HAKSIZLIĞA,HUKUKSUZLUĞA OHAL’E KARŞI DİRENMEK HAKTIR

23 Eylül Cuma günü (bugün) Mülkiyeliler Birliği’nde Emek ve Demokrasi için Güçbirliği‘nin düzenlediği basın toplantısında ortak açıklamayı DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Kani Beko yaptı. Basın metni aşağıdadır.

Haksızlığa, Hukuksuzluğa, OHAL’e Karşı Direnmek Haktır!

Türkiye 7 Haziran 2015’den beri olağanüstü bir dönem yaşamakta, fiili bir darbe sürecinden geçmektedir.

Haziran 2015’teki genel seçimlerde halkın ortaya koyduğu iradeye saygı gösterilmemesinin ardından “ya başkanlık ya kaos” olarak dayatılan süreçte, katliamlarda, çatışmalarda binlerce insan yaşamını yitirmiş, başkanlık rejimine fiilen geçilmiş, parlamento işlevsizleştirilmiş, hukuk tamamen vesayet altına girmiş, bu koşullar altında kanlı bir darbe girişimi yaşanmış, bu darbenin başarısız olmasından sonra da iktidar kendi darbe sürecini sürdürmeye devam etmiştir.

15 Temmuz’da başarısız olan darbecilerin olası icraatları, 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal dönemindeki rutin uygulamalar haline gelmiştir.

15 Temmuz darbe girişimini “Allahın lütfu” olarak değerlendiren iktidarın kastettiği “lütuf”, muhalefetin bastırılması, yıllarca işbirliği yaptıkları darbecilerle ortak işledikleri suçların üzerinin örtülmesi ve kamunun farklı dini cemaatler arasında paylaşılmasıdır.

HAKSIZ HUKUKSUZ TASFİYELERE HAYIR!

15 Temmuz darbe girişimi ile somut bir bağlantısı olmadan haksız bir biçimde açığa alınan/ihraç edilen 100 binin üzerinde emekçi, haklarında bir mahkeme kararı olmadan “suçlu” ilan edilmiştir. Hukukun ilkeleri ayaklar altına alınarak “masum” olduklarını ispat etmeleri istenmektedir.

Kamuda haksız-hukuksuz biçimde işten atılanların yerine “sözlü sınav” ile, yani herkesin malumu olduğu üzere “torpil” ile personel alınacak olması, liyakatin yerini tam “sadakat” ve tam “biat” düzenini alacağının göstergesidir.

Sözlü sınavın yanı sıra sözleşmeli istihdamın da dayatılması tesadüf değildir. Amaç kamu emekçilerini tamamen güvencesizleştirmek, böylece daha ucuza, kölece çalıştırırken iktidarın politikalarına da itiraz etmemelerini sağlamaktır.

Barış talebiyle bir bildiriye imza atan akademisyenlerin üniversitelerle ilişiklerinin kesilmesi, iktidarın savaş ve baskı politikalarına karşı hiçbir demokratik itirazın istenmediğinin kanıtıdır.

Son olarak neredeyse tamamı KESK’e bağlı EĞİTİM-SEN üyesi olan 11 binin üzerinde öğretmenin sendikal faaliyetleri üzerinden fişlenerek işten çıkarılması, iktidarın kamu emekçilerinin sendikal örgütlülüğünü ve özellikle de iş güvencesini hedef aldığını bir kez daha göstermektedir.

Sendikal faaliyetler, demokratik, barışçıl eylem ve etkinliklere katılım gerekçesiyle yaşanan açığa alma ve ihraçlar, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine göre de hukuksuzdur. Bu hukuksuzluk sadece haksız olarak ihraç edilen ve açığa alınan kamu emekçilerini ve ailelerini değil, tüm yurttaşları mağdur edecek bir uygulamadır.

Tam da yeni eğitim-öğretim yılı başlarken 18 milyon öğrenciyi öğretmensiz, hastaları hekimsiz, hemşiresiz bırakma pahasına girişilen bu cadı avı, kamu hizmetlerinin sürekliliğini ve niteliğini de tehdit etmektedir.

Eğitim alanında “cemaatin temizlenmesi” adı altında süren işten çıkarmaların, laik, bilimsel, parasız ve anadilinde eğitimi savunan eğitim emekçilerine uzanması, eğitimin dinselleştirilmesi ve ticarileştirilmesi planlarından bağımsız düşünülemez.  

Bizler kamuda yaşanan ve tüm yurttaşlarımızı tehdit eden bu darbeci zihniyete karşı mücadele etmenin bir hak olduğunu buradan bir kez daha ilan ediyoruz.

Eğer bu haksızlık ve hukuksuzluklarda ısrar edilirse, kimsenin kuşkusu olmasın ki her okul, her üniversite, her hastane, her kamu kurumu, emekçilerin, öğrencilerin, velilerin, hastaların, hasta yakınlarının, kısacası tüm yurttaşların ele ele omuz omuza darbeye direnecekleri demokrasi mücadelesi alanları olacaktır.

HALKIN İRADESİNİN GASPINA HAYIR!

Darbe girişimi gerekçe gösterilerek, ülkeyi KHK’lerle yönetmek, kuvvetler ayrılığını yok etmek, tüm yetkileri Başkomutan adı altında tek bir kişide toplamak, mahkeme kararı olmadan infazlara girişmek, her türlü demokratik hakkın kullanımını ortadan kaldırmak, tüm muhalif kesimlere karşı savaş açmak darbe değildir de nedir?

