AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ, DEVLET EĞİTİM SEN ÜYESİNE TAZMİNAT ÖDEDİ!

Üye sendikamız EĞİTİM SEN’in aldığı karar üzerine iş bırakma eylemine katılan öğretmenlere ceza verilmesi üzerine davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyan EĞİTİM SEN İstanbul 7 No’lu Şubemiz, AİHM’de görülen davayı kazandı ve mahkeme devleti verilen disiplin cezaları nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm etti.

2010 yılında bağlı sendikamız EĞİTİM SEN’in aldığı iş bırakma eylemine katılan öğretmenlere Avcılar Kaymakamlığı tarafından disiplin cezası verilmişti. Cezaya yaptığımız itirazlar sonuç vermeyince EĞİTİM SEN İstanbul 7 No’lu Şubemiz, süreci AİHM’ye taşıdı.

Davayı görüşen AİHM, sendikal eyleme verilen cezayla eğitim emekçilerinin sendikal örgütlenme haklarının ihlal edildiği ve bu ihlal karşısında etkili iç hukuk yolları bulunmadığı sonucuna vardı. Mahkeme, “Türkiye-Yıldırım ve Diğerleri” kararıyla devlet tarafından ceza verilen öğretmenlere toplam 153 bin TL tazminat ödenmesi gerektiğine karar verdi.

Eğitim Sen İstanbul 7 Nolu Şube Başkanı Mehmet Emin Kırşanlıoğlu, son aylarda haksız ve hukuksuz bir şekilde hem kamu emekçilerine hem de Eğitim Sen üyelerine yönelik baskıların olduğunu, birçok Eğitim Sen üyesinin sadece sendikal faaliyetleri nedeniyle cezalandırıldıklarını ve hatta bir kısmının meslekten ihraç edildiğini hatırlattı.

Kırşanlıoğlu, “Bu olay bir kez daha göstermiştir ki her türlü hukuksuz uygulamanın gelip dayandığı bir nokta var. Bu noktada hukuksuzluğa yol açanlar mutlaka bunun hesabını vermektedirler. Biz bu davada başından beri haklı olduğumuza inanıyorduk ve bu inancımız bugün olan bitenler karşısında da zerre kadar azalmamıştır. Sendikacılık suç değildir. Dün olduğu gibi bugün de haklıyız. Dünü kazandık, şimdi sıra bugünü ve yarını kazanmakta. Ne kadar üstümüze gelirlerse gelsinler, bilsinler ki boyun eğmeyiz ve mutlaka kazanacağız.” dedi.

Kararın kendilerine ulaştığını ve AİHM kararında belirlenmiş olan tazminat tutarının hesaba yatırıldığını ifade eden Kırşanlıoğlu, toplam 153 bin TL tazminat aldıklarını söyledi.

17 ŞUBAT ANKARA KATLİAMI VE BAŞBAKANLIK GENELGESİNE İLİŞKİN AÇIKLAMAMIZ!

Öncelikle dün Ankara’da gerçekleşen saldırıyı ve katliamı şiddetle protesto ediyor kınıyoruz. Yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

AKP’nin savaş ve mezhepçiliğe dayalı dış politikaları ve iktidar hesapları nedeniyle ülkemiz kan gölüne döndü. Suruç, Diyarbakır, Adana, 10 Ekim ve 17 Şubat Ankara bombalamaları ve katliamları adeta birbirini takip eden, birbirini besleyen, aynı amaca hizmet eden nitelikte saldırılardır. Her ne hikmetse hepsi hakkında hızla gizlilik kararları alındı, basına haber yasağı kondu ve tıpkı saldırılar gibi dosyaları da karanlıkta bırakıldı. Sivil siyasetçilerin, sendika yöneticileri ve üyelerinin, demokratik kitle örgütü temsilcilerinin attığı her adımı, sarf ettiği her sözcüğü, gittiği her yeri takip eden devlet burnunun dibindeki cephanelikleri, canlı bombacıları, patlamaya hazır araçları göremiyor, engellemiyor!  Katliamları kınayan, protesto edenler için ise hızla soruşturmalar açılıyor, cezalar veriliyor! Yüzlerce insanımızı kaybettik, hala bir tek Bakan, bir tek yetkili istifa etmedi. Hükümet hala bir güvenlik zaafiyeti olmadığını iddia edebiliyor! Cumhuriyet tarihi bu kadar yüzsüz, bu kadar pervasız bir Hükümet görmedi.

