buna rağmen Devlet Su İşleri (DSİ) ve Orman Bakanlığının bazı birimlerinde mülakatla personel alımı yapıldığına dikkat çeken Genel Sekreterimiz, konuşmasında özellikle DSİ’nde ÇED raporu düzenlemekle görevlendirilecek mühendis kadrolarının alımında mülakat yönteminin uygulanmaya başlanmasının manidar olduğunun altını çizmiştir.

Genel Sekreterimiz bu noktada 399 sayılı KHK’nin nakil, fazla mesai, harcırah, ek ödeme adaletsizliği, hülle atama gibi personel aleyhine düzenlemelerini görmezden gelerek “yerleştirilen personel bir süre sonra başka kurumlara geçmenin yolunu arıyor, yerleştiği pozisyonu basamak olarak kullanıyor” gibi değerlendirmeler yapılmasının da karşılığı olmadığını kaydetmiştir.

Personel istihdamında öncelikle taşeron istihdamdan vazgeçilmesi gerektiğinin altını çizen Genel Sekreterimiz torpil, kayırma, siyasi müdahalelere açık olan mülakat yöntemi ile personel alınmasına KESK olarak karşı olduğumuzu bir kez daha vurgulayarak mülakat yöntemi ile personel alımının derhal durdurulması gerektiğini kaydetmiştir. Kurumların denetimden uzak şekilde kendi açtıkları sınavlarla personel alımına gitmemesi için KİT Personelinin merkezi sınavla alınması gerektiğini ifade etmiştir. 

“Adaletsizliğin Giderilmesi İçin Mevcutta Beş Olan Temel Ücret Gruplarının Sayısı Düşürülsün”

Çalıştayın “KİT’lerde Ücret Sistemi”  başlıklı ikinci oturumunda,  DPB adına KİT ve Özelleştirme Daire Başkanı Fatma Yiğiter Kara’nın yaptığı sunumda mevcutta 399 sayılı KHK II sayılı cetvele göre istihdam edilen KİT personelinin 5 ücret grubu olarak düzenlenmesinde yaşanan sorunlara değinilmiş, KİT yöneticilerinin görüşlerine de yer verilen sunumda mevcutta 139 olan unvan sayısının mümkün mertebe birleştirilmesi önerilmiştir. Ücret gruplarının sayısının azaltılmasının da mümkün olduğunun kaydedildiği sunumda KİT personelinin ücretlerinin;   yapılan işin tehlike derecesi, işyerinin olduğu bölge-il koşullarının zorluğu, projenin çapı (büyük projeler kapsamında çalışanlara daha fazla ücret), gibi temel üç kıstas gözetilerek belirlenmesi de gündeme getirilmiştir.   

Oturumda söz alan Genel Sekreterimiz ise konfederasyonumuzun ve KİT’lerde örgütlü üye sendikalarımızın 5’li ücret gruplandırmasının yarattığı adaletsizliklere başından beri dikkat çektiğini hatırlatarak DPB’nin sunumunda bu durumun bir kez daha gözler önüne serildiğini ifade etmiştir.

Hem 399 sayılı KHK’ye tabi personel ile 657 sayılı yasaya tabi personel arasındaki hem de farklı KİT’lerde çalışan personelin kendi arasındaki ücret dengesizliğinin giderilmesi için; temel ücretin unvanlara göre belirlenmesi gerektiğini kaydeden Genel Sekreterimiz II sayılı cetvele tabi personel bakımından ücret gruplarının sayısının eğitim durumları, vasıfları gözetilerek 3’e düşürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Genel Sekreterimiz ünvanlara göre belirlenecek temel ücrete işin nitelik, tehlike ve zorluk koşulları gözetilerek ek yapılmasının anlamlı olacağını ancak “büyük projeler” gibi KİT yöneticilerinin hatta siyasi iktidarların kendi kriterlerine göre belirlemesine açık bir kıstasın temel ücrete ek bir kıstas olarak kullanılmasına karşı olduğumuzu ifade etmiştir.

“KİT Personelinin Ücret Konusunda Yaşadığı Sorunlar Sadece Ücret Gruplarından İbaret Değildir”

Oturumun KİT yöneticilerinden gelen talepler dikkate alınarak sadece ücret gruplarında yaşanan sorunla sınırlanmasının doğru olmadığına işaret eden Genel Sekreterimz, KİT personelinin ücret başlığı altında yaşadığı temel sorunları ve söz konusu sorunlara ilişkin çözüm önerilerimizi başlıklar halinde aşağıdaki gibi sıralamıştır.