Bu sürecin son adımı belediyelere kayyum atanmasıdır. Bugüne kadar defalarca denetlenmiş, denetimsiz tek bir gün geçirmemiş, buna rağmen bir suç unsuru bulunamamış belediyelere KHK ile kayyum atamak, kendini mahkeme yerine koymaktır. Cumhurbaşkanlığına ya da başka bir mevkiye seçilmiş olmak, hiç kimseye kendini mahkemelerin yerine koyma, halkın oy verdiğinin yerine atanmışı ikame etme, yani darbe yapma hakkını vermemektedir.

Bu hukuksuzluğun amaçları bellidir:

Belediyelere kayyum atanması, halkın iradesine saldırıdır.

Belediyelere kayyum atanması, kentsel dönüşüm adı altında rant projelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır.

Belediyelere kayyum atanması, belediyelerdeki işçilerin ve emekçilerinin sendikal örgütlülüğünü de hedef almakta, sendika değiştirmeye yönelik baskılar artmaktadır.

Bizler halkın iradesini hedef alan, gasp eden her türlü darbeye karşı direnmenin bir hak olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz.

OHAL DÜZENİNE HAYIR!

15 Temmuz darbe girişimi sonrası demokrasinin güçlendirilmesi yolu seçilmemiş, aksine ilan edilen Olağanüstü Hal ile hukuk, evrensel insan hakları ve hatta parlamenter demokrasi büyük oranda askıya alınmıştır.

15 Temmuz’da “paralel darbeciler” püskürtülmüş ancak tek adam diktasını dayatan süreç daha da hızlandırılmıştır.

Başkanlık sistemi adı altında tek adam diktasına geçmek için gerekli çoğunluğu sandıktan alamayanlar, OHAL rejimi ve “Başkomutan” söylemleri ile hayallerindeki rejimi fiili olarak hayata geçirmektedirler.

Olağanüstü Hal’in uzatılmasına dair son günlerde yapılan açıklamalar bir kez daha göstermektedir ki, OHAL’in amacı iddia edildiği gibi darbecilerle mücadele değil, sandık yoluyla elde edemedikleri anti-demokratik, otoriter rejim özlemlerini gerçekleştirmektir.

Bu ülkenin yurttaşları darbelerden darbe, darbecilerden darbeci beğenmek zorunda değildir. OHAL adı altında parlamentonun işlevsizleştirilmesi, yasama-yürütme ve yargının tüm yetkilerinin tek bir kişide toplanmasına karşı demokrasiyi savunmak bir haktır ve bugün burada toplanan emek ve demokrasi güçleri için bir görevdir.

OHAL adı altında ülkeye giydirilmek istenen deli gömleğini parçalamak, tek adam diktasına dayalı yeni rejimin kalıcılaşmasına karşı durmak, hukukun, adaletin, barışın hakim olduğu, laik, demokratik bir ülkeyi yaratmak için emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi dışında başka bir yol görülmemektedir.

Bizler buradan bir kere daha ilan ediyoruz ki, hukuku, adaleti, barışı, laikliği, demokrasiyi kazanmak için sokak sokak, meydan meydan, mahalle mahalle, okul okul, hastane hastane, belediye belediye, işyeri işyeri kol kola, omuz omuza demokratik mücadele hakkımızı kullanacağız.

EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ

KESK-DİSK-TMMOB-TTB’DE CHP’YE ZİYARET !

Konfederasyonumuz Genel Başkanımız Lami Özgen, DİSK Genel Başkanı Kani Beko, TMMOB Yön.Kur. Başkanı Emin Koramaz ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Raşit Tükel, bugün 13.00’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu makamında ziyaret etti. Görüşmede Genel Başkan Yardımcıları Veli Ağbaba, Çetin Osman Budak ve Genel Sekreter Kamil Okyay Sındır da hazır bulundu.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve Kanun Hükmünde Kararnameler ile her iş kolunda tüm kamu emekçilerine yönelik FETÖ-PDY bahanesiyle başlatılan cadı avına ilişkin düşüncelerimizin belirtildiği ziyarette;

Hukuki bir gerekçe olmaksızın 300’ü üyemiz olmak üzere onbinlerce kamu çalışanının sübjektif değerlendirmelerle açığa alınmasına, kamu emekçilerinin iş güvencesinin yok edilmeye çalışılmasına, öğretmen alımlarının sözleşmeli ve sözlü sınav yoluyla gerçekleştirilmesinin personel rejim yasasını ortadan kaldırmaya ve kadrolaşmaya yönelik olduğuna, Valilikler ve il Müdürlüklerinin oluşturduğu soruşturma komisyonları ile ihbar-şantaj-mobbing-baskı gibi keyfi ve hukuksuz yöntemlerle temel hak ve özgürlükleri yok sayan ve çalışma barışını bozan tek parti anlayışına denk düşen uygulamalara ilişkin bir çok konuda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na bilgi verildi.

Ayrıca, eski soruşturmaların bahane edilerek açığa alma-sürgün etme politikalarının kamuda devreye sokulduğu ifade edilerek, birçok üniversitede ve Anadolu Üniversitesi örneğinde olduğu üzere “Barış için Akademisyenler” bildirgesine imza atanların açığa alınmasının, emekçilere ve tüm ötekileştirilenlere yönelik her tür saldırının devam ettiğini gösterdiği vurgulandı.

KESK-DİSK-TMMOB-TTB’nin öncülüğünde belli bir süredir çalışması yürütülen “Emek ve Demokrasi için Güç Birliği”nin ‘FAŞİZME, DARBELERE VE OHAL’E KARŞI’ ortak mücadele ile demokrasiye ve geleceğimize sahip çıkma birlikteliğine katılım için CHP’ye çağrı yapılan ziyarette, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; OHAL kararnamelerinin  OHAL yasasını aştığını, bu yasalar çerçevesinde kamu çalışanlarının mağdur edildiğini belirterek cadı avı başlatıldığını ancak hukukun üstünlüğünün esas olduğunu, bu doğrultuda ortak demokrasi mücadelesinin bir ihtiyaç olduğunu vurgulayarak KESK’e ve demokrasi güçlerine yönelik hukuksuz uygulamaların da karşısında duracağını dile getirdi.