Daha yakın zamanda Barış, Emek ve Demokrasi mitingi katliamla engellenmiş, 101 canını kaybetmiş bir Konfederasyon olarak yaşamını yitirenlerin yakınlarının acılarını derinden hissediyor, yaralıların durumunu çok iyi anlıyoruz. Amacımız ne acıları yarıştırmak ne de Hükümeti eleştirmek için fırsata dönüştürmektir. Bunu vicdansızlık, ahlaksızlık ve siyasi ilkesizlik olarak görürüz. Ancak Hükümetin hala da göz göre göre katliam zeminini devam ettirmesine, aynı politikalarda ısrar etmesine, acılar üzerinden toplumsal kutuplaşma ve nefret duyguları yaratmasına göz yumamayız. Çünkü giden, yiten bizleriz. Artık yeter demek zorundayız.

Bir kez daha Yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Basın açıklamamızın ana konusu olan, dün Resmi Gazetede yayınlanan genelge de Hükümetin ortalığın kan gölüne dönmesine, can güvenliğimizin tehdit altında olmasına neden olan güvenlikçi bakışından, savaş politikalarından bağımsız değildir.

Her gün AKP darbesinin yeni bir uygulaması ile karşılaşmaktayız. 28 Şubat döneminde olduğu gibi hukuk askıya alınmış, andıçlarla, genelgelerle, yönetmeliklerle ya da sözlü talimatlarla tüm muhalif kesimler üzerinde faşizan bir baskı oluşturulmakta, uygulanmak istenen politikalara karşı potansiyel tüm direnç noktaları ortadan kaldırılmak istenmektedir. Devletin tüm kurum ve olanakları “balans ayarı” için kullanılmaktadır. Fiili rejim değişikliğinin halklarımıza kabul ettirilmesi, benimsetilmesi için muhtarlarla, kaymakamlarla, yargı mensuplarıyla, YÖK üyeleriyle ve diğer birçok kurum temsilcileriyle düzenli toplantılar yapılmakta ve her aşamada ilkin yandaş medya devreye sokulmaktadır.

Saray ve AKP darbesi ile muhalif kurum ve kişiler sokağa çıkamaz, eylem ve etkinlik yapamaz, sendikal mücadele yürütemez, adeta nefes alamaz hale getirilmek istenmektedir.

Sık sık 90’lı yıllara dönmekle bizleri tehdit eden AKP, bu yılları çok çok aşan, kendi rejimine has dikta uygulamalarını 12 Eylül Anayasasını bile ayaklar altına alarak hayata geçirmektedir.

Genelge Muhalif Tüm Kesimlere Yönelik Topyekûn Saldırının Bir Parçasıdır! 

17 Şubat 2016 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 2016/4 sayılı genelge de içinden geçtiğimiz sürecin bir ara rejim olduğunu teyit eder niteliktedir. Anayasaya ve uluslararası hukuka aykırı olduğu açık olan genelge ile kamuda muhalif kesimlere karşı topyekun bir tasfiye süreci başlatılmıştır.

Başbakan yayınlamış olduğu genelge ile adeta Saray’a ve mevcut hükümete muhalefet eden, demokratik haklarını kullanan tüm kamu emekçilerini “legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten kişiler” olarak ilan etmiştir.