  • Ek Ödemelerde Yaşanan Adaletsizliğe Son Verilmelidir  

399 sayılı KHK’nın II sayılı cetveline tabi personele 2008 yılına kadar Yüksek Planlama Kurulu kararı uyarınca 657 sayılı yasaya tabi olarak çalışan emsal kamu emekçisi (memur) ile eşit oran ve tutarda ek ödeme yapılmaktaydı. 2008 yılında çıkarılan 275 sayılı KHK ile ise farklı ek ödeme oranları belirlenmiştir. Temel ücrette eşitlik sağlanmadan farklı ek ödemeler yapılması sonucunda ortaya çıkan adaletsizlik, 2011 yılında çıkarılan 666 sayılı KHK ile ( bazı düzenlemeleri Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen)  sürmektedir. Bu adaletsiz duruma son verilmesi için 657 sayılı yasaya tabi olarak çalışan emsal kamu emekçisi (memur)  ile eşit oran ve tutarda ek ödeme yapılması gerekmektedir.

  • Ücretlerde Erimeyi Artıran VERGİ Dilimi Sorunu Çözülmelidir

399 sayılı KHK’nin II sayılı cetveline tabi personelin büyük bölümü daha yılın üçüncü ayından itibaren vergi dilimi yükselmektedir. Öyle ki bu durumda olan personelin yılın başında (ocak ayında) aldığı maaş ile yılın sonunda (aralık ayında) aldığı maaş arasında 600 TL civarında fark oluşabilmektedir. Maaşlarda ciddi erime yaratarak Toplu Sözleşme zammını ortadan kaldıran bu mağduriyetin giderilmesi için vergi dilimi değişikliğinden personelin muaf tutulması ve yıl boyu sabit vergi oranı belirlenmesi konusunda yasal değişiklik yapılmalıdır.

  • Fazla Çalışma Karşılığı Saat Ücreti Ya %50 Artırılmalı Ya da İzinle Telafi Edilmeli

Konfederasyonumuz ilke olarak fazla çalışma yapılmasına karşıdır. Ancak KİT’lerde, özelikle üretimin devamlılığının esas alındığı kurumlarda, yeterli sayıda personel istihdam edilmemesine rağmen, 399 sayılı KHK’nin 30. Maddesinde “Fazla Çalışma ve Diğer Ödemeler” bakımından yer alan sınırlamalar esas alınarak fazla mesai yaptırıldığı bilinmektedir.  Az personelle çok iş yapılmasını temel alan bu sınırlamalar sonucunda KİT personeline işçilerle birlikte mesai yapmasına rağmen 657 sayılı DMK esas alınarak ‘fazla mesai ödemesi’ yapılmaktadır.  KİT personelinin mağduriyetini artıran bu adaletsizlik, fazla mesai yaptırılan personelin talebi esas alınarak,  ya aynen işçilerde olduğu gibi normal çalışmanın saat başına denk gelen tutarın %50 zamlı tutarında fazla çalışma ücreti ödenmesi ya da 657 DMK ya göre çalışan personelde olduğu gibi izin verme yönetimi ile telafi edilmelidir.

  • Harcırah Oranları Artırılmalıdır

Önemli bir bölümü sahada-arazide çalışan KİT personeline ödenmekte olan harcırahlar temel giderleri karşılamaktan uzaktır. Harcırah ödemeleri gerçek giderleri karşılayacak miktarda yeniden belirlenmelidir.

  • Vekaleten Görev Yürütenlere Vekalet Ücreti Ödenmelidir

KİT’lerde 399 sayılı KHK’nın II sayılı cetveline tabi personelin I sayılı cetvelde yer alan personelin görevini vekaleten yürütmesi sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.   Ancak 399 sayılı KHK ‘da II sayılı cetvelde yer alan personele temel ücret, başarı ücreti ve kıdem ücreti dışında herhangi bir ücret ödemesi yapılamayacağı düzenlemesi gerekçe gösterilerek vekalet ücreti ödenmemektedir.

Üye sendikamız ESM’nin konuyu yargıya taşıması sonucunda Danıştay “eğer asılda aranan şartlar vekaleten görevi yürütende varsa, Anayasanın angarya yasağını düzenleyen hükmü de dikkate alınarak,   vekalet ücreti adı altında olmasa da bir ödeme yapılmalıdır” yönünde karar vermiştir.  

