Bugün (25 Mayıs) saat 11.00’da Konfederasyonumuz Merkezinde, 7 Şubat – 7 Mayıs 2016 dönemi, 3 aylık Hak İhlalleri Raporumuzu konfederasyonumuz ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla kamuoyuyla paylaştık. Basın açıklamasını Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Fatma Çetintaş okudu.
Hukuk, Tis ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimizin son yıllarda sendikal hak ve özgürlükler alanında yaşanan hak ihlallerindeki artışa dikkat çektiği konuşmasında Çetintaş, “7 Şubat – 7 Mayıs 2016 tarihleri arasında 16 bin 475’i 29 Aralık grevimize yönelik olmak üzere 16 bin 646 arkadaşımız hakkında adli-idari soruşturmalar açılmış, bazı arkadaşlarımıza uyarı ya da kınama cezaları verilmiştir. 82 KESK’li sürgün edilmiş, 50 arkadaşımız ise işten atılmıştır. Yasalara ve anayasaya aykırı olarak sendikalarımızın üyelerinin iş güvenceleri ortadan kaldırılmak istenmektedir.” ifadelerini kullanarak 17 Şubat 2016 tarihinde yayımlanan Başbakanlık genelgesi ile kamuda cadı avı başlatıldığına dikkat çekti.
“28-29 Mayıs tarihlerinde “Laik Eğitim ve Laik Yaşam! İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” şiarıyla9 bölgede gerçekleştireceğimiz mitinge tüm emekçileri ve vatandaşlarımızı davet ediyoruz” sözleriyle konuşmasını sonlandıran Hukuk TİS Sekreterimiz: “KESK, bağlı sendikaları ve yüzbinlerce üyesi olarak ne geçmişte ne de bugün karanlığa teslim olmadık, olmayacağız. Fiili, meşru ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun yükseltecek, tüm ezilenler ve ötekileştirilenlerle birlikte büyük bir dayanışma ağını kuracak, baskıları göğüsleyecek ve püskürteceğiz.” dedİ.
14 Ocak’ta kurulan ’’Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu’’nun kuruluş amacından kullandığı usullere göre kadınları ve çocukları yok saydığını, haklarını gasp ettiğini bir kez daha görmekteyiz.
Komisyon’un hazırladığı rapora göre, çocukların cinsel istismarının “rızaya” dayalı olabileceğini ama yine de suç olarak kalması gerektiğini söyledikten sonra çocuk istismarcısının tecavüz ettiği çocukla 5 yıl boyunca “sorunsuz” ve “başarılı” bir evlilik sürdürmesi halinde denetimli serbestlikten yararlanmasını öneriyor. İstismarı gerçekleştiren de 15 yaşın altında olursa istismar suç olmaktan çıkarılıyor. Bu, ailelerin 15 yaş altı çocuklarını fiilen evlendirmelerinin yolunu açıyor.
Yine raporda; çocuk evliliğinin teşviki, hadım uygulaması, hem şiddet başvurularında hem de boşanma davalarında arabuluculuk ve uzlaşma uygulanması, şiddete maruz kalan kadınların mesai saatlerinde karakollara başvurmasının önünün kesilmesi, şiddete karşı koruma kararları için delil veya belge aranması, tedbir süresinin kısaltılması, aile hukukuyla ilgili tüm duruşmaların gizli yapılması, boşanmanın zorlaştırılması, kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, mal paylaşımında dava açma süresinin kısaltılması, eşin ölümünde kadının mal rejiminden kaynaklı %50 payının verilmek istenmemesi, aileye yönelik psikolojik rehberlik ve danışmanlık hizmetinin dini temele oturtulmak istenmesi yer alıyor.