NE ASKERİ NE SİVİL DARBE,NE OLAĞANÜSTÜ HAL! ACİL DEMOKRASİ

KESK-DİSK-TMMOB-TTB, siyasi partiler, emek ve demokrasi güçleri tarafından bugün saat 11.00’de Mülkiyeliler Birliği’nde yapılan ortak basın toplantısının metni aşağıdadır.

 15 Temmuz darbe girişimi ile ülkemiz büyük bir kaos ve yıkıma sürüklenmek istenmiştir. Ülkemizin geleceğinin darbeyle belirlenmeye çalışılmasını kabul etmedik, etmiyoruz.

 Her türlü darbe, darbe girişimi ve antidemokratik uygulamaların karşısındayızDarbelerin, demokrasiye, işçilerin emekçilerin haklarına ne kadar büyük zararlar verdiği tarihimizde defalarca kez görülmüştür. Demokrasiye ve özgürlüklere kast ederken yüzlerce yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına yol açan bu darbe girişimini bir kez daha lanetliyoruz.

 AKP iktidarı ise “darbe ile mücadele” gerekçesiyle 20 Temmuz Çarşamba günü tüm ülkeyi kapsayan OHAL ilan ederek toplumu susturmaya, kendisinden olmayan herkesi sindirmeye çalışmaktadır. Demokrasi talebiyle sokağa çağrılan kitlelerin önüne şeriat söylemi ve kışkırtmalarıyla geçilerek, halkın üzerinde tahakküm kurulmak istendiğini ve bunda ısrar edildiğini görüyoruz.

 AKP bu darbe girişiminin karşısına demokrasinin ve evrensel insan hakları değerlerini savunarak çıkmamakta, aksine idam cezasının savunulması, işkencenin meşrulaştırılması, TBMM’nin işlevsizleştirilmesi gibi darbecilerin hedef ve amaçlarıyla benzer bir yönelime girmektedir.

 Bakanlar Kurulu’nun OHAL ilanı, açık ki, sivil darbe ile Başkanlık sisteminin; ‘Başkomutanlık’ adı altında uygulanması, kurumsallaştırılması anlamına gelmektedir. OHAL ile TBMM tamamen devre dışı bırakılmış, hukuk askıya alınmıştır.

 Tüm söz,  yetki ve karar KHK’lara dayanarak Cumhurbaşkanı’na verilmiştir. Son olarak da Anayasanın 15. Maddesinin 2. Fıkrasında her şart altında güvence altında olduğu belirtilen temel haklara rağmen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınacağı bildirilmiştir.

 Bu adımlarla ülkemizin içine sürüklendiği koyu karanlıktan kurtulması mümkün değildir. Tüm toplumu nefessiz bırakan, ülkenin geleceğine ilişkin en küçük bir umut kırıntısını dahi yok etmeye yönelen AKP iktidarı bu yoldan derhal dönmelidir.

 Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu ve kritik dönemde sebebi ne olursa olsun kimse kendisini halkın iradesi yerine koymamalıdır. Türkiye’nin acilen çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasiyi hayata geçirmesi ve insan haklarına saygıyı güçlendirmesi gerekmektedir. Ülkemiz derhal evrensel değerleri ve uluslararası sözleşmeleri uygulamaya geçirmelidir.

 Ülkemizin demokratik geleceği ancak hukukun ve adaletin, barışın ve birlikte yaşamın tesis edilmesine, laikliğin ve özgürlüklerinin geliştirilmesine bağlıdır.

 Bizler tüm emek ve demokrasi güçleri olarak biliyoruz ki; emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi dışında hiçbir yol Türkiye’yi içinde bulunduğu bu karanlık tablodan çıkaramaz.

 Bu inanç ve kararlılıkla, AKP’nin derinleştirdiği bu sivil darbe süreci ve baskılar karşısında emekçi halkın talep ve çıkarlarını savunarak yan yana omuz omuza durmaya devam edeceğiz.

 Acil Demokrasi İçin Taleplerimiz

  1. OHAL derhal kaldırılmalıdır.
  2. Darbeciler yargılanmalı, bu yargılama evrensel hukuk ve insan haklarına bağlı kalarak gerçekleştirilmelidir. İşkence yasağı mutlaktır ve buna uyulmalıdır.
  3. Darbecilerle birlikte sokakta gerçekleşen linç girişimleri ve emniyetteki işkenceler de araştırılmalı, sorumluları yargılanmalıdır.
  4. İdam, demokratik bir talep değil insanlık suçudur. İdam cezası kabul edilen uluslar arası sözleşmeler ile kaldırılmıştır, hiçbir şekilde geri getirilemez.
  5. Sendikal hak ve özgürlükleri, toplantı, gösteri ve yürüyüş haklarını ortadan kaldıran uygulamalardan vazgeçilmelidir.
  6. Kamuda, üniversitelerde ve yüksek yargıda hiçbir hukuki gerekçe öne sürülmeden başlatılan görevden almalar, şeffaflıktan yoksun uygulamalar nedeniyle tüm kamunun AKP’lileştirilmesi kaygısını doğurmakta, muhaliflerin tasfiyesinin hızlandırıldığını göstermektedir. Bu adımlardan derhal vazgeçilmeli, hukuka uygun davranılmalıdır.
  7. Acil Demokrasi adımları atılmalıdır. Atılacak tüm adımlar ve çıkarılacak yasalar TBMM ve tüm toplum kesimleriyle paylaşılarak atılmalı, KHK’lara başvurulmamalıdır.
  8. Suriye’de izlenen savaş politikasından, cihatçı yapılanmalarla kurulan ilişkilerden vazgeçilmelidir.
  9. “Demokrasi nöbetleri” adı altında yapılan kimi sokak gösterilerinde başta Alevi vatandaşlarımızın yoğunlukta yaşadığı mahallere saldırı girişimleri olmak üzere çok daha tehlikeli bir sürece yol açabilecek provokasyonlara karşı acil önlemler alınmalıdır