Bu nedenle yargı kararları ile kabul edildiği üzere; 399 sayılı KHK’nın II sayılı cetveline tabi personele “vekalet ücreti” ödenmeli, bu hususta KHK’de gerekli değişiklik yapılarak bu hak güvenceye kavuşturulmalı ve hali hazırda vekaleten görev yürütenler ile yürütmüş olanlara vekalet ücreti fark ödemesi yapılmalıdır.

  • Arazi ve Yeraltında Çalışan Personele Tazminat Ödenmelidir

399 sayılı KHK’nin II sayılı cetveline tabi personelin önemli bir bölümü sahada zor koşullarda çalışmasına rağmen aynı KHK’nın ücret düzenlemesi nedeni ile “tazminat” alamamaktadır. Oysa bilindiği üzere 657 sayılı DMK’nda arazide çalışanlar için tazminat düzenlemesi yer almaktadır.  Bu nedenle aynı-benzer işi yapan 657 ye tabi personelin de durumu gözetilerek arazi ve yer altı işlerinde çalışan II sayılı cetvele tabi KİT personeline arazi ve yer altı tazminatı ödenmelidir.

  • Fazla Çalışma Ücreti Konusunda Orman Genel Müdürlüğünde Yaşanan Ayrımcılığa Son Verilmelidir

Orman Genel Müdürlüğü personeline fazla çalışma ücreti ödenmesi konusunda yaşanan sorunlar devam etmektedir.

Fazla çalışma ücreti 2005 yılından 2012 yılı sonun kadar ayrım yapmadan tüm personele 7 ay üzerinden ödenirken 666 sayılı KHK ‘nin Geçici 15. Maddesi ile 31/12/2012  tarihinden itibaren 6831 sayılı Kanunun 71 inci maddesine göre Orman Genel Müdürlüğü merkez teşkilatı personeli için öngörülen fazla çalışma ücretinin yarısı ödenmesi. Aynı Kanunun Ek 10 uncu madde kapsamında ödeme yapılanlara bu ödemelerin 31.12.2012 tarihinden itibaren yapılmayacağı düzenlenmiştir.  Ancak 10 Ekim 2013 Tarih ve 28791 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi Kararı ile 666 sayılı KHK’nin aralarında fazla çalışma ücretini düzenleyen Geçici 15. Maddenin de olduğu bazı düzenlemelerini iptal etmiştir.  Geçici 15. Maddeye ilişkin iptalin kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten başlayarak (10 Ekim 2013) dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine oybirliği ile karar verilmiştir.

Buna rağmen Orman Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığı tarafından, 14.08.2013 tarih ve 28735 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Toplu Sözleşmenin 8. Bölümümün “fazla çalışma ücreti” başlıklı maddesine dayandırıldığı iddiası ile 05.05.2014 tarihinde “Fazla Çalışma Ücretine İlişkin Yönerge” adlı bir yönerge yayımlanmıştır.  Anayasa Mahkemesi kararını yok sayan yönerge ile fazla çalışma ücretinden yararlanacak personel “orman yangınlarına bilfiil müdahale edenler ile yangın nöbeti tutanlar” olarak tanımlanmış, sınırlandırma çalışmalarında bulunanları kapsam dışında bırakılmıştır. Ayrıca mahrumiyet güçlük katsayısını kaldıran söz konusu yönerge ile mahrumiyet bölgelerinde çalışanları adeta cezalandırılmaktadır.

“Fazla mesaisine ihtiyaç bulunanlara” ibaresiyle keyfiyetçi tutumların önünü açan söz konusu yönerge ile ağaçlandırma, planlama, kadastro, silvikültür uygulamaları, Orman köy ilişkileri gibi alanlarda çalışan personelin fazla çalışma ücreti hakkı görmezden gelmektedir. 666 sayılı KHK’nın Geçici 15. Maddesini iptal eden Anayasa Mahkemesi kararı ve tüm orman çalışanlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekliliğinden hareketle söz konusu yönerge yürürlükten kaldırılarak, tüm personele fazla çalışma ücreti ödenmesi düzenlenmelidir. 