AKP iktidarı boyunca kadın yaşam alanları her geçen gün daralmaya devam etmiş, güvenli yaşam hakkı elinden alınmıştır. Kadın cinayetlerinin normalleştirilmeye çalışıldığı süreçlerden geçiyoruz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın bir kereden bir şey olmaz söylemi, Diyanet’in ensestin ve cinsel istismar vakalarının üstünü örtmek için verdiği vaazları unutmamışken, şimdi de kurulan bu komisyon ve istismarda bulundukları çocukla evlendikleri takdirde ceza almamalarını sağlayacak rapor tam da bu zihniyetin göstergesidir. 479 sayfalık rapor, kadınların ve çocukların haklarını koruyan az sayıdaki kanunu da kadınların ve çocukların aleyhine sonuçlar yaratacak biçimde değiştirmeyi öneriyor.
Kadın cinayetleri ve çocuk istismarı ile her geçen gün artan taciz ve tecavüzü görmezden gelen bu zihniyet şimdi de çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi halinde suçu ve suçluyu görmezden gelmemizi bekliyor.
2016 yılının ilk dört ayında 115 kadın cinayeti yaşanmış, 2002 yılından bugüne kadar çocuk istismarında %434’lük artış yaşanmış, cinsel tacizde ise %439’luk bir artış yaşanmıştır. Tüm bu gerçekler, mücadelenin nasıl hayati bir önemi olduğunu bir kez daha biz kadınlara gösteriyor.
Bizler KESK olarak, yürüttüğümüz kadın özgürlük mücadelesi ile kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve çocuk istismarı vakalarının üstünün kapatılmasına ve normalleştirilmesine karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. İktidar tarafından yaşam hakkı elinden alınan kadınlar ve çocuklar için mücadelemizi yükselteceğiz.
Konfederasyonumuz, DİSK, TMMOB ve TTB öncülüğünde Soma katliamının yıl dönümünde yaşamını yitiren 301 madenci birçok ilde yürüyüşler ve basın açıklamalarıyla anıldı. On binler: “Ne unuturuz ne de affederiz” dedi. İllerdeki açıklama ve yürüyüşlere birçok siyasi parti ve demokratik kitle örgütü de destek verdi, yürüyüşlerde madenci baretleri takıldı.
Ankara’da Yüksel Caddesi’nden Madenci Anıtı’na yürüyüş gerçekleştirdi. “Somayı unutmadık unutturmayacağız” pankartının açıldığı yürüyüşte, “İşçilerin katili taşeron sistemi”, “Kaza değil cinayet”, “Kader değil katliam” dövizleri taşınarak, “Katliamların hesabını emekçiler soracak”, “Katiller susacak halk konuşacak” sloganları atıldı. Ankara’daki yürüyüşün sonunda madenci heykelinin önüne karanfil bırakıldı. Saygı duruşu ardından basın açıklaması yapılarak AKP iktidarının Soma katliamına rağmen inatla yeni facialara zemin hazırladığı, sermayenin ihtiyaçlarına göre davrandığı belirtildi. AKP tarafından TBMM’den geçirilen, kölelik yasası olarak adlandırdığımız Özel İstihdam Yasası ile emekçilere bir darbe daha vurulduğu belirtilen konuşmalarda kuralsız ve esnek çalışmanın yaygınlaştırılarak, iş güvencesinin tamamen ortadan kalkacağı, sömürünün derinleşeceği ifade edildi.
İllerde okunan ortak basın açıklaması metni için aşağıdadır:
SOMA’YI UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ
Bugün, Soma’da 13 Mayıs 2014’te meydana gelen ve 301’i canımızı yitirdiğimiz yüzyılın en büyük iş faciasının ikinci yıldönümü. 301 canımızın acısı hala yüreğimizde.
13 Mayıs’ta Soma’da yaşamını yitiren tüm maden emekçilerini saygıyla anıyor, yakınlarına ve tüm maden emekçilerine bir kez daha başsağlığı diliyoruz.
Bugün, bu acıyı unutturmamak için, böyle acıların bir kez daha yaşanmaması için alanlardayız.
