DEVLET OPERA VE BALESİ PERSONEL SERVİSLERİNİN KALDIRILMASI BASIN AÇIKLAMASI

Kültür-sanat emekçileri, kriz bahanesiyle servislerinin kaldırılmasını protesto etti

20 Aralık 2018 20:10

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ekonomik kriz ve bütçe yetersizliği bahanesiyle personel servisini kaldırmasına kültür-sanat emekçilerinden tepki geldi. Devlet Opera ve Balesi’nde eylem yapan KESK üyeleri, “Krize bir sebep olmadık, bedelini de biz ödemiyoruz” dedi

 Kültür ve Turizm Bakanlığı, ekonomik krizi ve tasarruf tedbirlerini bahane ederek Devlet Opera ve Balesi personel servislerini kaldırdı.  Karar, KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen üyeleri tarafından Ankara’daki Devlet Opera ve Balesi Binası’nın sanatçı girişi kapısında bir basın açıklaması ile protesto edildi.

Kamu emekçilerinin toplusözleşme ile aldığı zamların yılın ilk üç ayında eridiğini, maaşlara beklenen zamların türlü artış ve hilelerle gasp edildiğini, halkın en temel ihtiyaçlarının %50’nin üzerinde oranlarda zamlandığını söyleyen kültür-sanat emekçileri, “Buradaki asıl mücadele enflasyonla mücadele değil, yılın sonunda asgari ücretlinin, işçinin, kamu emekçisinin, emeklinin maaş artışlarını aşağı çekme mücadelesidir” dedi.

Türlü alicengiz oyunları ile vermemeye çalıştıkları enflasyon farkı zamlarına ek olarak yıllardır kullanılan personel servislerinin “bütçe yetersizliği” gerekçesiyle kaldırılmasına tepki gösteren kültür-sanat emekçileri, açıklamalarını da şöyle sonlandırdı:

Bir yılda 4’ü uluslararası olmak üzere 5 festival ve 2 ilde opera bale günleri düzenleyen, yurtiçinde ve dışında onlarca turne düzenleyen, müdürlük programlarına bakıldığında yine yüzün üzerinde eser ve konser sahneleyen Devlet Opera ve Balesi’nin bütçesi 13 servise yetmemiştir.

Yine tasarruf denince akla en düşük gelirliler gelmiştir. Sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar bayram, hafta sonu, resmi tatil demeden çalıştırılan sanat emekçileri olarak servis hakkımızdan vazgeçmiyoruz. Ve yine tekrarlıyoruz: Krize bir sebep olmadık, bedelini de biz ödemiyoruz. Servis hakkımız engellenemez.

Sendika.Org/ Ankara

Cumhuriyet ve Evrensel haber ekte: 

DEVLET OPERA VE BALESİ PERSONEL SERVİSLERİNİN KALDIRILMASI BASINDAN



Devlet Opera ve Balesi’nde 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi

Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde 250 sanatçı ve çalışanın kullandığı 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi.

20 Aralık 2018 Perşembe 13:15

Devlet Opera ve Balesi’nde 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi

Cumhurbaşkanlığı, dev araç filosuna rağmen 30 araçlık yeni personel taşıma ihalesi açarken Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde 250 sanatçı ve çalışanın kullandığı 19 servis aracının sözleşmesi iptal edildi.

Tüm kamu kumrularında uygulanacağı ifade edilen tasarruf tedbirlerinin dışında bırakılan Cumhurbaşkanlığı, araç filosunun yanı sıra 39 yeni otomobil kiralama ve 30 araçlık servis ihalesi açarken Ankara’daki sanatçıların servis araçları ellerinden alındı. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Ankara şubesinde yaklaşık 250 sanatçı ve personelin kullandığı servis araçlarının yüklenicisiyle olan sözleşmesini feshetti. Genel Müdürlük tarafından çalışanlara yapılan bildirimde, 19 araçtan oluşan servis filosu sözleşmesinin “bütçedeki tasarruf tedbirleri” kapsamında iptal edildiği, sanatçıların ve çalışanların bundan böyle kendi imkânlarıyla iş yerlerine gelip gideceği bildirildi.

’13 SERVİS ARACI YETER’

Bütçe ve krizin bahane edilerek personel servislerinin ellerinden alındığını ifade eden sanatçılar duruma tepki gösterdi. 19 servis aracının tamamen kaldırılmak yerine çeşitli durakların birleştirilebileceğini ve 13 servis aracıyla tüm çalışanların taşıma işlemlerinin yapılabileceğini ifade eden opera ve bale personeli, kararın geri alınmasını istedi. Sanat emekçilerinin servis hakkından vazgeçmeyeceğini ifade eden Kültür, Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Ankara Devlet Opera ve Balesi Binası’nda bugün bir açıklama yaparak kararı protesto edeceklerini bildirdi.

KAMUDA ‘GÜVENCELİ KADRO’ SONA ERİYOR

AKP, kamuda güvenceli kadrolu istihdam yerine güvencesiz sözleşmeli personel istihdamını adım adım yaşama geçiriyor.

DİSK/Genel-İş Sendikası’nın araştırmasına göre, 2016-2017 döneminde sözleşmeli personel sayısı 66 bin artarken, memur sayısı 23 bin azaldı. Hükümetin kamuda 1 milyon taşeron işçinin kadroya alındığı söyleminin de gerçeği yansıtmadığı rakamlarla ortaya konuldu.

DİSK/Genel-İş Sendikası, “ Kamu İstihdam Raporu”na göre, AKP kamuda kadrolu yerine “sözleşmeli” istihdamı tercih ediyor. 2017’de kamuda istihdamın yüzde 78.6’sı memur, yüzde 6.8’i sözleşmeli personel, yüzde 11.2’si işçi, yüzde 0.5’i geçici personel ve yüzde 2.8’i “diğer” başlığı ile istihdam edilenlerden oluştu. 2016-2017 döneminde kamu sektöründe istihdam artışı 41 bin 196 kişiyle 3 milyon 602 bin 735 olurken, özel sektörde istihdam artışı 941 bin 804 kişiyle 24 milyon 585 bin 265 oldu. Toplam istihdam içerisinde özel sektörde istihdam, kamu sektörünün 7 katı. Çalışma hayatında her 100 kişiden 87’si özel sektörde, 13’ü ise kamu sektöründe çalışıyor.