Mevcut 12 Eylül Anayasa’sında dahi 2. madde Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir hukuk devleti olduğunu, 7. madde yasama yetkisinin TBMM’inde olduğunu, 9. maddesi yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağını, 10. madde herkesin kanun önünde eşit olduğunu, 11. maddesi de Anayasa’nın yasama, yürütme ve yargı organları da dahil tüm idari makamları, tüm kuruluş ve kişileri bağlayan yer olduğunu düzenlemiştir. Anayasa’nın 12 ve 13. maddelerde ise ilerleyen kısımlarda tek tek belirtilerek teminat altına alınan temel hak ve özgürlükleri ve sınırlanabilmesinin anayasaya uygun kanunlar olduğunu tesis etmiştir.  Anayasa tarafından korunmasına rağmen AKP tarafından ihlal edilen hakların en başında ise Anayasa’nın 25 ve 26. maddeleri gelmektedir.  Bu maddeler düşünce ve kanaat açıklama ve yayma hürriyetlerini düzenlemektedir. Yine sosyal ve ekonomik haklar başlığı altında 51. maddeler ve devamına ise sendika kurma, ekonomik ve çalışma şartlarında adaletin tesisi için faaliyet yürütme hakları Anayasal güvence altına alınmış haklardır. Elbette Anayasa’da düzenlenmiş bu hakların hepsi ile ilgili birçok kanun ve uygulama yönetmelikleri de bulunmaktadır. Türkiye’de hali hazırda bulunan Anayasa başta olmak üzere yürürlükteki tüm kanunlar evrensel hukukun oldukça gerisinde düzenlemeler olup bu kapsamda Anayasa 90/5 usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaların kanunlarla çelişmesi durumunda milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağını belirtmiştir. 

Başbakan Davutoğlu imzasıyla yayınlanan “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında” genelge ile mevcut 12 Eylül baskı rejimi dahi yeterli görülmeyerek;  yasalar ve mahkemeler hiçe sayılmıştır.

Başbakanlık Suç İşlemektedir!

Mevcut Anayasa, TCK ve uygulan kanunlar toplum tarafından baskıcı, totaliter demokratik hakların kullanılması önünde engel olduğu her kesimce kabul edildiği halde, Başbakanlık tarafından yayınlanan bu genelge ile yasama yetkisi başbakanlığa, yargı yetkisi de amirlere devredilmekte, kanunların yerine genelge konularak hukuk askıya alınmaktadır. Hukuku askıya almanın ne demek olduğu Türkiye darbeler tarihi çok iyi göstermektedir.

En kaba hali ile Başbakanlık bu genelge ile amirlerine “siz dediklerimizi uygulayın, hukuk kısmını biz hallederiz” demektedir. Bu hali ile yayınlanan genelge yasaya aykırı olup başlı başına suç oluşturmaktadır. Kanunsuz emir; veren için de ve uygulayan için de suçtur!

Barış talebinin ve “Çocuklar Ölmesin” demenin bile “terör propagandası” sayıldığı bugünlerde AKP daha da ileriye giderek kamu emekçilerinin en ufak bir itirazını bile bu kapsama almak istemektedir.

Şu anda bile AKP valileri ve idarecileri kendilerine tanınan sınırsız yetkiyle üyelerimiz hakkında soruşturmalar açıyor, sürgün ediyor, mobbing uyguluyor, gözaltına aldırıyor, tutukluyor ya da görevden uzaklaştırıyorlar. Binlerce üyemiz sürgün edildi, yüzlercesi işten atıldı ya da atılması talebiyle soruşturmalar yürütülmektedir. AİHM, Anayasa Mahkemesi ve uluslararası sözleşmelere rağmen greve katıldıkları için binlerce kamu emekçisi hakkında davalar açıldı. Basın açıklamaları artık Terörle Mücadele şubeleri tarafından takip edilmekte ve bu kapsamda işlem yapılmaktadır.

Tüm bunlara rağmen yayınlanan Başbakanlık Genelgesi bu baskının, saldırıların ve yönelimin sınır tanımaz bir şekilde artacağını, yaygınlaşacağını göstermektedir.

AKP, yasa yapma gereği bile duymadan 12 Eylül’ün 1402 sayılı kanununu çok daha geri bir noktadan genelgeye dönüştürmüştür. 28 Şubat darbecilerinin “irtica ve bölücülükle mücadele” bahanesiyle çıkardığı Eylem Planları ve MGK kararları AKP’de “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları” adıyla çıkarılmıştır. 28 Şubat darbesinde hakkında disiplin cezası verilen ve görevine son verilenler için çeşitli düzenlemeler yapan, af çıkaran ve bununla övünen AKP, 19 yıl sonra ve yine bir Şubat ayında 28 Şubat hukukuna sığınmıştır.