Ülkemizde Soma gibi bir facia yaşandıktan sonra dahi her ay onlarca emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmeye devam etmektedir. Hükumet ve ilgili kamu kurumları tarafından faciadan sonra alınan ders nedir diye bakıldığında, sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak ve yeni katliamlara zemin hazırlamak dışında bir şey görülmemektedir. Bu acı gerçek, ülkemizde emeği ile geçinen milyonlarca işçiye ölümden, sakatlanmaktan ve sömürülmekten başka bir şeyin reva görülmediğini ortaya koymaktadır.
İş cinayetlerinin başlıca nedeni; ülkemizde uygulanmakta olan neo-liberal ekonomi politikaları sonucunda iş güvencesinin azalması, esnek çalışma biçimlerinin artması, çalışma koşullarının ağırlaşması; özelleştirme, sendikasızlaştırma ve taşeronlaşmanın yaygınlaşmasıdır.
Son olarak AKP tarafından TBMM’den geçirilen, Kölelik Yasası olarak adlandırdığımız Özel İstihdam Büroları Yasası ile emekçilere bir darbe daha vurulmuştur. Bu düzenleme ile; güvencesiz, kuralsız ve esnek çalışma yaygınlaşacak, iş güvencesi tamamen ortadan kalkacak, emekçiler açlık sınırının altında ücretlerle çalışmaya mahkum edilecek, örgütsüz çalışma yaygınlaşacaktır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından en riskli işçiler yine kiralık işçi statüsünde çalışan emekçiler olacaktır. Ayrıca bu yasadan en olumsuz etkilenecek olanlar kadın işçiler olacak ve kadın işçiler üzerindeki sömürü derinleşecektir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında, işçiyi her türlü korumadan uzak bırakan, mühendis ve hekimi iş kazaları tazminatlarından sorumlu tutan, işvereni ve iş yaşamını denetlemekten sorumlu olan devleti ise her türlü sorumluluktan arındıran bir politika ile karşı karşıyayız. En son Cumhurbaşkanının 8. İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’nda “İşçilerin ‘bana bir şey olmaz’ anlayışıyla hareket ettikleri için iş güvenliği ihlalleri yaptığı ve canından olduğu” söylemi bunun en net yansımasıdır.
Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde üretim; teknik bilgi ve alt yapı olarak yetersiz, deneyimi ve deneyimli uzmanı bulunmayan kişi ve şirketlere bırakılmıştır. Kamusal denetimin de yeterli ve etkin bir biçimde yapılamaması iş cinayetlerinin Soma’da olduğu gibi katliama dönüşmesine neden olmuştur. AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002’den beri iş cinayetlerinde 17 binin üzerinde emekçi yaşamını yitirmiştir.
Ne yazık ki Soma gibi büyük bir facianın ardından yürütülen, gerçek sorumluların yargılanmadığı, sorumluların görünen bir kısmının yargı önüne çıkartıldığı dava da kamuoyunu tatmin etmekten uzaktır.
Soma’da yaşanan acı gerçeğin nedenleri ortadadır. Bu nedenler ile hesaplaşılmadığı sürece fabrikalarda, madenlerde, inşaatlarda ve tüm çalışma alanlarında bizleri bekleyen yeni Soma’ların yaşanması kaçınılmazdır.
Bizler,
Göz göre göre ölümle karşılaşmanın ne kader ne de fıtrat olmadığını çok iyi biliyoruz.
Her anı ölüm, sakatlanma ve meslek hastalıklarına yakalanma riski taşıyan çalışma koşullarının ortadan kaldırılmasının zor olmadığını çok iyi biliyoruz.
Dünya, bunun bilimsel, teknolojik, yasal, demokratik koşullarını çoktan sağlamışken, tüm dünyadan ileri olduğunu iddia eden AKP’nin bizi ölüme mahkum etmesini kabul etmiyoruz.