Rapora göre, istihdam edilenlerin işteki durumu incelendiğinde 2017’de toplam istihdam içerisinde en geniş tanımıyla işçi (ücretli, yevmiyeli veya maaşlı) sayısı bir önceki yıla göre yüzde 3.2 artarak 18 milyon 960 bin oldu.

Hükümet 1 milyon taşeron işçinin kadroya geçirildiğini iddia etmişti. Ancak rapora göre, bu gerçeği yansıtmıyor. Haziran 2018 itibarıyla merkezi idarelere ve belediye şirketlerine geçirilen toplam taşeron işçi sayısı 744 bin 342. Merkezi idarelere geçiş yapan işçi sayısı 393 bin, belediye şirketlerine geçiş yapan işçi sayısı ise yaklaşık 350 bin.

Rapora göre, OHAL döneminde “terör örgütüne aidiyeti, iltisakı ya da irtibatı bulunduğu” gerekçesiyle 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 kişiye tedbir işlemi uygulandı.

Cumhuriyet Gazetesi, 07.11.2018 Mustafa ÇAKIR.

AÇLIK SINIRI 1.919 YOKSULLUK SINIRI 6 bin 252 LİRAYA YÜKSELDİ!

TÜRK-İŞ’in araştırmasına göre Eylül’de dört kişilik ailenin açlık sınırı 1.919 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 6.252 TL’ye yükseldi. Eylül ayında gıda harcamaları da yıllık yüzde 24,28 arttı.

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) araştırmasına göre, Ekim ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı bin 919, yoksulluk sınırı ise 6 bin 252 lira olarak gerçekleşti. Araştırmaya göre, dört kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarını ifade eden “açlık sınırı” bu ay bin 919 lira olarak kaydedildi. Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen “yoksulluk sınırı” ise 6 bin 252 lira olarak gerçekleşti.

Bu yılın on aylık bölümünde fiyatlardaki artış oranı yüzde 19,35’e ulaştı. Gıda enflasyonunda son 12 ay itibarıyla artış oranı yüzde 24,28 olarak hesaplandı. TÜİK enflasyon sepetindeki yüzde 23,03 oranındaki gıda harcamasının yaklaşık yüzde 11’ini, toplam harcamanın ise yüzde 2,51’ini oluşturan süt, yoğurt, peynir grubunda iki ay önceki artışın ardından fiyatlar aynı kaldı.

Kıyma ve kuşbaşı etin fiyatı bu ay değişmedi. Sakatat ürünlerinden dana ciğerinin fiyatı artarken diğerleri aynı kaldı. Tavuk fiyatı da değişmedi. Geçen ay sezon açılışı yapılan balığın fiyatı ortalamada biraz geriledi. Yumurta fiyatı da biraz düştü.

Bakliyat ürünlerinde (kuru fasulye, kırmızı-yeşil mercimek, nohut, barbunya vb.) geçen ay görülen artışın ardından bu ay fiyat değişikliği olmadı.

Meyve fiyatları yükseldi

Ortalama yaş sebze-meyve fiyatında önemli bir fiyat değişikliği yaşanmadı ancak ortalama sebze fiyatı düşerken ortalama meyve fiyatı yükseldi.

Un, makarna ve irmik fiyatı arttı, pirinç ve bulgur fiyatı aynı kaldı. Önemli girdi kalemlerinden olan un fiyatında artış devam etmesine rağmen ekmek fiyatı sabit tutuldu.

Tereyağı ile margarin fiyatı tekrar zamlandı. Zeytinyağı fiyatı bu ay artarken ayçiçeği yağı fiyatı değişmedi. Siyah zeytin fiyatı artarken yeşil zeytin fiyatı aynı kaldı.

MEMURLARA NE KADAR SENDİKA İZNİ VERİLİYOR?

4688 Sayılı Kanunu hükümlerine göre, sendika yöneticisi olup görevine de devam eden kamu görevlileri, her hafta belli sürelerle izin kullanabilmektedirler.

Sendika izni kullanabilecek olanlar

1-Sendika veya konfederasyonu ilk genel kurula kadar sevk ve idare edecek yönetim kurulu üyeleri, genel kurulda yönetim kuruluna seçilenler ve sendika şube yönetim kurulu üyeleri, yazılı talepte bulunmak suretiyle bu görevleri süresince aylıksız izin kullanabilecekleri gibi, aylıksız izin talebinde bulunmamaları durumunda kurumlarındaki görevlerine devam etmekte ve (ilgili sendikaları için aranan üye şartının varlığı halinde) haftada bir gün izin kullanabilmektedirler.

2-İldeki üye sayısı 100 ve daha fazla olan sendikaların il temsilcileri ile ilçede üye sayısı 50 ve daha fazla olan sendikaların ilçe temsilcileri, haftada dört saat izin kullanabilmektedirler.

3-İşyerlerinde kamu görevlilerini en çok üye kaydetmiş sendikaların iş yeri temsilciliğine seçilenler (temsilci sayısı işyerindeki kamu görevlisi sayısına göre değişiyor), haftada dört saat izin kullanabilmektedirler.

Sendika izninin kullanılması

Sendikaların yönetim kurulu üyeleri ile sendikaların il, ilçe ve işyeri temsilcilerine tanınmış olan günlük/saatlik izin hakkının, haftanın hangi gününde veya günün hangi saatlerinde kullanılacağı konusunda açık bir belirleme yapılmamıştır.

Bu itibarla;

1-Sendika veya konfederasyon yönetim kurulu üyeleri ile sendika şube yönetim kurulu üyeleri (aylıksız izin kullanmıyor olanlar), kendilerine tanınan haftada 1 gün izin hakkını, hafta içinde herhangi bir günde kullanabiliyorlar.

2-Sendikaların il, ilçe ve işyeri temsilcileri, kendilerine tanınan haftada 4 saat izin hakkını, haftanın herhangi bir gününde 4 saat izin şeklinde veya haftanın farklı günlerinde toplam 4 saat izin şeklinde kullanabiliyorlar.