  • Gece Çalışması Yapan Personele Yıpranma Payı Ödenmelidir

KİT’lerin önemli bir bölümünde, özelikle enerji alanında tam zamanlı çalışma yapılmaktadır.  Ayrıca Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü, ÇAY-KUR Genel Müdürlüğü bünyesindeki işletmelerde de üretime bağlı olarak belli dönemlerde tam zamanlı çalışma yapılmaktadır.  Tam zamanlı çalışmada gece vardiyasında çalışan personelin katladığı külfet ise daha fazladır. Örneğin gece vardiyasında çalışan personelin çoğunluğu servis imkanlarından yoksun bir durumdadır. Yine trafolarda nöbet tutan güvenlik personeli örneğinde yaşandığı üzere bir kısmı da  soğuk hava koşullarında ısınma koşullarının sağlanmadığı yerlerde görevlerini ifa etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle gece vardiyasında çalışan veya gece nöbet tutan personele gece çalışmanın külfetine karşılık çalışılan her bir saat için %15 zamlı ücret ödenmelidir.

  • MKE ve TCCD Personelinin Filli Hizmet Süresi Zammı Sorunu Çözülmelidir

MKE Genel Müdürlüğü ve TCDD personeline fiili hizmet zammı ödenmesine 2008 yılı itibariyle son verilmiş olup; patlayıcı ve parlayıcı madde imalatı yapan ve çok tehlikeli işler sınıfında yer alan MKE personeline ve bedenen ağır işlerde çalıştırılan TCDD personeline yeniden fiili hizmet zammı hakkı tanınmalı ve bu hak 2008 yılından geçerli olmak üzere uygulanmalıdır.

  • Veznedar Olarak Çalışan Personele Kasa Tazminatı Ödenmelidir

KİT’lerde veznedar olarak çalışan veya herhangi bir sıfat altında kendisine para tahsil yetkisi verilmiş olan personele, üstlendiği risk karşılığı ücretinin %5’inden az olmamak üzere Kasa Tazminatı veya Mali Risk Tazminatı ödemesi yapılması gerekmektedir.

“II Sayılı Cetvele Tabi Çalışan Personelin Sicil Notu Uygulaması Ve Buna Bağlı Olarak Başarı Ücreti kaldırılsın. En Yüksek Başarı Ücreti Tutarı Temel Ücrete Dahil Edilsin”

Çalıştayın “KİT’lerde Sicil Ve Başarı Değerleme Sistemi konulu” oturumunda  DPB uzmanı Mehmet Saydam tarafından yapılan sunumda 399 sayılı KHK II sayılı cetvele göre istihdam edilen KİT personeline başarı ücreti ödenmesinde amirleri tarafından verilen sicil notunun temel alındığı, buna göre amirinden A notu (90-100 puan) alan personele temel ücretinin %8’i, B notu (76-89 puan) alan personele temel ücretin %4’ü, C notu (60-75 puan)  alan personele temel ücretin %2’si tutarında başarı ücreti ödemesi yapıldığı hatırlatılmıştır. Yapılan araştırmaların personelin  %99,72’sine A notu verilerek temel ücretin %8 ‘i tutarında başarı ücreti ödendiğini gösterdiğinin aktarıldığı sunumda KİT yöneticilerinin bir bölümünün ‘başarı ücreti ile personelin başarısı arasında bir bağlantı olmadığı’ noktasından hareketle performansa dayalı yeni bir sisteme geçilmesini savundukları kaydedilmiştir. Ardından Eti Maden İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Muhsin Ganioğlu ve İnsan Kaynakları Yönetimi Dairesi Başkanı Hızır Günindi tarafından konu hakkında  “Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünde Uygulama Örneği” sunumu yapılmıştır.

Oturumda konfederasyonumuz adına söz alan Genel Sekreterimiz 399 sayılı KHK II sayılı cetvele göre istihdam edilen KİT personelinin ücret kalemlerinin temel ücret, başarı ücreti ve kıdem ücretinden oluştuğunu hatırlatarak personele amirin subjektif değerlendirmelerine bağlı sicil notu sistemi ile başarı ücreti ödenmesinin yanlış olduğunu ifade etmiştir. DPB sunumuna göre personelin %99,72 sine verilerek temel ücretinin %8’i tutarında başarı ücreti ödendiğine dikkat çeken Genel Sekreterimiz “Eğer Devlet Personel Başkanlığının bu rakamları doğruysa, yani fiiliyatta personelin %99,72’sine temel ücretinin %8’i oranında başarı ücreti ödeniyorsa geriye kalan %0,28 ‘sini amirlerin subjektif kriterlere dayalı verdiği sicil notu ile cezalandırmanın ne anlamı var? Zira uyarı ya da kınama cezası alan ya da yazılı olarak dikkati çekilen personelin, bir sonraki yıla sicil notu ve buna bağlı olarak başarı ücreti %4 oranından düşmekte ve bu sebeple de söz konusu cezalar her ay aylıktan kesme cezasıymış gibi mükerrer sonuçlar doğurmaktadır” diye konuşmuştur.