Darbeci zihniyet AKP ile devam etmektedir…

Kaymakamlarla yapılan toplantıda Cumhurbaşkanı “…Mevzuat şöyledir, böyledir. Mevzuatı koyun şöyle bir tarafa yeri geldiğinde, ben bunu bu şekilde yaparım deyin ve yapın” diyerek kendisinin hukuka yaklaşımını kaymakamlara da tavsiye etmiştir. Genelge ile de Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler bir tarafa konmakta ve idareye “ivedilikle yapın” denmektedir.

Bu zihniyet iki gün önce de Artvin Cerattepe’de suyuna, toprağına, ormanına, havasına sahip çıkan ve hukuken de haklı olan halkın direnişi karşısında güvenlik güçlerine “vurun geçin” demiştir.

“Kamu güvenliği” adı altında son aylarda ülkemizi savaş alanına çeviren AKP bu kez de “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları” adı altında kamuda ve kamu emekçileri üzerinde faşizan bir saldırı, cadı avı ve korku dalgası başlatmak istemektedir. 

KESK olarak, son dönemde iyice belirginleşen büyük baskı düzenine karşı, onurlu ve kararlı duruşumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz.   Baskılara, tehditlere ve zorbalığa boyun eğmeyeceğiz. “Durmak yok yola devam” diyerek faşizan saldırıları tırmandıran AKP’ye karşı “Yılmak yok mücadeleye devam”, 

DANIŞTAY’DAN LEHTE İKRAMİYE KARARI !

Sendikamız ESM tarafından emekli olan üyesi adına açılan dava neticesinde Ankara 10. İdare Mahkemesi tarafından, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “… verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler (dikkate alınmaz)” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve bu başvuru sonucunda ilgili yasa kuralı Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı bulunarak 25.12.2014 tarihinde iptal edilmiştir.  

Anayasa Mahkemesi’nin 25.12.2014 tarih, 2013/111 E. ve 2014/195 K. sayılı kararı 07.01.2015 tarih ve 29229 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile birlikte;

•Bugünden sonra emekli olacaklar; hiçbir başvuruya gerek olmaksızın hizmet sürelerinin tamamı için emekli ikramiyesi almaya hak kazanmışlardır.

•Kararın yürürlüğe girmesinden önce emekli olanların ise; SGK’na başvurarak, emekli ikramiyelerinin 30 yılı aşan kısmı için de kendilerine ikramiye ödenmesini talep etmeleri ve gelecek ret yanıtına karşı idare mahkemesinde dava açmaları gerekmektedir.

İkinci madde de belirtiğimiz hususta mahkemeye başvuruda bulana emekliler hakkında yerel mahkemelerden gelen olumlu kararlar üzerine konu Danıştay’a taşındı. Danıştay 11. Dairesi 17/02/2016 tarihli ve 2016/223 E. 2016/583 K. Sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onadı ve şu ifadelere yer verdi;

“Bu bağlamda; 30 fiili hizmet yılından fazla süreler için emekli ikramiyesi ödenmesine engel olan yasal düzenlemenin, Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle oluşan yeni hukuki duruma göre, davacıya 30 yılın üzerinde bulunan hizmet süresi için emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiği açıktır. …

 Buna göre, 07/01/2015 tarihinden önce emekli olan emekli sandığı emeklilerine de 30 yıldan fazla hizmet yıllarına isabet eden emeklilik ikramiyesi tutarının ödenmesi gerektiği hususu Danıştay tarafından da kabul edilmiştir.

İdarenin 15 gün içerisinde karar düzeltme talebi hakkı bulunuyor. Karar düzeltme yoluna gidilmez ya da karar düzeltme talep edilip yüksek mahkeme tarafından Danıştay kararı kabul edilirse,belirtilen karar kesinleşmiş olacak ve dava açacaklar için önemli bir emsal karar olacaktır.

CHP’DEN KESK’E ZİYARET!

17 Şubat 2016 tarihinde CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ile Ankara Milletvekili Nihat Yeşil ve PM üyesi Yıldırım Kaya’dan oluşan CHP heyeti Konfederasyonumuzu ziyaret ederek Yürütme Kurulu üyelerimizle görüştüler. Siyasal ve sendikal süreç ile emek ve demokrasi mücadelesine ilişkin değerlendirmelerin yapıldığı ziyarette, emek düşmanı politikalara karşı demokrasi güçlerinin ortak hareket etmesinin zorunlu olduğu vurgulandı.