Öte yandan, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde aksamaya veya gecikmeye neden olunmaması bakımından, ilgili kamu görevlilerinin sendika izini kullanabilecekleri zamana ilişkin olarak kurumlar tarafından belirlenme yapılması mümkün olmakla birlikte, bu yönde yapılacak bir belirlemenin sendikal faaliyetlerin kısıtlanması sonucunu da doğurmaması gerekecektir.

ENFLASYON SON 16 YILIN ZİRVESİNDE! ZAMLAR GERİ, MAAŞLARIMIZ İNSANCA YAŞAMAYA YETECEK SEVİYEYE ÇEKİLSİN!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan resmi enflasyon rakamları tüm tahminleri alt üst ederek emeği ile geçinen kesimler başta olmak üzere milyonların yoksullaşmaya devam ettiğini, yükü emekçilere yıkılmak istenen krizin derinleştiğini bir kez daha teyit etti.

Bu da mı manipülasyon?

TÜİK tarafından açıklanan verilere yer verilen aşağıdaki tablo;  ülkede artan hayat pahalılığını, işsizliği, işten çıkarmaları, frenlenemeyen döviz kurunu, artan faizleri yok sayarak ‘kriz miriz, yok hepsi manipülasyon’ diyenlere ‘bu da mı manipülasyon, TÜİK’te mi manipülasyon yapıyor? ‘ sorusunu yöneltiyor.

OVP ‘Yenilenip’ YEP Oldu,  Ama Enflasyon Hedefi Şimdiden Tarih Oldu!

27 Eylül 2017’de açıklanan 13.  Orta Vadeli Planda (OVP) daha önceki OVP’de %5 olan 2018 yılı enflasyonu hedefi %7 olarak ‘revize edilmiştir.’ Geçtiğimiz Mayıs ayında açıklanması gereken 14.Orta Vadeli Planda bu hedefin her zaman olduğu gibi tekrar ‘revize edilmesi’ bekleniyordu. Ancak 14. OVP açıklanması sürekli ertelenmiş ve sonuçta OVP yerine iki hafta önce Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklanmıştır. Cumhurbaşkanının ‘Kriz miriz yok, hepsi manipülasyon’ sözlerinin aksine hayat pahalılığının dolayısıyla yoksulluğun artacağının itiraf edildiği söz konusu programda 2018 yılı için enflasyon hedefi son kez revize edilerek  %20,8 olarak belirlenmiştir.

Ancak TÜİK tarafından bugün açıklanan verilere göre yıllık enflasyon 24.52’ye ulaşmıştır. Yani gerçekleşen enflasyon bir kez daha OVP ile hedeflenen oranı, revize edilen, YEP ile tekrar revize edilen hedefleri aşmıştır. Buna göre enflasyon %5 olarak belirlenen ilk OVP hedefinin 4 kat,  %7 olarak revize edilen OVP hedefinin, 2,5 katına ulaşılmış, daha iki hafta önce açıklanan Yeni Ekonomi Programı  (YEP) ile hedeflenen yıllık enflasyon oranı dokuzuncu ay itibari ile 3,72 puan aşılmıştır.

Resmi Veriler Hayat Pahalılığının Artacağını Göstermektedir!

Bugün açıklanan rakamlara elektik ve doğalgaz zamları başta olmak üzere son zamların dahil olmamasının yanı sıra çekirdek enflasyon ve üretici enflasyonunda rekor artışlar yaşanması önümüzdeki aylarda hayat pahalılığının daha artacağını göstermektedir.

Özellikle, tüketici enflasyonu (TÜFE)  ile üretici enflasyonu (Yİ-ÜFE)  arasındaki makasın bugüne kadar hiç olmadığı kadar açılması, 2016 yılında %9,94 olan 2017 yılında %15,47’ye çıkan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksinin (Yİ-ÜFE)  rekor kırarak %46,5’e yükselmesi,  Yurt Dışı Üretici Fiyat Endeksinin de (YD-ÜFE) Türk Lirasının döviz karşındaki eriyişine paralel olarak yükselmeye devam ederek 20 Eylül’de açıklanan TÜİK verilerine göre %59,2’e kadar tırmanması, kısacası sadece tüketicilerin değil üreticilerin de enflasyonunun artması önümüzdeki aylarda hayat pahalılığının daha da artacağını ispatlamaktadır.   Çünkü maliyeti artan üretici bunu ya doğrudan ürünün-malın fiyatına yansıtacaktır. Ya da son dönemde sıkça karşılaşıldığı üzere ürünün gramajını, litresini, paket içindeki adedini düşürerek ‘örtülü zam’ yapma yolunu seçecektir. Dolayısıyla tüketici enflasyonu (TÜFE) önümüzdeki aylarda üretici enflasyonuna bağlı olarak artmaya devam edecektir.

Gerçek Enflasyon Çok Daha Yüksek!

Bu ülkede yaşayan herkes TÜİK’in resmi rakamları ile yaşadığımız gerçek enflasyon arasında bir uçurum olduğunu bilmektedir. Dolayısıyla başta emekçi kesimler olmak üzere tüm halk TÜİK’in bu resmi enflasyon rakamlarının gösterdiğinden çok daha derin bir yoksullaşma yaşamaktadır.

TÜİK’in enflasyon hesaplamasında izlediği yöntem de alt gelir grupları için önemli olan gıda, konut (kira), ulaşım harcama kalemlerinin ağırlığı sürekli değiştirilmektedir. Örneğin emekçilerin ve ailelerinin büyük oranda harcama yaptığı gıda harcamalarının ağırlığı 2010 yılında %27,6 iken 2018 yılında %23,03’e, yine söz konusu kesimler için önemli bir harcama kalemi olan konut (kira) harcamalarının ağırlığı 2010 yılında %16,83 iken 2018 yılında %14,85e indirilmiştir.   Bu nedenle bugün açıklanan yıllık %27,7 oranındaki Gıda Enflasyonu ve %21,84 oranındaki Konut Enflasyonu bile gerçek durumu yansıtmaktan uzaktır.

Bu duruma bir de alt gelir gruplarının hayatında tüketmediği deve eti, ördek eti ya da gelişen teknoloji ile fiyatları düşen flaş bellek, CD gibi ürünlere yer verilen enflasyon sepeti eklendiğinde gerçek enflasyonla alakası olmayan resmi enflasyon rakamları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de siyasi iktidarların yıllardır “işçiyi, memuru enflasyona ezdirmedik” nutukları atarken kullandıkları rakamlar çarşıyı, pazarı, sokağı yansıtmayan işte bu çarpık enflasyon rakamlarıdır.