Biz yaşamını alın teriyle kuran emekçiler, güvenceli koşullarda çalışmak ve emeğimizin karşılığını almak istiyoruz.
Güvencesiz, sendikasız ve kayıt dışı çalıştırılmak istemiyoruz.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği kavramlarıyla temelden çelişen ve özellikle kamuya ekonomik anlamda da yük olan, işçileri köleleştiren taşeron ve rödovans sistemlerine son verilmesini istiyoruz.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları piyasacı yaklaşımlarla çözülemez. Sendikaların, meslek odalarının, üniversitelerin karar süreçlerinde ve yönetiminde yer aldığı, idari ve mali yönden bağımsız, demokratik bir işleyişe sahip Ulusal İşçi Sağlığı Güvenliği Kurumu bir önce oluşturulması gerektiğini bir kez daha yineliyoruz.
Soma’da yaşanan iş cinayetini doğuran nedenler ve bu cinayetin sorumluları ile hesaplaşmadan sağlıklı ve güvenli çalışmanın mümkün olmadığının altını bir kez daha çiziyoruz.
Çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesi, 28-29 Mayıs’ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun ve Van’da yapacağımız bölge mitinglerine katılmaya, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesi, 28-29 Mayıs’ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun ve Van’da yapacağımız bölge mitinglerine katılmaya, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesi, 28-29 Mayıs’ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun ve Van’da yapacağımız bölge mitinglerine katılmaya, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Laik Eğitim, Laik Yaşam ve İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” şiarı ile 28-29 Mayıs tarihlerinde gerçekleştireceğimiz bölgesel mitingler için bugün Mülkiyeliler Birliğinde Konfederasyonumuz ve üye sendikalarımızın Eş/Genel Başkan ve MYK üyelerinin katılımıyla basın toplantısı gerçekleştirildi.
Basın açıklmasını Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse okudu. Üye sendikamız Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca da kısa bir açıklamada bulunarak şu sözleri sarfetti: “Dünyada ve özellikle Türkiye’de sömürü düzenini genişletmek için uygulanan baskı politikaları artık yetmiyor, yeni araçlara ihtiyaç duyuluyor, toplumun inanç üzerinden dinselleştirilmesi ve yeniden dizayn edilmesi öngörülüyor. Bu doğrultuda laik eğitimin de çeşitli uygulamalarla ortadan kaldırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Bunun için bir siyasal hedefin olduğunu görüyoruz. Bu hedef, dindar ve kindar bir nesil hedefidir. Bu hedef amacına ulaşırsa, böyle bir toplum sormayan, sorgulamayan, hakkını aramayan ve inanç üzerinden sömürülen bir toplum olacaktır. Bunun için çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesi,28-29 Mayıs’ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun ve Van’da yapacağımız bölge mitinglerine katılmaya, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.” dedi.
LAİK EĞİTİM, LAİK YAŞAM VE İŞ GÜVENCEMİZDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ!
BASKI, SÜRGÜN VE İŞTEN ATMALARA KARŞI ALANLARDAYIZ!
Türkiye, benzer örneklerini ancak faşist rejimlerde görebileceğimiz baskıcı, otoriter ve anti demokratik politika ve uygulamalara giderek daha fazla sahne oluyor. Kendi içerisindeki farklı seslere dahi tahammül edemeyen AKP, yaşamlarımızı tek adam diktasıyla kuşatmanın yollarını arıyor.
Muhalif, eleştirel en demokratik tepkiler dahi şiddetle bastırılıyor. İktidarını kaybetme korkusu içinde olanlar, hukukun ve demokrasinin en temel ilkelerini ayaklar altına alıyor. Anayasayı askıya alan, bürokratlara mevzuata uymama çağrısı yapan bir kişinin aklı, arzuları ve hırsı Türkiye’yi ateşin içine sürüklüyor.