FETVALARINIZ SİZİN OLSUN

Erkek egemen ataerkil sistemin AKP iktidarının ayrımcı politikalarıyla güçlendiği son yıllarda kadınların hayatlarını her alanda kısıtlayan söylemlerine bir yenisi daha eklendi. Kadın bedeni üzerinden söz söylemeyi kendine görev edinen Diyanet İşleri Başkanlığı skandal bir fetvayla yeniden gündeme oturdu. Geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve gelen tepkiler üzerine siteden sildiği, “Alevi olan kişi ile evlilik caiz midir?” sorusuna, “Müslüman olanla evlenilir, olmayanla evlenilmez” yanıtını vermişti.  Bir diğer fetvası ‘’Nişanlıyken baş başa kalmayın’’ diyen Diyanet İşleri Başkanlığının son fetvası hiçbir ahlak anlayışına sığmayacak derecededir.

Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu’nun “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” sorusuna ise “Haramlık oluşturmaz” yanıtını vermesi toplum üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır. Skandallarla gündemden düşmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı ayrımcı açıklamalar yapıp nefret suçu işlemektedir. Kadınlar ve kız çocukları üzerinden yapılan bu açıklamalar kabul edilemez düzeydedir. Kadınlara yapılan bu saldırı aslında bir meydan okuma olup kadın kimliğini yok saymaktadır.

Diyanetin Fetva birimi, bu soruyu cevapsız bırakmak ya da soranla ilgili suç duyurusunda bulunmak yerine, soruyu dini açıdan yanıtlamayı ve ensesti meşrulaştıracak şekilde cevap vermeyi tercih etti. Kız çocuklarına ensesti reva gören bu zihniyet çocuk istismarı ve pedofiliyi meşrulaştırma çabasındadır. Yapılan açıklama aslında çocuk yaşta evlendirme sayısının hızla artmasını savunur niteliktedir.

Gelen tepkiler üzerine yaptığı yazılı açıklamada Diyanet, fetvayı haber yapanları “ahlaki temel” den yoksun ilan etti. Skandal fetva için ne özür dilenmiş ne de bir soruşturmadan bahsedilmiştir. Aksine haberi yapanlar tehdit edilmiştir.

KESK olarak AKP’nin bu kadın düşmanı politikalarıyla mücadele etmeye devam edeceğiz.Kız çocuklarına ensesti  reva gören,suç işleyen Diyanet derhal  kapatılmalıdır!

VİCDANLARDA AKLANMAYAN 17-25 ARALIK YOLSUZLUK ve RÜŞVET OPERASYONUNU UNUTMADIK!

Dört Bakanın, çocuklarının yanı sıra iktidara yakın pek çok kişinin adının karıştığı 17 -25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun üzerinden iki yıl geçti.

AKP iktidarı kamu kaynaklarının kimlere ve nasıl talan ettirildiğinin tüm çıplaklığı ile ortaya çıktığı operasyonların üzerini kapatmak için elinden geleni yaptı. Yolsuzlukların üzerinin örtülmesi için devlet kurumları, kadroları ve yasalar adeta hallaç pamuğuna çevrildi. Sonuçta takipsizlik kararı verilen “soruşturmalarla”  hükümet mensuplarının, ailelerinin ve hükümeti destekleyen kişilerin karıştığı büyük yolsuzluklar ‘AKlandı!’.

Suçu “ne istediler de vermedik” dedikleri, 11 yıl boyunca ortak çalıştıkları cemaate atıp,17-25 Aralık operasyonları sonucunda açılan davaların dosyalarını kapatanlar ortaya saçılan pisliği unutturacağını sanıyor.

Ama bizler,  işçiye emekçiye gelince ‘kaynak yok’ diyenlerin, milyonlarca yurttaş açlık sınırı altında yaşarken ülke kaynaklarını kimlerle, nasıl yağmaladığını ortaya çıkaran 17-25 Aralık operasyonlarını unutmadık. Bizlerden alınan vergilerin, maaşlarımızdan çalınanların saklandığı çelik para kasalarını unutmadık.  