 Bizler bu Acil Demokrasi taleplerimiz doğrultusunda her koşulda mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Emeğin haklarını, laikliği, gerçek demokrasiyi ve barışı savunmaya devam edeceğiz.

667 SAYILI KHK DEĞERLENDİRMESİ!

Bilindiği üzere Olağanüstü Hal (OHAL)  kapsamında alınan tedbirlere ilişkin kanun hükmünde kararnamelerin ilki 23 Temmuz 2016 Cumartesi günü resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Gözaltı süresinin otuz güne çıkarılmasından, görevden alınan kamu görevlilerinin bir daha kamuda istihdam edilmemesine, kapatılan kurum-kuruluşların mal varlıklarının Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Hazineye bedelsiz devrinden mağdur ve tanık ifadelerinin adli kolluk görevlileri tarafından da alınabileceğine kadar pek çok düzenleme içeren söz konusu Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL Kanununun yetkilerini aşan ve fiili olarak Sıkıyönetim Kanununun düzenleme alanına giren, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını neredeyse tamamıyla ortadan kaldıran,  pek çok düzenleme yapılmıştır.

 23.07.2016 Tarihinde resmi gazetede yayınlanarak Anayasa 121. maddesi ile OHAL Kanununun 4. maddesine göre yürürlüğe giren söz konusu 667 sayılı KHK’ya ilişkin madde madde değerlendirmemiz aşağıda sunulmuştur.

MADDE 1: Bu madde KHK’nın amaç ve kapsamını belirtmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus OHAL kapsamında darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması gereken zaruri tedbirlerin kapsamının oldukça geniş olduğudur. Bahsedilen KHK sadece darbe teşebbüsü ile ilişkilendirilebilecek durumları değil aynı zamanda çok daha genel ele alınabilecek “terörle mücadele” kavramını içermektedir. Her ne kadar Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu sözcüleri bu süreçte alınan tedbirlerin darbeye ilişkin zaruri tedbirler olduğunu belirtmiş ise de ülkemiz genelinde bu zamana değin oturmuş devlet algısının gösterdiği birikimden de anlaşılacağı üzere; tüm muhalif kesimlerin yaşam alanlarını yok edebilecek, dikta rejimlerini andıran uygulamalar OHAL süresince yürürlükte olacak mevcut kararname ve kararnameler üzerinden ‘meşruiyet’ kazanabilecektir. Dolayısıyla yürürlüğe giren kararname ile Anayasanın ilgili maddelerine dayanak olarak gösterilen olağanüstü halin ya da sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konular (somut durumda Darbe Girişimi) ile sınırlı kalması hususu ihlal edilmiştir. Kabaca izah edilecek olur ise olağanüstü hal durumlarında çıkarılabilecek kararnameler ile ülkenin tüm sorunlarına ilişkin yanıt aramak/ her şeyin yapılabileceği bir hukuki düzlem yaratmak, gerek Anayasa gerek ise Uluslar arası sözleşmelerce de orantılılık ilkesi gereği sınırlandırılmışken, değerlendirmeye konu kararname bu evrensel sınırı tamamen ortadan kaldırmaktadır.

MADDE 2: İlk iki fıkrasında FETÖ ile ilişkilendirilerek kapatılan kurumlar sıralanmış olup devamında 3. fıkra ile birlikte milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen ya da terör örgütleri ile irtibatı belirlenen kurumların, oluşumların, grupların ya da yapıların ilgili bakanlıklar tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakanın onayı ile kapatılabileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda; Sendikalar, dernekler, konfederasyonlar, vakıf üniversiteleri vb. ilgili bakanlığın oluşturacağı komisyon teklifi ve bakanlık onayı ile kapatılabilecek. Kapatılan kurumların malvarlıkları hazineye devredilecek. Bu kurumlardan alacağı olanlar hazineden bu alacaklarını talep edemeyecekler.

Burada dikkat çeken husus Anayasal düzlemde teminat altına alınmış birçok temel hakkın Anayasa 15/2. maddesi ihlal edilerek süresiz ve orantısız bir şekilde çiğnenmesidir. Bu kapsamda “terör örgütleri ile irtibatlı ya da milli güvenliğe tehdit” kavramlarının yasal hiçbir yargı merciinin denetiminden geçmeksizin bakanlıklar tarafından oluşturulacak komisyonun takdirine bırakılması hukukun bir bütünen askıya alındığının en büyük ispatıdır. Kaldı ki sendikal alan örgütlenmeleri ve bu kapsamda konfederasyonların kapatılması yetkisi OHAL Kanunu kapsamında ve yetkisinde yer almamaktadır. Ancak sıkıyönetim ilan edilen durumlarda sendika ve konfederasyonların kapatılabileceği düzenlemesi sıkıyönetim kanununda yer almaktadır. Bu hali ile sendikalar, konfederasyonlar ve üniversitelerin mevcut durumda kapatılması ya da kapatılabileceği düzenlemesi OHAL Kanununun yetkilerini aşan ve fiili olarak Sıkıyönetim Kanununun düzenleme alanına giren bir karardır.