Zam Kasırgası Ocak Söndürüyor!

Hayat pahalılığı, işsizlik artarken emekçiler her gün gözünü yeni bir zamla açmaya devam etmektedir.

İğneden ipliğe her şeyin fiyatı artarken yılın başından itibaren şiddeti artan zam kasırgasını takip etmek gittikçe daha zor hale gelmektedir. 

Örneğin aşağıda görüleceği üzere 2018 yılı başından bugüne elektriğe toplam %43,64, doğalgaza ise toplam %41,2 zam yapılmıştır. Buna rağmen Ocak ve Nisan ayında gelen zamlar unutulmuştur. Hafızlarda sadece son 3 ayda yapılan zamlar kalmıştır.

Tablo: Elektrik ve Doğalgaz Zamları (%)

Bilindiği üzere bugüne kadar elektrik ve doğalgaz zamlarına gerekçe olarak hep döviz kurlarındaki yükselme gösterilmiştir. Ancak Ekim ayında döviz kurunda düşme yaşanmasına rağmen her iki üründe zam yapılmaya devam edilmiştir.

Öte yandan yukarıdaki rakamlar elektrik ve doğalgazın konut kullanımlarındaki artışları göstermektedir. Elektriğe ve doğalgaza sanayi ve ticarethanelerde yapılan zam oranları ise konutlarda yapılan bu zam oranlarını katlamaktadır.

Temel girdiler olan ve ‘lokomotif ürün’ olarak ifade edilen elektrik ve doğalgaza zam yapılması maliyetleri artırdığı için tüm kesimleri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Kısacası konutlar için yapılan zam doğrudan, sanayi ve ticarethanelerde kullanılan ise malların, ürünlerin fiyatına yansıyarak dolaylı yoldan yine vatandaşların cebinden çıkacaktır.

Zamlar Geri,  Maaşlarımız İnsanca Yaşamaya Yetecek Seviyeye Çekilsin!

Zam kasırgası devam ederken tüm ücretli kesimler gibi kamu emekçilerinin de geliri her geçen gün daha fazla erimektedir. Artan hayat pahalılığı ve kamuda yaşanan dönüşüm kamu emekçilerinin daha fazla yoksullaşmasını ve güvencesizleşmesini beraberinde getirmektedir.

Bilindiği üzere mevcut iktidar ve Cumhurbaşkanı tarafından 24 Haziran seçimleri öncesinde yürütülen kampanyanın merkezinde “istikrar” söylemi yer almıştır. Emekçiler için istikrar yarına güvenle bakabilecek koşulların sağlanması ile mümkündür.

Ülkeyi bugün uçurumun kıyısına sürükleyen çok ülkeli şirketlerin, emperyalist ülkelerin çıkarlarını temel alan neoliberal politikalardır. Hem ‘yerlilik ve millik’ nutukları atıp hem de emperyalizmin ülke kaynaklarını talan eden,  emeğe kölelik koşulları dayatan,  devlet eli ile verilen kamusal hizmetleri, yerli tarımsal üretimi, sanayiyi ortadan kaldıran,  kentlerimizde ve doğamızda onarılamaz derin tahribatlar yaratan neoliberal politikalara sarılmaya devam etmenin yaşadığımız krizi daha da derinleştirmekten başka işe yaramayacağı açıktır.

Bugün içine sürüklendiğimiz girdaptan çıkmanın yolu ülke kaynaklarını sömürenleri, yıllardır kaptığı teşviklere rağmen ne istihdamı ne de üretimi artırmayan, üstelik konkordato ilan ederek borçlarından kaçmaya çalışanları değil, emeği, emekçileri koruyan politikaları temel almaktan geçmektedir.

Bunun için ilk yapılacak iş ülkede yaşanan krizin, yıkımın faturasını emekçi kesimlere,  yoksullaştırılan halka yıkmaktan vazgeçmektir.

Başta elektrik ve doğalgaz zamları olmak üzere temel ürünlere yapılan zamlar derhal geri çekilmeli, iş güvencemizi tamamen ortadan kaldıracak olan düzenlemelerden vazgeçilmelidir.

Öte yandan maaşları hiçbir zaman tutmayan enflasyon hedeflerine göre belirlenen,  böylece ileriye dönük ücret-maaş artışı talepleri daha baştan kısıtlanan, yandaş konfederasyon yönetiminin altına imza attığı ‘satış sözleşmeleri’ ve her yıl tarifesi daha da adaletsiz hale getirilen vergi dilimleri ile kayıpları artan kamu emekçilerine TÜİK’in çarpık hesaplamalara dayalı resmi enflasyon farkı ödenmesinin hiçbir karşılığı kalmamıştır.

Açlık sınırının 2.000 yoksulluk sınırının ise 6.200 TL’yi aştığı günümüz koşullarında emekçilerin ücret-maaş artışlarında TÜİK’in çarpık resmi verileri değil, hayatın yansıttığı gerçek enflasyon rakamları temel alınmalıdır.

Kamu emekçileri başta olmak üzere tüm emekçileri krizin yükünün sırtımıza yıkılmasına karşı güvenceli çalışma ve insanca yaşam taleplerine sahip çıkmaya, bu temel talepler için omuz omuza vermeye çağırıyoruz.

ÇALIŞMA SAATLERİNİN ESNEK HALE GETİRİLMESİ “Müjde” Mi? YOKSA…

Adam akşam eve gelince “Hanım sana bir müjdem var. Artık daha pahalı bir evde oturacağız” demiş. Yıllardır bir oda bir salondan ibaret,  elli metre karelik evde eşi ve çocuğu ile birlikte yaşamakta zorlanan kadın çok sevinmiş bu müjdeye. “Hep daha büyük bir ev hayali kuruyordum, nihayet hayalim gerçekleşiyor” demiş ve heyecanla “Peki, ne zaman taşınıyoruz?” diye sormuş eşine. Adam acı acı gülümseyerek ”Bir yere taşınmıyoruz. Ev sahibi bugün kiraya yüzde otuz zam yaptı” demiş.