Diğer taraftan özelleştirmeler, taşeronlaşma,  güvencesizlik, yoksulluk, adaletsiz gelir paylaşımı, vergi adaletsizliği, savaş ve polis devleti uygulamaları ile yolsuzluk ve çürümüşlük üreten düzen ayakta tutuluyor. Bu düzenin ekonomi programı ve arkasındaki zihniyet ise yolsuzluğu, rüşveti ve rantı daha da büyütüyor.

Bu yolsuzluk, rüşvet ve rant düzenini garanti altına almak için ihale yasaları yüzlerce kez değiştiriliyor, yargı kararları takılmıyor, Sayıştay denetimi devreden çıkarılıyor, işçilerin, emekçilerin, yoksullaştırılmış halkın değil bir avuç sermayedarın-patronun çıkarlarını temel alan bütçeler hazırlanıyor. İşçilerin, emekçilerin kazanılmış tüm haklarını, kıdem tazminatlarını, iş güvencelerini ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılar “reform” adı altında sürdürülüyor.  

Bu nedenle, sadece üstünü kapatarak AKladıklarını , ‘sıfırladıklarını’ sandıkları 17-25 Aralık değil,  bugün daha da büyütülerek devam eden yolsuzluk, rüşvet ve rant düzeni de halkın vicdanında çoktan mahkum olmuştur.  Gündem değiştirme çabaları, algı operasyonları, tehdit ve baskılar, 12 Eylül anayasası başta olmak üzere anti demokratik yasaların ve hukuksuzluğun arkasına sığınma bu gerçeği değiştiremeyecektir.

KESK olarak sadece 17-25 Aralık’ın değil, işçilere, emekçilere, demokrasi mücadelesi verenlere karşı işlenen tüm suçların hesabının verilmesi için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. 

SOSYAL GÜVENLİKTE DÖNÜŞÜMÜN FATURASI EMEKÇİLERE,HALKA YIKILMIŞTIR!

2006 yılında kabul edilen 5502 sayılı yasa ile Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın birleştirilmesi sonucu oluşturulan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) 4. Olağan Genel Kurulu bugün gerçekleştirildi.

Genel Kurula Konfederasyonumuz adına katılan Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse,  sosyal güvenlik hakkının temel bir insan hakkı olduğunun altını çizerek Türkiye’de bugün gelinen noktada sosyal güvenliğin çağdaş ve evrensel değerlerini kısmen barındıran düzenlemelerinin bile rafa kaldırıldığını vurguladı.

KESK olarak sosyal güvenlik ile ilgili temel taleplerimizi sıralayarak sözlerime son vermek istiyorum.

  • *Kamusal bir sağlık ve sosyal güvenlik sistemi kurulmalıdır. Bunun için SSGSS yasası iptal edilmeli, uygulamaları derhal durdurulmalıdır.
  • *SSGSS yasası yerine sosyal, dayanışma esaslı bir sosyal güvenlik yasası çıkarılmalı, emeklilik yaşı, prim gün sayısı azaltılmalıdır.
  • *Sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıklarının bedeli yoksul halk kesimlerine ödettirilmemelidir. Burada yapılması gereken, sermayenin vergilendirilmesi, işsiz ve yoksul kalan yığınlara yurttaşlık gelirinin sağlanmasıdır.
  • *İşsizler ve yoksullar başta olmak üzere temel insani gereksinimler ücretsiz karşılanmalı, sağlığı etkileyen tüm toplumsal koşullar iyileştirilmeli; beslenme, barınma, hijyenik su, eğitim, sağlık… vb. haklar ücretsiz sağlanmalıdır.
  • *Kayıt dışı çalışma mutlaka engellenmeli, çalışanlar yığını derhal sağlık ve sosyal güvenlik kapsamına alınmalıdır.
  • *Genel Sağlık Sigortası yerine sağlık hizmetleri vergilerden finanse edilmeli, kamudan özele kaynak aktarımı durdurulmalıdır.
  • *Özel sektör teşvikleri durdurulmalı, kamusal kaynaklar sağlık alanındaki kamusal yatırımlara yönlendirilmeli ve kamulaştırma esas alınmalıdır.
  • *Aile hekimliği uygulamalarından vazgeçilmeli, yerine koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen kent örgütlenmesi güçlendirilmiş birinci basamak yaratılmalı, hizmetin hiçbir aşamasında ücret talep edilmemelidir.
  • *Aşı ve ilaçta küresel tekellere bağımlılık azaltılmalı, toplumsal ihtiyaçlara uygun, bilimsel yatırımlar yapılmalıdır.
  • *Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin parçalı, esnek, güvencesiz, kadrosuz, farklı statülerde istihdamına son verilmeli, kadrolu güvenceli çalışma sağlanmalıdır.
  • *Ücret adaletsizliği giderilmeli, ek ödemeler temel ücrete yansıtılmalıdır.