Türkiye tarihinde, eşi benzeri görülmemiş bir savaş politikası izleniyor. Hukuksuzca ilan edilen ve ayları bulan sokağa çıkma yasaklarıyla yaşam hakkı yok sayılıyor, sağlık ve eğitim gibi en temel kamu hizmetleri fiilen askıya alınıyor. Okulları ve hastaneleri karargahlara çevirenler, on binlerce öğrencinin eğitim hakkını gasp ediyor, sağlık hizmetine ulaşımı engelliyor. Sınır bölgesinde yaşayan ve her gün düşen IŞİD füzeleriyle can güvenliği ortadan kalkanların yaşamları, AKP’nin siyasi hesaplarında en küçük bir etki dahi yaratmıyor!
Bu gidişatı eleştirenler ise AKP’nin yürüttüğü cadı avının kurbanı yapılmak isteniyor. Hırsızlara dokunmayanlar, milletvekillerine dokunmanın derdine düşüyor. Milli iradeyi sadece kendisi için meşru görenler, kendisi gibi düşünmeyen milletvekillerini cezaevine göndermekle tehdit ediyor. Akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar, sanatçılar, öğrenciler kısaca muhalif her ses, her düşünce susturulmak isteniyor.
Bir tarafta bunlar yaşanırken diğer taraftan AKP, patronların ve sermaye çevrelerinin gönlünü hoş tutmanın peşine düşüyor. Taşeron işçileri kadroya geçireceğiz yalanına sarılıp, işçilerin kıdem tazminatına göz dikiyor. İnsanlık tarihinin utanç sayfalarında yer alması gereken kiralık işçilik uygulamasını yasalaştırarak, işçilere kölelik koşullarını dayatıyor. Kamuda ise yüz binlerce emekçinin iş güvencesine saldırarak, esnek ve güvencesiz istihdamın kapsını aralıyor. Esnek ve güvencesiz istihdamın yaygınlaştırılmasında ve sermayeye ucuz iş gücü sağlanmasında ise kadını eve hapseden uygulamalara hız veriyor.
Demokrasinin ve hukukun askıya alındığı bu dönemde, toplumsal dokumuzdaki farklılıkları “tekçi” politikalarla boğmaya, kendi arzuları doğrultusunda yeni bir toplum yaratmaya çalışıyor! AKP, kamusal olan her alanı dini kural ve referanslara göre biçimlendirmek istiyor. Dinselleştirme politikaları her türlü sömürüye, zulme, talana ve yalana kalkan yapılmak isteniyor.
Ancak unutulmamalıdır ki hiçbir toplum tamamen aynı düşünen, aynı inancı paylaşan, aynı değerleri benimsemiş insanlardan oluşmamaktadır. Bu nedenle laikliğin varlığı, din ve mezhep farklılıkları üzerinden halkların, farklı inançtan ve mezhepten insanların birbiriyle çatışmalarına son vermek, her inancın kendisiyle ve diğer inançlarla eşit haklar temelinde ilişki kurmasını güvence altına almak açısından önemlidir. Değişik din, mezhep, inanç ve dünya görüşünden insanların gerçek anlamda “eşit yurttaş” olarak kabul edilmesi, devletin bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız olmasına, günlük yaşamın her alanında okulda, işyerinde, üniversitede, sokakta, farklı kimlik, inanç ve dünya görüşleri arasında ayırım yapılmamasına bağlıdır.
Ancak Türkiye’de inşa edilen hakim din kavrayışı ve “Türk-İslam” sentezi politikalar ile eşit yurttaşlık ilkesi daha ilk elden ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’de yaşayan farklı inanç grupları ve bir dine inanmayanlar birçok politikada, fiilen ve resmi olarak yok sayılmış ve sayılmaya da devam edilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı gibi birçok kurum arasında protokoller yapılarak, dinselleştirme politikalarının etkisi hızla yaygınlaştırılmaktadır. Öyle ki camilerden patronların çıkarlarını savunan, “greve çıkmanın caiz olmadığını” anlatan vaazların verilmesi sağlanmaktadır. İHH, TÜRGEV, ENSAR gibi çok sayıdaki vakıf ve dernek, eğitim ve yükseköğretimin temel bileşeni haline getirilmekte, kamu hizmetleri zayıflatılarak bu çevreler güçlendirilmek istenmektedir.