       Bugüne kadar siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen bir kısım medya kullanılarak kamu emekçilerine verilen her “müjde” haberlerinin ne yazık ki bu fıkradan alt kalır yanı bulunmuyor. “Kamuda reform geliyor”, “Kamuda devrim gibi düzenleme yolda”, “memura çifte zam; hem enflasyon zammı hem de toplu sözleşme zammı”, “devlete kapağı attık, yan gelip yattık devri bitiyor. Memura performansa göre maaş geliyor. Çok çalışan memur çok kazanacak” gibi akla ilk gelen her “müjdenin” altından kamu emekçilerinin mevcut haklarını daha da sınırlayan düzenlemeler çıkması ne yazık ki rutin hale gelmiş bulunuyor.

      Bu nedenle kamu emekçileri bir “müjde” haberi gördüğünde sevinemiyor. Tam tersine  “acaba yine hangi hakkımıza göz diktiler” diye sormadan edemiyor. Buna rağmen seçim öncesinde 3.600 ek gösterge sözü verip seçim sonrasında “her seçim döneminde böyle vaatler olur”  diyerek verdiği sözün gereğini hala yerine getirmeyenler kamu emekçilerine yeni ‘müjdeler’ vermeye devam ediyor.

 MÜJDELERİN ARKASI KESİLMİYOR!

       Yıllardır ardı arkası kesilmeyen müjdelere boğulan!, kamu emekçilerine dün güne yeni bir “müjde” haberi ile başladı. Son “müjde” yine hükümete yakınlığı ile bilinen, bir gazete kanalıyla, ‘2.5 milyon memurun hayatı değişiyor’ manşeti ile servis edildi. “Yeni Ekonomi Programı’yla (YEP) birlikte kamu personel rejimi değişiyor”  diye başlayan söz konusu haberde kamu emekçilerine esnek çalışma müjdesi veriliyor.

       Haberin ayrıntılarında ise kamu çalışanlarının, hizmetin özelliğine göre, hangi saatlerde çalışacaklarının kendileri tarafından belirlenebileceği kaydediliyor. Buna göre kamu emekçilerinin haftalık 40 saat olan mesai süresini nasıl tamamlayacağına kendilerinin karar verebileceği,  örneğin bir kamu emekçisinin isterse günlük 8 saat yerine 10 saat mesai yaparak 4 günde 40 saatlik mesai süresini tamamlayabileceği, böylece 3 günü “aile ve sosyal yaşamına, kurs ve eğitim programlarına daha fazla vakit ayırmak” için kullanabileceği iddia ediliyor.

      İşlerin en yoğun olduğu, özellikle 10.00 – 12.00 ve 13.00 -15.00 saatleri arasında bütün “memurların” işinin başında olacağının aktarıldığı haberde ‘memurların’ bu saatler dışında çalışma saatlerini sosyal aktiviteler, eğitim programları, çocukların durumuna göre belirleme haklarının olacağı ileri sürülüyor. Ayrıca “mesaisine her an ihtiyaç duyulmayan memurlara da evde çalışma izni verilebileceğinin”  aktarıldığı haberde “esnek çalışma modelleri ile personelin aktif, üretken olacağı, sosyal yaşamlarına da zaman ayırabileceği” ileri sürülüyor.

AKLA TAKILAN SORULAR…

       Her şeyin gayet tozpembe gösterildiği söz konusu haber ilk bakışta kulağa hoş geliyor. Ancak ilk şoku atlatıp bir de daha önce verilen benzer müjdelerin sonuçlarını göz önüne getiren her kamu emekçisi bu yeni müjde haberinde aşağıdaki soruların cevabının olmadığını görüyor.

      Çalışma saatlerim esnek olunca çalışma süreme bağlı mali ve sosyal haklarım olduğu gibi kalacak mı? Onlarda da bir esneme mi olacak? Örneğin fiili hizmet süremin, prim gün sayımın, derece yükselmesi ile kademe ilerlemesi için aranan sürelerin hesabında, bir değişiklik olur mu?

      Ya da çalışma süreme göre belirlenen haklarımda, örneğin yemek ücreti, servis, ek ödeme, ek ders ücreti, fiili hizmet süresi zammı (yıpranma payı) gibi haklarımda değişiklik olur mu?

       Esnek çalışmaya göre hangi saatlerde çalışacağıma ben mi karar vereceğim yoksa benim üstüm, amirim pozisyonunda olanlar mı? Ya da kurumun idarecisi mi?

       Pratikte her kamu emekçisinin kendi çalışma saatlerine karar vermesi deyim yerindeyse her kamu emekçisinin kafasına göre çalışma saatleri belirlemesi mümkün mü?

       Kimin hangi günlerde, hangi saatlerde mesai yapacağına karar verecek olan amirlerin, yöneticilerin kamu emekçileri arasında ayrım yapmaması, adil olması mümkün mü?

       Hangi saatlerde mesai yapacağıma kendim veya amirim-idarecim karar verecekse fazla mesai ücretim doğal olarak ortadan kalkmayacak mı?

        Mevcut durumda işçiler için esnek çalışma uygulanıyor. Denkleştirme çalışmasına göre bir işçi günde 11 saat, 6 günde haftada toplam 66 saat çalışsa bile fazla mesai ücreti alamıyor. Bunun yerine daha sonraki haftalarda çalışma süresi azaltılarak iki ay içersinde haftalık 45 saate denk getiriliyor. Bu iki aylık süre 4 aya kadar uzatılabiliyor. Yani işveren işlerin yoğun olduğu dönemde işçiyi fazla mesai ücreti ödemeden günde 11 saat, haftada 66 saat çalıştırabiliyor. İşlerin yoğun olmadığı zaman ise haftalık çalışma süresini düşürebiliyor. Kamu emekçileri için de aynı yol mu izlenecek?

KRİZ KAMUDA ESNEK ÇALIŞMANIN FIRSATI HALİNE GETİRİLİYOR!

        Aslında bu soruların cevabı “2.5 milyon memurun hayatı değişiyor’ manşetli haberin ilk cümlesinde yani “Yeni Ekonomi Programı’yla (YEP) birlikte kamu personel rejimi değişiyor”cümlesi ile verilmektedir.