KESK olarak işçilerin, kamu emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını ve geleceğini olumsuz etkileyecek her adımın,  “reform” adı altında başta iş güvencemiz olmak üzere haklarımızın tasfiye edilmesinin karşısında olmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyor, hepinize tekrar saygılar sunuyorum. 

Metnin tamamı için linki tıklayın

http://www.kesk.org.tr/content/sosyal-g%C3%BCvenlikte-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm%C3%BCn-faturas%C4%B1-emek%C3%A7ilere-halka-y%C4%B1k%C4%B1lm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r

İŞ GÜVENCEMİZDEN TAVİZ VERMEYECEĞİMİZİ KPDK’DA BİR KEZ DAHA İLAN ETTİK!

Kamu Personeli Danışma Kurulunun (KPDK)  Kasım ayı toplantısı konfederasyonların ve hizmet kolunda yetkili sendikaların katılımı ile gerçekleştirildi.(30 Kasım 2015 Pazartesi) gerçekleştirilen toplantının ana gündemi Kamu Personel Rejimi Reformu ve buna bağlı olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda başta iş güvencesinin ortadan kaldırılması olmak üzere değişiklik yapılması tartışmaları oldu.

Konfederasyonumuzu temsilen toplantıya katılan Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse, Kamu Personel Rejimi tartışmalarının yeni olmadığını hatırlatarak;  yıllardır hayata geçirilen torba yasalarla,  Kanun Hükümde Kararnamelerle hatta yasal-meşru hiçbir dayanağı olmayan fiili uygulamalarla kamu personel rejiminde sermayenin lehine,  kamu emekçilerinin ve kamu hizmetlerinden  yararlanan vatandaşların ise aleyhine bir dönüşüm yaşandığını vurguladı.

Söz konusu dönüşümün bugün gelinen noktada bir taraftan kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesini ortadan kaldırmayı diğer taraftan da kamu hizmetlerini toptan tasfiye etmeyi hedefleyen boyutlara ulaştığını kaydeden Eş Genel Başkanımız  “Biz KESK olarak,  ‘reform’ adı altında gündeme getirilen bu saldırılara karşı geçmişte olduğu gibi bugün de kararlı bir şekilde mücadele etmeye, kamu alanını toptan tasfiye etmeyi hedefleyen her türlü girişimin karşısında olmaya devam edeceğiz” dedi.

İş güvencesinin sadece kamu emekçilerinin değil,  taşeron, kayıt dışı istidamın olağanüstü boyutlarda arttığı koşullarda kıdem tazminatlarına göz konulan işçilerin de sorunu olduğunu kaydeden Eş Genel Başkanımız,“Biz sadece kamu emekçilerinin değil, tüm çalışanların gerçek anlamada bir iş güvencesine kavuşturulmasından yanayız. Bunun için iş güvencesinin ‘kırmızı çizgileri’ olduğunu deklare eden konfederasyon ve sendikalar başta olmak üzere tüm konfederasyonlara, sendikalara, 2,8 milyon kamu emekçisine ve kamu hizmetlerinden yararlanma hakları ortadan kaldırılmak istenen tüm yurttaşlara bir kez daha ortak mücadele çağrısı yapıyoruz” dedi.

http://www.kesk.org.tr/content/i%C5%9F-g%C3%BCvencemizden-taviz-vermeyece%C4%9Fimizi-kpdkda-bir-kez-daha-ilan-ettik