MADDE 3: Yargı mensupları  ve bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirlerin sıralandığı maddedir. Buna göre; milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen ya da terör örgütleri ile irtibatı belirlenen yargı alanında çalışanların meslekten çıkarılma usulleri düzenlenmiştir. Meslekten ihraçları ile birlikte mesleğin getirmiş olduğu tüm kazanılmış haklar bu düzenleme ile birlikte sona erecektir.

MADDE 4: Bu madde de kamu görevlilerine ilişkin tedbirler düzenlenmiştir. Burada yine aynı şekilde milli güvenliğe tehdit, terör örgütleriyle irtibatlı olma hususları diğer maddelerdeki gibi sayılmakla birlikte diğer maddelerde  yasa dışı unsurlarla olan bağın  “tespit edilmesi” ibaresi kullanılırken kamu görevlileri ile ilgili olan maddede bu sınır daha da esnetilip genişletilerek “irtibatı olduğu değerlendirilen” ifadesi kullanılmaktadır. Tespitin nasıl olacağı dahi şüpheli iken “değerlendirmenin” ne düzeyde ve ne kıstas alınarak  yapılacağı elbette tüm kamu görevlileri için çok büyük bir risk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kamuda çalışanlar statüleri ne olursa olsun yetkili amirin kararıyla ihraç edilebilecek ve bir daha kamu hizmetinde görev alamayacakları mevcut madde ile düzenlenmiş. Yargı mensuplarına ilişkin meslekten çıkarma işlemlerini her kurum bünyesinde oluşturacak bir komisyon karara bağlayacak bu madde ile. Belediye personeli hakkında vali ve İçişleri Bakanlığı ihraç işlemi uygulayabilecek.

Bir kamu görevlisinin hiçbir adil soruşturma geçirmeden, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihracı düzenlemesi hukuken bir OHAL düzenlemesi olamaz. AİHM içtihatları ve Venedik Komisyonu Raporlarında da değinildiği üzere, OHAL süresi sınırları aşılarak orantılılık (alınacak tedbirlerin amaçla ve araçla ölçülü bir oran içerisinde olması), etkililik (tedbirin kendisi), Anayasallık (Anayasal düzenin işletilmesi), hukuk devleti (temel ilkelerin korunması), temel haklar, demokrasi (seçilen organlarla birlikte karar alma ve denetleme)  ilkeleri ihlal ederek tesis edilecek kalıcı bir tedbir Avrupa Konseyi standartlarına açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir.

MADDE 5: Haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunanların ya da idari işlem tesis edilenlerin pasaportları bildirim üzerine iptal edilecek.

MADDE 6: Olağanüstü halin devamı süresince soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde alınacak tedbirleri düzenlemiştir. Bu maddeye göre; gözaltı süresi 30 güne kadar çıkabilecektir. Yürütülen soruşturmalarda bütün şüpheli, mağdur ve tanık ifadeleri adli kolluk tarafından da alınacaktır. Cezaevlerinde tutuklu bulunan kişilerle avukatlarının yaptığı görüşmelerde gizlilik kuralı kaldırılabileceği, görüşmeye ilgili personel bizzat katılabileceği ve görüşmelerin kayıt altına alınabileceği, görüşmenin idarenin inisiyatifi doğrultusunda kesilebileceği ve tutuklu hakkında tutanak düzenlenerek avukatının yasaklanması ve barodan müdafii istenebileceği hükme bağlanmıştır. Avukatın tutuklu ile görüşmesinde yanında getirdiği belgelere el koyulabilecek ve görüşe ilişkin süre sınırlamasına  gidilebilecek. Tutuklu hakkında tutanak tutulması halinde Cumhuriyet Savcılığının istemi ve Sulh Ceza Hakimliğinin kararı ile tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi yasaklanabilecektir. Tutukluya avukat temini bu halde Baro tarafından gerçekleştirilecektir.

Bu maddenin kendisi adil yargılanma hakkına bir bütünen aykırılık teşkil etmektedir. 90 ların faili meçhullerinin ve kaybettirmelerinin geleneği ve aracı olan uzun gözaltı süresi bu kararname ile bir kez daha hortlamıştır. 30 güne varabilecek uzun gözaltı süresi boyunca her bir şüphelinin nezarethane koşullarında ve şartların OHAL boyunca nasıl olabileceği öngörülemeyen bir halde gözaltında geçirmesinin kendisi dahi bizzat insanlık onuru ile bağdaşmayacak bir uygulamadır. Nitekim OHAL süresince basın yoluyla gün ve gün gözlemlenebilen darbe teşebbüsçüsü şüphelilerin fiziki durumları, gözaltında işkence endişelerinin subuta erdiğinin bir kanıtıdır. İşkence, hiçbir OHAL ya da Sıkıyönetim uygulamasıyla dahi kaldırılamayacak en temel hak olan yaşam hakkının ihlalidir ve bu kapsamda buna olanak sunabileceği öngörülebilen her tür düzenleme temel insan hakları normlarına aykırılık teşkil etmektedir.

Yine bu düzenleme ile birlikte tutukluların aile, vasi, kayyım dışında seçtikleri kişilerle görüşme hakkı ortadan kaldırılmakta, telefon hakkına erişim de sınırlandırılmaktadır.