          Bilindiği üzere hükümet tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) ülkede yaşanan krize önlem olarak açıklanan ve daha çok tasarrufları içeren bir programdır. Ve ne yazık ki bu ülkede ‘tasarruf’ ya da ‘kemer sıkma’ dendiğinde akla hep emekçi kesimlerin geldiği de bilinmektedir.

         Nitekim söz konusu programda başta “mali açıdan sürdürülebilirliği sağlamak ve kamu maliyesine olan yükü azaltmak amacıyla sosyal sigorta sisteminin yeniden düzenlenmesi’, kamuda hizmetin özelliğine göre esnek çalışma modellerinin uygulanması, işgücü verimliliğinin (yani iş yükünün)  arttırılması,  kamuda ‘yetenek ölçümü’, ‘tekrar yerleştirme’ ve ‘norm kadro’ çalışmaları yapılarak kamu sektörü ‘insan kaynağının ‘ödül ve performans sistemleri’ üzerinden yeniden düzenlenmesi, kıdem tazminatı fonunun kurulması,  bireysel emekliliğin 3 yıl zorunlu hale getirilmesi, sıcak para ihtiyacının İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları ile birlikte oluşturulacak ‘fon ekonomisi’ ile karşılanması, dışarıdan kaynak bulma hedefi ile Varlık Fonu kapsamındaki kurumların ‘ipotek’ edilmesi gibi düzenlemelere yer verilmesi tasarrufun yine emekçiler üzerinden, emekçilerin mevcut haklarının budanması üzerinde yapılacağını göstermektedir.

        Kısacısı ekonomide yaşanan/yaşanacak olumsuzluklara neden olanlar ne pahasına olursa olsun korunurken, krizde hiçbir sorumluluğu olmayan emekçilere krizin bedelini ödetmek için yoğun bir hazırlık yapılmaktadır.

     Bugün ‘müjde’ olarak sunulan kamuda esnek çalışma,  hükümet temsilcileri tarafından kamuda istihdamın daraltılacağına ilişkin yapılan açıklamalar, kamuda kadrolu-güvenceli istihdam sınırlanırken sözleşmeli-güvencesiz istihdamın yaygınlaşması, önümüzdeki süreçte alınacak 80 bin kişinin bile kadrolu olarak değil, maaşı İŞKUR tarafından-İşsizlik fonundan karşılanan Toplum Yararına Programlar (TYP) kapsamında çalışanlardan olması söz konusu hazırlığın adımlarıdır.

       Tüm bunlara bakıldığında hükümetin kamu çalışanlarına ‘müjde’ vermek gibi bir niyetinin olmadığı, aksine mevcut haklarını daraltmayı hedeflediği görülmektedir.

        Tüm kamu emekçilerini seçim öncesinde 3.600 ek gösterge sözü verip aradan üç ay süre geçmesine rağmen gereğini yerine getirmeyenlerin yeni “müjdelerine”, hele de krize çözüm olarak sunulan Yeni Ekonomi Programına bağlanan müjdelerine temkinli yaklaşmaya, hak kayıplarımızı artıracak düzenlemelere karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz.

                                                                                                                                                               YÜRÜTME KURULU

KRİZİN FATURASINI KRİZE YOL AÇANLAR ÖDEMELİDİR!

AKP’nin uyguladığı katıksız neoliberal politikaların kaçınılmaz olarak geldiği nokta krizdir. Bugün yaşanmakta olan kriz, göz göre göre, bağıra bağıra gelmiştir. Görünen yüzü tutuklu vatandaşları nedeniyle ABD ile restleşme olsa da asıl neden ranta dayalı ekonomik politikaların tıkanmasıdır. “Ekonomik savaş içindeyiz” diyerek 16 yıldır uygulanan sermayeye kaynak aktarmaya ve yatırıma dönüşmeyen, spekülatif büyümeye dayalı ekonomi politikalarının yol açtığı krizin nedenini çarpıtamazlar.

ABD ile son bir-iki hafta içinde yaşanan ve gerçek yüzünün tam bilinemediği gerginlikten çok öncesinden, AKP ve iktidar ortağı MHP dışında tüm kesimler tarafından bir ekonomik krizin, resesyonun geldiği yıllardır söylenmekteydi.

Yandaş medya sağırları, körleri oynasa da uzun süredir pazarlar yangın yerine dönüştü. Dolar bu kadar yükselmeden de patates, soğan, domates başta olmak üzere temel gıdaların fiyatları cep yakıyordu.

Bu kriz, küresel kapitalist bunalımın ve ülkedeki siyasal rejim krizinin bileşkesi olarak karşımıza çıkmıştır.

24 Haziran seçimleri sonrasında; ‘yeni rejimin ortaya çıkardığı belirsizlikler’, ‘24 ay süren OHAL hukuksuzluğunun kalıcılaşması’, ‘kamu kurum ve hizmetlerinde liyakat ve kanunilik ilkesinin terk edilmesi’, ‘genel olarak hukuk devleti ilkesinin yaygın bir şekilde ihlal edilmesi’ gibi koşullarda iyice kırılgan hale gelen ekonomi beklenen krize girmiştir.

460 Milyar dolara yükselen “döviz endeksli borçlanma”, son 15 yılın en yüksek gerçekleşmelerini yaşayan ve % 60 oranında sapma gösteren enflasyon ‘hedefi’, % 20’nin üzerine yerleşen faiz ve enflasyon göstergeleri, iki haneli işsizlik oranının yeniden artış eğilimine girmesi ekonomide yaşanan yapısal krizin göstergeleridir.

24 Haziran seçimleri için AKP’nin seçim ekonomisi uygulamaları, rekor düzeyde bütçe açıklarına neden olurken, üretim ve tüketimdeki dışa bağımlılık ise dış ticaret açığının giderek büyümesine, rekor seviyelere ulaşmasına yol açtı.

Ekonomiye duyulan güvensizlik son bir haftadaki ‘döviz krizi’ ile birlikte saman alevi gibi yayılıyor. Bu yangının alevi de samanı da AKP politikalarıdır.