Genel Sekreterimiz bu noktada konfederasyonumuzun 657 sayılı DMK’da sicil notu uygulamasının kaldırılmasından hareketle, II sayılı cetvele tabi çalışan personelin sicil notu uygulamasının ve buna bağlı olarak Başarı Ücretinin kaldırılmasını ve en yüksek başarı ücreti tutarının temel ücrete dahil edilmesini önerdiğini ifade etmiş,  bugüne kadar yaşanan örneklerinden hareketle iş yükünü daha da artırmakla kalmayıp çalışanları birbiri ile rekabete sürükleyen performans sistemine şiddetle karşı çıktığımızın altını bir kez daha çizmiştir.

“Hülle Atamaya Son Verilmeli, Görevde Yükselmede Sözlü Sınav Kaldırılmalıdır”

Çalıştayın “KİT’lerde Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği” başlıklı son oturumunda DPB uzmanı Mehmet Saydam konu hakkında yaşanan sorunlara ve bu sorunlara ilişkin KİT yöneticilerinden gelen çözüm önerilerine yer verilen bir sunum yapmıştır.  

Oturumda konfederasyonumuz adına söz alan Genel Sekreterimiz, Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Ünvan Değişikliklerine Dair Yönetmeliğin Türkiye’de en çok değiştirilen yönetmeliklerin arasında yer aldığına dikkat çekerek,”Ne yazık ki yapılan değişiklikikler liyakat ve kariyer ilkelerini, en temel hukuk kurallarını ayaklar altına alarak daha çok kadrolaşmanın önünü açmak yönünde yapılmıştır” demiştir. 

Söz konusu genel yönetmeliğe binaen KİT yönetimlerinin çıkardığı kendi kurum yönetmeliklerinde de eşitlik ve hakkaniyete aykırı durumlar olduğuna işaret eden Genel Sekreterimiz “Örneğin Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin 09.02.2015 Tarihli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinde Alan Müdür Yardımcısı ve Müdür Yardımcısı Pozisyonlarına Atamayı düzenleyen maddesinde ARFF Şefi olarak görev yapanlar, Şef Pozisyonuna Atamayı düzenleyen madddesinde ise neredeyse tüm DHMİ personeli sayılmasına rağmen ARFF personeli olarak çalışanlar kapsam dışında tutulmuştur. Ayrıca, gerçi DHMİ yöenetcileri ‘genel yönetmelikten kaynaklı bir durum’ diye ifade ediyorlar ama muhasebeci pozisyonuna atanabilmek için 4 yıllık fakülte ve yüksek okul mezunu olma şartı aranırken muhasebe şefi olmak için 2 yıllık ön lisans mezunu olmanın yeterli sayılması eşyanın tabiatına olduğu kadar Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırıdır”  diye konuştu.

Genel Sekreterimiz konu hakkındaki özet görüşlerimizi aşağıdaki başlıklarda ifade etmiştir.

  • KİT’lerin her 2 yılda bir görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavı açması zorunlu hale getirilmeli  
  • Vekalet suretiyle yürütülen bütün görevlerin en geç 1 yıl içinde sınav açılarak asil kamu emekçisi eliyle gördürülmesi konusunda yasal zorunluluk getirilmelidir.
  • KİT’lerde taşra müdür yardımcılığı (grup müdür yardımcılığı veya işletme müdür yardımcılığı gibi) kadroları görevde yükselmeye tabi kadrolar değildir. Bu sebeple de kurumlar bu kadroları hülle atama için basamak olarak kullanmaktadırlar. Önce bu kadroya sınavsız atama yapılmakta ve bu şekilde I sayılı cetvele geçirilen kişiler, I sayılı cetvel içinde başka kadrolara sınavsız atanarak sınavdan muaf tutulmakta, böylece hem yönetmeliğin etrafı dolanılmakta, hem de liyakate uygun yükselme gerçekleşmemektedir. Bu sebeple de I sayılı cetvele dahil tüm kadro ve pozisyonlar görevde yükselme sınavına tabi olmalıdır.
  • Görevde yükselme sınavları bakımından sözlü sınav kaldırılmalı; denetime açık, şeffaf şekilde yazılı sınav yapılmalıdır. Şayet sözlü sınav yapılacaksa sınavlar kamera sistemi ile kaydedilmeli ve sınava giren tüm adayların bu kayıtlara erişim ve denetimi mümkün olmalıdır. Yine sözlü sınav ile yazılı sınavın ortalamasında, yazılı sınavın ağırlık oranı sözlü sınavın en az iki katı olmalıdır.