Benzer şekilde; yürütülen soruşturmalarda müdafiinin yasaklanması usulü özel olarak belirtilmiştir. Bu düzenleme ile avukat/savunma hakkının engellenmesinin yaygınlaşacağının işaretçisidir. Yine hakkında soruşturma ve kovuşturma yürütülen kişinin yalnızca 3 avukat yardımından yararlanabileceği düzenlemesi de aynı düzlemde ele alınabilinir. Savunma hakkına erişim kısıtlaması getiren bu madde devamla, iddianame ve iddianame yerine geçecek belgelerin özeti okunabilir demek suretiyle sanıkların isnat edilen suçlamalar hakkında bilgilendirilmesinin önünü tıkayacak bir düzenlemedir. Yine aynı düzlemde tutuk incelemelerinin sanık olmaksızın dosya üzerinden karar bağlanacağı getirilmiş olup, sanıkların duruşmada bulunması zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır.

MADDE 7: Vazife malullerinin aylığa bağlanması ve diğer hakların uygulanmasına ilişkin getirilmiş bir düzenlemedir.

MADDE 8: Yasa dışı yapılanmalarla irtibatı bulunan kiracı sıfatı taşıyan kurumların irtifak ve intifa hakları ile kira sözleşmelerinin re’sen iptali düzenlemesidir.

MADDE 9: Bu KHK kapsamında karar alanlar ve karar uygulayıcılar adli, idari, cezai sorumluluktan muaf tutulmuşlardır. Bu maddenin evrensel temel hak ve ilkelerin askıya alınması ile ilgili gerçekleşecek olan her türlü ihlalde ilgili tüm sorumlulukların ve sorumluların yargılanmasının önünü kapatmaktadır.

MADDE 10: Kararname kapsamında tesis edilen işlemlere karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemeyecek.

MADDE 11: resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe gireceğini düzenlemiştir.

MADDE 12: KHK hükümlerinin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini düzenlemiştir.

YÜRÜTME KURULU

ORLANDO KATLİAMINI ve İŞİD VAHŞETİNİ KINIYORUZ!

ABD’nin Florida eyaletindeki Orlando şehrinde bir gay barda düzenlenen silahlı saldırıda 49 kişi hayatını kaybetti, en az 53 kişi de yaralandı. Tamamen sivillerin bulunduğu yerlere yönelik bu insanlık dışı ve nefret suçu saldırıyı kınıyor, yaşamlarını yitirenlere başsağlığı, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin tüm dünyada silahlı çeteler üzerinden oluşturulan zeminde, savaş politikalarıyla geldiği nokta tüm insanlığı tehdit etmekte, insanlık değerlerine yönelik suçlarının uluslararası boyutu ortaya çıkmakta, bu suça ortak olmayan toplumun bütün ötekilerini, muhaliflerini ve ezilenlerini hedef haline getirmekte, farklılıklarımızla bir arada yaşam umutlarımızı katliam boyutlarına varan saldırılarla giderek yok etmektedir.

Bu nedenle, bu tür saldırılarla, farklılıklarımızla bir arada yaşama umudumuzu hedef almaya zemin sunan her tür destek ve politikalar bir an önce terk edilmelidir. Açıktır ki, katillere bu zemini hazırlayan politikaları uygulayanlar tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacaktır.

Kurulduğu günden bu yana ülkemizde ve dünyada farklılıkların barış içinde, bir arada, eşit ve kardeşçe yaşamını savunan Konfederasyonumuz yaşam hakkını tüm hakların ön koşulu olarak görmektedir.

Bir kez daha tamamı sivillerden oluşan, LGBTİ’lere yönelik saldırıyı kınıyoruz. Konfederasyonumuz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da savaştan medet umanların, nefretten ve ayrımcılıktan beslenenlerin karşısında mücadele etmeye kararlılıkla devam edecektir.

YÜRÜTME KURULU

HABER SEN:TRT,İŞİD’İN SESİ OLDU !

Dün gece TRT-1’de yayınlanan, Serdar Tuncer’in sunduğu “Ramazan Sevinci” programında Prof. Dr. Mustafa Aşkar bu ülkenin insanlarına hakaret etti.

Aşkar programda “Alnı secdeye gelen bir varlık var mı insanın dışında? Yok. Secde eden tek varlık insan. O zaman, ben düz söyleyeyim. Ayette de bunu söylüyor, ağır gelmesin. Namazı hayvanlar kılmaz, namaz kılmayan da hayvandır.” dedi.

Bu sözlerden sonra programın sunucusu sanki hiçbir şey olmamış gibi programa devam etti.  Programa reklam için verilen aradan sonra da bir açıklama yapılmadı.

TRT’de bu ilk kez yapılmıyor.

Üç yıl önce TRT ekranlarında yine “Ramazan Sevinci” programında “Hamile kadınlar sokağa çıkmasın, bu terbiyesizliktir” diyen ve her ağzını açtığında kadınlara hakaret eden Tuğrul İnançer hâlâ TRT’de yayınlanan programların vazgeçilmez konuğu.

“Namaz kılmayan idam edilir” diyen Şemsettin Özaykan TRTKürdi kanalında yayınlanan “Bereketa Paşıve” programının sürekli konuklarındandı.

Daha birkaç ay önce TRT’de belgesel diye yayınlanan bir programda küçük bir kız üzerinden “canlı bomba” güzellemesi yapılmıştı.

IŞİD’in Suriye’de, Irak’ta yaptığı, Türkiye’de TRT’nin ekranlarından ve radyo kanallarından yapılıyor.

Bunlar münferit olaylar değildir.

Bu sözler, canlı yayın kazaları da değildir.

Bu konuklar, TRT yönetiminin bilinçli tercihleridir.

Eğer böyle olmasaydı, adı Ramazan Sevinci olan bir programda bu sözlerden sonra özür dilenirdi.

Eğer böyle olmasaydı, Tuğrul İnançer TRT ekranlarına bir daha çıkamazdı.