AKP Genel Başkanı’nın bir hafta önce açıkladığı “100 günlük icraat metni” ve Hazine ve Maliye Bakanı’nın 10 Ağustos 2018 tarihinde açıkladığı “Yeni Ekonomi Modeli (YEM)” ekonomik krize yönelik bir çözüm sunmamaktadır. Bu modelde bol laf, bol şema dışında hiçbir yenilik yoktur. Yalan üzerine kurulu bir modelden emekçilere bir fayda gelmez. YEM’in en büyük yalanı “katılımcı” bir model olduğu iddiasıdır. Günlerdir sermaye ile toplantı üzerine toplantı yapılmasına rağmen bir kez olsun emekçilere tek bir soru sorulmamıştır. Bu model %1’in modelidir, içinde %99 yoktur.

Emekçilerin sorunlarına bir çözüm içermeyen ve sermaye açısından günü kurtarma amacında olan iktidarın planlarının ortalama ömrü bir haftayı geçememektedir.

Seçimlerden sonra hızlanan ve son bir hafta içerisinde şok etkisi oluşturan TL’deki “değersizleşme”; aslında AKP iktidarı boyunca yaşanan bir durumdur. Kamu emekçileri, emekliler, asgari ücretliler ve “işsizler” değersizleşen TL ile ücretlerini aldıkları için reel satın alma güçleri düzenli olarak azalmıştır. Bu azalış seçimlerden sonra ivme kazanmıştır. Çünkü enflasyon verileri % 20 bandına yerleşme eğilimdedir.

Dolar kuru 24 Haziran seçimleri sonrasında % 33 artış göstermiştir. Bu oran saat saat yukarı doğru seyir izlemektedir.

10 Ağustos Cuma günü yaşanan “TL değersizleşmesi” tek başına % 20’lere varmıştır. 2018 yılı başından bu yana Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) 150’den 440’a kadar yükselmiştir. Bu yükselişin % 33’ü seçimlerin sonrasındadır. Yakın dönem borçların çevrilmesi sorununa işaret eden bu veri krizin ne kadar kontrolden çıktığını da göstermektedir.

Döviz kurlarında yaşanan hızlı yükseliş; dövizle borçlanmış yurttaşları, firmaları ve kurum/kuruluşları borç çevriminde krize sokmaktadır. İşçiler, kamu emekçileri, emekliler ve işsizlere yansımaları ise çok boyutlu olmaktadır. Tedbir alınmaması halinde döviz kurlarındaki artışın sonucunda bugüne kadar gerçekleşen enflasyon ve faiz artışlarında ivmenin daha da hızlanması olasıdır. Tarihte ve mevcut durumda örnekleri yaşanmış hiper enflasyon durumuna gidiş söz konusudur.

AKP iktidarının yıllardır “enflasyon farkı” adı altında “sabit ücretlileri” yandaş sendikaların işbirlikçiliği ile yoksullaştırdığı bilinmektedir. Yaşanan krizin etkisiyle “daha yüksek” veya “hiper” enflasyon durumunda bu yoksullaştırma eğiliminin hızlanacağı bilinmelidir. Enflasyon farkı almak reel zam almamaktır. Ayrıca enflasyon farkının enflasyon yaşanan dönemde değil sonrasında verildiği görülmelidir. Yani enflasyonu peşin yaşayan emekçiler “farkını” izleyen dönemde geciken bir şekilde almaktadır.

Enflasyonun hızlı bir şekilde yükselmesinin emekçilere olumsuz etkileri sadece reel ücret zammı alamamaları şeklinde olmamaktadır. Bu ana olumsuz etkiye ek olarak, gelirlerinin önemli bir bölümünü kira, gıda ve ulaşım gibi kalemlere harcayan emekçiler daha da yoksullaşmaktadır.

Kamu emekçilerinin yılbaşından bu yana döviz kuru etkisiyle kayıpları Dolar bazında % 18, Euro bazında % 11 olarak gerçekleşmiştir. Emekliler için kayıp Dolar bazında % 37 iken, Euro bazında ise % 32 oranındadır. En büyük kayıp sabit ücretli olan asgari ücretlilerde yaşanmaktadır. Temmuz ayında ortaya çıkan “enflasyon açığı” nedeniyle asgari ücretlilerin kaybı dolar bazında % 42 ve Euro bazında ise % 37’dir.

Emekliler ve asgari ücretlilerdeki yoksullaşma diğer emekçi gruplarına göre daha derindir. Gelir düzeyi düşüklüğü yoksullaşma oranını arttırmaktadır.

Siyasal iktidar halkın tümünü yoksullaştıran, gelir dağılımında adaletsizliği derinleştiren enflasyonu ve faizi arttıran politikalara derhal son vermelidir.

16 yıldır kendi gemilerinde, “gemiciklerinde” sefa sürenlerin şimdi “aynı gemideyiz” demelerinin nedenini biliyoruz. Krizin faturasını emekçilere ödetmek isteyen söylem ve girişimlere emekçilerin karnı toktur.

İktidarın şu an içine girdiği krizi yönetebilmek için daha çok otoriterleşme tutumu krizi derinleştirmekten öte bir sonuç doğurmaz.

Hamasi nutuklara, “savaş” naralarına son verilmeli, ‘döviz krizinin’ olumsuz etkileri nedeniyle ortaya çıkan gelir kayıplarının azaltılması için acil bir eylem programı açıklanmalıdır.

Olası işten atmalara karşı işten çıkarmaların yasaklandığı ilan edilmelidir.

Türkiye’deki ekonomik krizin hukuk ve demokrasi krizinden bağımsız olmadığı görülmelidir. Tek adam rejimi sürekli kriz hali demektir. Cumhuriyet rejimi demokratikleşmediği sürece bir kriz bitse de yeni krizler yaşanacaktır. Kapitalizmin kendisi krizlere gebedir ve nihai krizi çöküştür. Emekçiler çöküşün altında kalmamak için sınıfsal mücadeleyi yükseltecektir.

Bu nedenle KESK olarak aşağıdaki taleplerimizin acilen hayata geçirilmesini talep etmekteyiz.