Çalıştayın kapanışında tekrar söz alarak oturumların genel olarak KİT yöneticilerinin beklentilerine göre planlandığına bir kez daha dikkat çeken Genel Sekreterimiz, konuşmasında KİT personelinin diğer sorunlarına ilişkin konfederasyonumuzun önerilerini ise aşağıdaki başlıklarda ifade etmiştir.

  • Lojman dağıtımında görev tahsisli lojman uygulaması ortadan kaldırılmalı, tüm lojmanlar sıra tahsisli hale getirilmelidir. Şayet bunun yapılmaması halinde görev tahsisli lojman sayısı, sıra tahsisli lojman sayısının %25’i ile sınırlandırılmalıdır.
  • Ayrıca Sivil Savunma Uzmanı gibi kadrolar I sayılı cetvele tabi olduklarından, bu personel için sicil notu kaldırılmıştır. Ancak sicil notu sıra tahsisli lojman puanlamasına esas alınan bir kriter olduğundan bu durumdaki personel, sicil notu 0 şeklinde kaydedilerek sıra tahsisli lojman sıralamasında geri plana düşmektedir. Bu bakımdan sicil notunun lojman puanlaması için bir kriter olması uygulamasına son verilmelidir.
  • Yine II sayılı cetvele tabi personele eş, sağlık ve eğitim özrüne göre nakil hakkı tanınmalıdır. Özellikle EŞ Durumu özrü, mutlaka düzenlenmeli; bu durumdaki personele başka KİT’e veya genel bütçeli kurumlara atanma hakkı tanınmalıdır.
  • Ait olduğu yıl içinde kullanılmayan yıllık izinler, sonraki yıllara aktarılmalı veya o yılın sonunda kullanılmayan izin süreleri için kişilere ücret ödenmelidir.
  • Genel Hizmetler sınıfında yer alan Koruma-Güvenlik personelinin mesleği yapma yeterliliğini devam ettirip ettirmediğini tespit için periyodik olarak beş yılda bir sağlık kontrollerinden geçirilmesi sonucunda mesleği yeterliliğini sürdürmediği tespit edilenlerin Yardımcı Hizmetler Sınıfında görevlendirilmesi hukuksuzluğuna son verilmelidir. Sağlık kontrolü soncunda yeniden görevlendirme yapılacaksa bu görevlendirme mutlaka Genel Hizmetler sınıfında bir görev olmalıdır.
  • Hukuken hiçbir geçerliliği olmayan “sendika yasağı” ve “idarenin koşulsuz fesih hakkı” KİT personelinin TİP sözleşmesinden çıkartılmalıdır. 

TİS İmzaladı Diye Belediyelere Çıkarılan Zimmet AİHM’den Döndü!

Konfederasyonumuzun ve sendikalarımızın AKP’nin hukuk tanımaz icraatlarına karşı açtığı ve kazandığı davalara bir yenisi daha eklendi.

Bilindiği üzere 2012 yılında yapılan anayasa değişikliğine kadar hükümetler kamu emekçilerinin TİS hakkını engelliyor, tanımıyordu. Özellikle yerel yönetimlerde kazandığımız AİHM kararına (Demir ve Baykara, no.34503/ 97, 12 Kasım 2008) ve Anayasanın 90. Maddesine rağmen Sayıştay Temyiz Kurulu TİS kapsamında yapılan ödemelerin “usulsüz olduğunu” ileri sürerek belediyeler aleyhine zimmet kararları çıkarıyordu.Burada amaçlanan kamu emekçilerinin TİS hakkını belediyelere gözdağı vermek suretiyle engellemekti.

Ancak mücadelemiz sonucu AKP Hükümeti 2012 yılında, özünü boşaltarak da olsa, TİS hakkımızla ilgili anayasal değişiklik yapmak zorunda kaldı.

Sendikamız Tüm Bel-Sen ile Ordu ve Bademli Belediyeleri arasında akdedilen toplu iş sözleşmeleri gereğince yapılan ödemelerin usulsüzlüğünden bahisle Sayıştay Temyiz Kurulunca verilen zimmet kararlarının AİHS’in 11. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle Sendikamız tarafından 2010 yılında AİHM’e yapılan başvuru sonuçlanmıştır.

AİHM 2. Dairesince AİHS’in 11. maddesinin ihlal edildiği ve yapılan toplu iş sözleşmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

Karar İçin http://www.kesk.org.tr/