Yeri gelmişken hemen şunu da belirtelim; TRT devletin televizyonu değil, haklın televizyonudur.  Çünkü TRT’nin kasasına giren her kuruş halkın cebinden çıkmaktadır.

Dün TRT ekranlarındaki bu yayından sonra “Devletin televizyonu” diyerek tepki gösterenlere bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Elektrik faturalarınıza bakarsanız TRT’yi kimin finanse ettiğini göreceksiniz.

Bu topraklar üzerinde yaşayan, her dinden, mezhepten ve hiçbir dini inanca sahip olmayanlardan elektrik faturaları aracılığı ile yayın bedeli alınıyor.

TRT yayınlarını sizin cebinizden çıkan para ile yapıyor.

Bu nedenle,  TRT’nin yönetimine hesap sormak her şeyden önce sizin hakkınız.

Siz tepkinizi ortaya koyarsanız, buna yargı da, siyaset de duyarsız kalamaz.

Çünkü TRT bu tür yayınlarını tepkisizlikten aldığı cesaretle sürdürüyor.

TRT yönetiminin yayın anlayışını bir kez daha protesto ediyoruz.

Biz TRT emekçileri olarak kamu hizmeti anlayışı ile yayın yapan özerk, demokratik, katılımcı ve laik bir TRT’yi savunmaya ve bunun mücadelesini sürdürmeye kararlıyız.13.06.2016

HABER-SEN MERKEZ YÖNETİM KURULU

AKP HÜKUMETİ FİİLİ ve HUKUKİ MÜCADELEMİZ KARŞISINDA GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALDI

Son yıllarda, çalışan maaşı ile emekli maaşı arasındaki farkın çok artması dolayısıyla, pek çok kamu emekçisi zorunlu olarak 30 yılın üzerinde çalışmak durumunda kalmaktadır.

Bilindiği üzere şimdiye kadar kamu emekçileri kaç yıllık hizmetleri olursa olsun, en fazla 30 yıl hizmet üzerinden emekli ikramiyesi alabilmekte idi. 30 yılın üzeri için kendilerine herhangi bir ödeme yapılmaması gibi bir hukuksuzluk yıllarca kamu emekçilerine reva görüldü.

Konfederasyonumuz toplu sözleşme önerisi olarak yıllardır savunduğu bu konuyu AKP hükümetlerinin emek karşıtı politikada ısrar etmesi nedeniyle bağlı sendikamız Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) üzerinden yargıya taşımış, diğer yargı yollarının tükenmesi üzerine AYM’ye başvuru yapılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, 2013 yılı Ekim ayı itibariyle dosyanın esasına geçilmesine karar vermiş, 25 Aralık 2014 günü söz konusu düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Böylelikle emekli ikramiyesinin ödenmesinde 30 yıl sınırı ortadan kalkmış ve kamu emekçileri çalıştıkları sürenin tamamı üzerinden emekli ikramiyesi almaya hak kazanmıştır.

Ancak SGK’ya yapılan başvurulara “AYM kararlarının geriye dönük işlemeyeceği” gerekçesiyle olumsuz yanıt verilmiştir. Bunun üzerineSendikamız ESM bu kez de “kararın yürürlüğe girmesinden önce emekli olan”lar için bir başka üyesi adına dava açmış ve Ankara 12. İdare Mahkemesinin 30.06.2015 tarihli, 2015/484 E. ve 2015/1025 K. sayılı kararı ile AYM kararından önce emekli olanlara da, 30 yılı aşan hizmetleri için emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiğine karar verilmiştir.

Bu karar ile birlikte Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, “Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümeyeceği” gerekçesinin dayanaksız olduğu ortaya çıkmıştır.

Konfederasyonumuz 12.01.2015 tarih ve 2015–13/01–02 sayılı resmi bir yazı ile Başbakanlığa başvuru yaparak; “Konfederasyonumuz tüm kamu emekçileri adına, benzer bir kamu zararının ve yargılama külfetinin yeniden doğmaması ve emekli olmuş kamu emekçilerine yeni mağduriyetler yaşatılmaması bakımından;Anayasa Mahkemesi’nin 25.12.2014 tarih, 2013/111 E. ve 2014/195 K. sayılı kararının yürürlüğe girmesinden önce emekli olanlar yönünden,gerekli idari tedbirlerin alınmasını ve dava açmaya gerek kalmaksızın bu kişilere de 30 yılı aşan hizmetleri için ikramiye ödenmesi konusunda gerekli idari ve yasal düzenlemenin yapılmasını…” talep etmiştir.

Ancak Hükümetten herhangi bir yanıt alınamamıştır.

Yerel Mahkemelerden üst üste lehimize kararlar çıkması ve sendikalarımızın konuyu kamuoyunun gündeminde tutarak hukuki sürecin takipçisi olması üzerine AKP hükümeti nihayet adım atmak zorunda kalmıştır.

Siyasi iktidar; 06.06.2016 tarihinde Başbakan Binali Yıldırım adı ile bir kanun tasarısını TBMM Başkanlığına sunmuştur. Tasarının birinci maddesi ile “Anayasa Mahkemesinin 7/1/2015 tarihli ve 29229 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 25/12/2014 tarihli ve E.: 2013/111, K.: 2014/195 sayılı Kararı öncesinde emekli olanlara otuz yıl üstündeki hizmet sürelerinin her tam yılma karşılık ödenecek ikramiyenin bütçe imkânları çerçevesinde ödenmesine yönelik usul ve esaslar…” düzenlenmektedir.

Tasarıda ilgili madde gerekçesinin Konfederasyonumuzun yıllardır dile getirdiği hususlar üzerine kurulması dikkat çekmektedir. Oysa aynı siyasi iktidar yıllardır konuyu savsaklamış, kamudan emekli olan vatandaşlarımızı mağdur etmiş, mahkeme önlerinde beklemek zorunda bırakmış, AYM kararı sonrasında da ayak diremeye devam etmiştir.