    İç ve dış politikada çatışma ve savaş söylem/pratiği terk edilmeli ve barış politikası savunulmalıdır. Barışın refah ve huzur getirdiği, savaşın yıkım ve yoksulluk getirdiği görülmelidir. Savaş sadece silah tüccarlarının arzu edebileceği ve tüm halklara zararı olan bir politik tercihtir. Türkiye’nin refahı barıştadır. Krizden çıkış barışın tesisiyle mümkündür.
    Kamu kurumlarında evrensel hukuk hükümleri, anayasa ve yasalarla koruma altında olan haklara yönelik saldırılar derhal durdurulmalıdır. OHAL fırsatçılığıyla hukuksuzca ihraç edilen kamu emekçileri derhal işlerine iade edilmeli, geriye dönük tüm kayıpları karşılanmalıdır.
    Kamu hizmetlerinde, atama ve terfilerde, disiplin hükümlerinin uygulanmasında “olağan hukuka geri dönülmelidir”. OHAL rejimi ihraçları, kayyumları, medya gaspları vb. tüm sonuçları ile ortadan kaldırılmalıdır. Yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkesi yeniden tesis edilmelidir.
    2018 ve 2019 Yıllarını Kapsayan 4. Dönem Toplu Sözleşmede, ücret hükümleri önceki enflasyon gerçekleşmesi, yeni enflasyon hedefi ve son döviz krizi nedeniyle geçersizleştiğinden güncel ve reel değerlere göre yeniden düzenlenmelidir. Geriye dönük kayıplar karşılanmalı, enflasyon hedefinin üzerinde gerçekleşen enflasyon verileri dikkate alınmalı, reel kayıplarımız karşılanmalı, büyümeden pay verilmelidir.
    Döviz kuru etkisi nedeniyle benzin ve mazotta ÖTV üzerinden uygulanan “zamların yansıtılmaması” uygulaması özellikle ilaç fiyatlarındaki belirsizliğin gittikçe artan düzeyde halk sağlını tehdit eder düzeye geldiği gözetilerek sağlık gibi alanlarda da uygulanmalıdır.
    Kamu kurum ve kuruluşlarında liyakatsiz, yandaş ve israfa yol açan yönetim anlayışı derhal terk edilmeli ve kanun dışı harcamalar idarecilere rücu edilmelidir.
    Varlık fonu, Kredi Garanti fonu, Savunma Sanayi Fonu gibi kamuoyu denetimi dışına “kaçırılmış” uygulamalar sonlandırılmalı ve derhal kamuoyu denetimine açılarak kamusal hizmet ve üretim amacıyla kullanılmalıdır. Varlık fonu adı altında yapılan harcamalar sorumlulara rücu edilmeli ve geçen süre içerisindeki faaliyet raporu kamuoyuna açıklanmalıdır.
    “Saray” rejimine yönelik devasa bütçe, örtülü ödenek ve kanun dışı mali kaynak kullanımı derhal durdurulmalıdır.
    Kamudaki “taşıt ve bina kiralama” işlemleri azaltılmalı, var olanlar kamuoyu denetimine açılmalıdır.
    İşsizlik sigortası fonu sadece işsizlere verilmelidir. İşsizliğin artışı engellenmelidir.
    Rantçı sermayeyi destekleyen “yatırım ve istihdamı arttırmayan” teşvik sistemi lağvedilmelidir. İstihdam ve üretim artışı sağlayacak adımlar atılmalıdır.
    Vergi sistemindeki adaletsiz bölüşüme son verilmeli ve dolaylı vergilerin payı azaltılmalıdır. Rant, faiz ve sermaye gelirleri vergilendirilmelidir.

Yaşanan krizin faturasının emekçilere, emeklilere ve işsizlere çıkarılmasına izin vermeyeceğiz. Kemer sıkma amacıyla “acı reçete” peşinde olan iktidar cenahını uyarıyoruz. Çözüm ve reçete arayışında iseniz emekçilerin temel taleplerini dikkate alın.

OHAL’i aşan rejiminizle hak arama mücadelemizi engelleyeceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Fiili ve meşru mücadele içinden gelen ve aynı anlayışla yoluna devam eden emekçiler faturayı krize yol açanların ödemesi için mücadelesini yükseltmekten geri durmayacaktır.

Tüm emek ve demokrasi güçlerini krizi yaratanların krizin faturasını emekçilere, ezilenlere çıkartma girişimlerine ve saldırılarına karşı hızla harekete geçmeye ve birlikte mücadeleye yürütmeye çağırıyoruz.

ENFLASYON %9,17 MAAŞ ARTIŞ ORANI %8,67

Henüz bir yıl üzerinden geçmemiş olmasına rağmen Yetkili Konfederasyon ve İş kolu sendikalarının Toplu İş Sözleşmesini nasıl bir öngörüsüzlükle imzalanmış oldukları ortaya çıkmıştır.

4.Dönem Toplu İş Sözleşmesi gereğince 2018 ikinci altı aylık maaş artış oranı %3,5’dir.

Tartışmalı enflasyon sepeti verilerine göre 6 aylık enflasyon oranlarının %9,17 olduğu ekonomik şartlarda emekçilere %8,67’lik bir oranın lütuf olarak sunulması ve tüm basın yayın organlarından haberleştirilmesi mutfaktaki yangını gizleyemeyecektir.Neden 6 aylık enflasyon %9,17 iken maaş artış oranı %8,67’dir?

Ayrıca yılın ikinci 6 ayında VERGİ DİLİMİ ’ne girilmesinden dolayı Gelir Vergisi oranının artması ile ayrıca emekçilerin maaşlarında kesintiler yapılmaktadır.

TÜİK’in altı aylık enflasyon rakamlarını açıklaması ile Kamu görevlileri ile emeklilerin aylıklarına 2018’in ikinci 6 aylık dönem için yapılacak maaş artış oranı netleşti.

4.Dönem Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine göre 2018 yılının ilk altı aylık dönemine ilişkin enflasyon artış oranı %4’ten fazla çıkan kısmı 1 Temmuz 2018 tarihi itibari ile yapılacak %3,5 oranındaki maaş zammına eklenecek.

Bu gün açıklanan Haziran 2018 ayı enflasyon rakamlarına göre, Altı aylık enflasyon artışı %9,17 olarak gerçekleştiğinden, %4’ten fazla çıkan %5.17’lik kısım maaşlara enflasyon farkı olarak yansıyacaktır.

1 Temmuz 2018 tarihinden geçerli maaş zammı oranı %3,5+%5,17=%8,67 olacak