AKP’nin 2023 vizyonuyla yürüttüğü politikalar işçilerin, kamu emekçilerinin, gençlerin ve kadınların sorunlarına çözüm olmamıştır. Aksine AKP, var olan sorunları daha fazla derinleştirmiştir. Bu politikaları eleştiren, AKP’nin eşitsiz ve ayrımcı politikalarına direnen, eşit, özgür, demokratik, barış içinde daha güzel yarınlar için mücadele eden biz kamu emekçileri ise bugün, mücadele tarihimizde hiç olmadığı kadar baskı altına alınmak isteniyoruz.
Özellikle sendikal faaliyetlerimizi suç kategorisine yerleştiren Başbakanlık Genelgesi’nin ardından, başta eğitim ve bilim emekçileri olmak üzere on binlerce kamu emekçisi hakkında hukuksuzca soruşturmalar açılmıştır.
Bilinmelidir ki kamu emekçilerinin emeğine, haklarına ve geleceğine sahip çıktığımız; savaş politikalarına karşı barışın, zalime karşı mazlumun, sömürüye karşı emeğin sesi olduğumuz için işten atılıyor, soruşturmalara maruz kalıyor, sürgün ediliyoruz.
Bu baskı, sürgün ve işten atma politikasının amacı açıktır! AKP, tüm kamu emekçilerini kendisine kapı kulu yapmayı arzulamaktadır. Kamu emekçilerinin kendisini insana, topluma ve doğaya karşı değil, sadece ama sadece AKP’ye karşı sorumlu görmesini istemekte, emekçileri hükümet memuru yapmayı hedeflemektedir!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği üzere AKP, tıpkı patronlar gibi işine gelmeyen, itiraz eden, hakkını arayan, geleceğine sahip çıkan kamu emekçisini karşısında görmek istememektedir! AKP’nin en büyük hayali, devlet kadrolarının tamamıyla “AK kadrolardan” oluştuğu bir Türkiye yaratmaktır.
Özellikle belirtmek isteriz ki AKP’nin bu yaklaşımı tüm kamu emekçilerinin geleceğini ve kamu hizmetlerinin niteliğini doğrudan tehdit etmektedir. Hazırlanan yasa tasarılarında “siyasi olan ve siyasi olmayan grev” tanımları yapılarak grev hakkımıza saldırılması, bu durumun somut ifadesidir!
Ancak baskıyla, sindirme politikalarıyla, sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok sayan düzenlemelerle amacına ulaşacağını sanan AKP’nin unuttuğu bir gerçek vardır! O da KESK’in mücadele kararlılığı ve azmidir!
Gerçek demokrasinin, eşit yurttaşlığın, temel hak ve özgürlüklerin, nitelikli kamu hizmetlerinin genişlemesinin en önemli yolunun laik eğitim, laik yaşam ve herkese güvenceli iş mücadelesini güçlendirmekten geçtiğini düşünüyoruz.
İktidarın kendi çıkarları için sürdürdüğü inanç istismarına yönelik girişimlerini boşa çıkarmak, gerçek anlamda laik ve demokratik bir ülkede barış içinde bir arada yaşamak için “Laik Eğitim, Laik Yaşam ve İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” şiarıyla 28-29 Mayıs tarihlerinde 8 ilde bölgesel mitingler düzenleme kararı almış bulunuyoruz.
Çağrımız sadece konfederasyonumuza bağlı sendikalarımızın üyelerine değil, çocuklara, öğrencilere ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesedir. Çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden herkesi, 28-29 Mayıs’ta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Samsun ve Van’da yapacağımız bölge mitinglerine katılmaya, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.