Gecikmiş bir tasarı olmakla beraber sorunun çözüme kavuşturulması açısından önemlidir. Ancak ödemelerin iki yıla yayılması doğru değildir. Sermayeye kaynak bulmakta zorlanmayan AKP’nin emeklilere sıra gelince bütçe olanaklarını gerekçe göstererek iki yıla yayması ikiyüzlülüktür.

Emekliler daha fazla mağdur edilmeden başvuru tarihi esas alınarak, yasal faiziyle birlikte ödemeler derhal yapılmalıdır. Aksi halde açılan davalara bu şekilde müdahale edilerek hak arama mücadelesi de engellenmiş olacaktır. Tasarının görüşmeleri esnasında bu husus mutlaka düzeltilmelidir.

İhanet sözleşmeleri yapanlara ve kazanılmış hakları iktidara peşkeş çekenlere inat KESK tüm kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını korumaya, mücadele etmeye devam edecektir.

YAZIMIZ VE YASA TASARISI LİNKTEDİR.

EK – 1: BAŞBAKANLIĞA GÖNDERDİĞİMİZ YAZI

EK – 2: İLGİLİ TASARI

http://www.kesk.org.tr/2016/06/08/akp-konfederasyonumuzun-hukuki-ve-fiili-mucadelesi-karsisinda-adim-atmak-zorunda-kaldi/

KINIYORUZ!

Bir kez daha bombalar patladı, bir kez daha canlar yitirildi…

Bu sabah İstanbul Beyazıt Vezneciler’de gerçekleşen saldırıda aralarında sivil vatandaşların da olduğu yaşamlarını yitirenlerin ailelerine başsağlığı, içinde üyelerimizin de olduğu yaralılara acil şifalar diliyoruz. Şiddet sarmalını büyütecek, yeni kan ve gözyaşı dışında bir amaca hizmet etmeyecek saldırıyı kınıyoruz…

AKP Hükümeti topluma kanıksatmaya çalıştığı üzere “kararlılık” mesajları verdi, “endişe etmememiz gerektiğini” söyledi, güvenlik zirvesini topladı, dosyalara gizlilik kararı aldı, basın yayın ve sosyal medyaya erişim yasakları getirdi.

Yüzlerce insanımız benzer saldırılarda yaşamını yitirdikten sonraki tavırlarından biliyoruz ki, bir tek yetkili bile istifa etmeyecek, aksine mağduru oynayacaklar!

Yine biliyoruz ki, içte ve dışta savaş konseptinde ısrar eden, toplumsal kaygı ve güvensizlik ortamını kendi hedefleri için desteğe dönüştürmeye çalışan AKP Hükümeti bu şekilde yeni katliamlara davetiye çıkarmaktadır.

Savaş konseptinde ısrar, ölümdür, gözyaşıdır, kutuplaşmadır, acıdır…

İhtiyacımız olan hamasi nutuklar, yayın yasakları, toplumsal öfke ve tepkiyi dindirme amaçlı güvenlik zirveleri değil toplumsal barışı sağlayacak ve ülkemizi uçurumun kenarından çekip alacak demokratik adımların hızla hayata geçirilmesidir.

Bir kez daha yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz…

YÜRÜTME KURULU

7 ŞUBAT-7 MAYIS KAMU DA HAK İHLALLERİ RAPORUNU AÇIKLADIK!

Bugün (25 Mayıs) saat 11.00’da Konfederasyonumuz Merkezinde, 7 Şubat – 7 Mayıs 2016 dönemi, 3 aylık Hak İhlalleri Raporumuzu konfederasyonumuz ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla kamuoyuyla paylaştık. Basın açıklamasını Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Fatma Çetintaş okudu.

Hukuk, Tis ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimizin son yıllarda sendikal hak ve özgürlükler alanında yaşanan hak ihlallerindeki artışa dikkat çektiği konuşmasında Çetintaş, “7 Şubat – 7 Mayıs 2016 tarihleri arasında 16 bin 475’i 29 Aralık grevimize yönelik olmak üzere 16  bin 646 arkadaşımız hakkında adli-idari soruşturmalar açılmış, bazı arkadaşlarımıza uyarı ya da kınama cezaları verilmiştir. 82 KESK’li sürgün edilmiş, 50 arkadaşımız ise işten atılmıştır. Yasalara ve anayasaya aykırı olarak sendikalarımızın üyelerinin iş güvenceleri ortadan kaldırılmak istenmektedir.” ifadelerini kullanarak 17 Şubat 2016 tarihinde yayımlanan Başbakanlık genelgesi ile kamuda cadı avı başlatıldığına dikkat çekti.

28-29 Mayıs tarihlerinde “Laik Eğitim ve Laik Yaşam! İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz! Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı Alanlardayız!” şiarıyla9 bölgede gerçekleştireceğimiz mitinge tüm emekçileri ve vatandaşlarımızı davet ediyoruz” sözleriyle konuşmasını sonlandıran Hukuk TİS Sekreterimiz: “KESK, bağlı sendikaları ve yüzbinlerce üyesi olarak ne geçmişte ne de bugün karanlığa teslim olmadık, olmayacağız. Fiili, meşru ve hukuki mücadelemizi her ne pahasına olursa olsun yükseltecek,  tüm ezilenler ve ötekileştirilenlerle birlikte büyük bir dayanışma ağını kuracak, baskıları göğüsleyecek ve püskürteceğiz.” dedİ.

Hak ihlalleri raporu ve ilgili eki linktedir