KÜLTÜR, SANAT VE TURİZM EMEKÇİLERİ GERÇEK TEMSİLCİLERİNİN KİM OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLMEKTEDİR!


AKP hükümetinin 12 yıllık iktidarında eğitim ve sağlıktan kültür ve sanat alanına kadar, bütün alanlarda yürütülen “piyasalaştırma” uygulamaları, tarihi eserlerin, müzelerin, sanat kurumlarının nasıl bir yağma ve talan siyaseti ile denetim altına alındığı bilinmektedir. Toplumsal yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, kültür, sanat ve turizm alanında da siyasi iktidar eliyle hayata geçirilen piyasacı uygulama ve girişimler, yıllardır yaşanan çürümeyi derinleştirmiştir.

Siyasal iktidarın yıllardır “Devlet eli ile tiyatro olmaz, özelleştireceğiz” sözü ile özerk ve tüzel kişiliğe sahip yapılar olan ödenekli sanat kurumları, adeta halkın gözünde itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Sanat kurumlarına ait binalar ya satılmış ya da tadilat yapılacak bahanesiyle boşaltılarak kendi kaderine terk edilmiştir.

Yıllardır halk kütüphaneleri yok edilmeye çalışılmakta, müze ve ören yerleri ticarileştirilerek piyasaya sunulmaktadır. Basında 02.06.2014 tarihli haberde yer alan “İstanbul’un zam şampiyonu müze giriş ücreti” haberinin manşette yer alması,  müze giriş ücretlerinin %20 oranında artması bir eğitim kurumu olan müzelerin nasıl ticarileştirildiğinin açık bir göstergesidir. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü tarafından, 13.09.2010 tarihinde 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51. Maddesinin (g) bendi uyarınca pazarlık usulu ile yapılan “Müze ve Örenyerleri Gişelerinin İşletimi , Giriş Kontrol Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İşi İhalesi”nin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemli, sendikamız dava açmış ve bu dava halen devam etmektedir. Hükümetin sanata yönelik doğrudan ve dolaylı müdahaleleri bütün hızıyla sürerken, yandaş basın aracılığı ile kültür ve sanat kurumları itibarsızlaştırılmaya çalışılmakta,  kültür turizm ve sanat kurumlarında ihtisas alanları ile ilgili olmayan atamalar ve siyasi kadrolaşma uygulamaları bütün hızıyla yaşanmaktadır. 

Siyasal iktidarın kamuya ve bir bütün olarak yaşam alanlarımıza tamamen hâkim olma isteği, kültür ve sanatta da kendini göstermiş, hükümetin kültür ve sanata yönelik faaliyetleri fiili dayatmalar son yıllarda belirgin bir şekilde artmıştır. Özgür, özerk ve bağımsız sanat, baskıyla, sansürle, tehditle sindirilip, TÜSAK gibi saldırılar tüm hızıyla sürerken, 12 yıldır bütün baskılara ve engellemelere rağmen hizmet kolunda yetkili sendika olmayı başaran sendikamız Kültür Sanat Sen siyasi iktidarın öncelikli hedefi haline getirilmiştir. 

Geçtiğimiz yıllarda hükümetin, merkezi ve yerel idarecilerin baskı ve yönlendirmeleri ile hükümet güdümlü sendikalar, 11 hizmet kolunun 10’unda yetkili olmalarına karşın, kültür, sanat ve turizm işkolunda bütün baskı, yıldırma, sindirme ve tehdit politikalarına rağmen genel yetkiyi Kültür Sanat Sen’in elinden almayı bugüne kadar başaramamışlardır. Ancak özellikle son bir yıl içinde hükümet güdümlü yandaş konfederasyon ve onun hizmet kolumuzda örgütlü sendikası yetkili olmak için her yola başvurmuş, bu anlamda gerek bakanlık düzeyindeki her kademede gerekse taşrada yönetim birimlerinde olağanüstü baskılar oluşturmuşlardır. Son dönemde hükümetin kültür ve sanat alanına yönelik anti demokratik girişimlerine sessiz kalarak destek verenler, yandaş sendika kendi sendikalarına üye olmayan kültür, sanat ve turizm emekçilerine yönelik baskı ve yıldırma politikalarını belirgin bir şekilde arttırarak, yetkinin son gününde yapılan üyeler ile 2014 yılında yetkili sendika olabilmişlerdir.

Kültür Sanat Sen, yıllardır izlediği mücadeleci sendikal çizgisi ve toplusözleşme kazanımları ile asıl yetkiyi hizmet kolumuzda çalışan kültür, sanat ve turizm emekçilerinden almıştır. Dolayısıyla bugün hizmet kolumuzda resmi olarak hükümet yandaşı sendikanın yetkili olması, yıllardır benimsediğimiz mücadeleci sendikacılık anlayışında herhangi bir değişiklik yaratmayacaktır.  

Sendikamız, gerek hizmet kolumuzda yaşanan gelişmeler, gerekse 18 bini aşkın kültür, sanat ve turizm emekçisinin ekonomik, demokratik ve özlük sorunları ile ilgili olarak bugüne kadar ortaya koyduğu mücadeleci ve direngen tutumu bugünden sonra da aynen ve kararlılıkla sürdürecek, siyasi ve idari baskılara karşı örgütlü gücüyle karşı koyacaktır. Bizlerin ve üyelerimizin bu konuda en küçük bir tereddüdü ya da korkusu yoktur.

2014-2015 yıllarına ilişkin Toplu Sözleşme görüşmelerinde Memur Sen enflasyon farkını almamış ve TÜİK verilerine göre enflasyon 9.66 olmuştur. 2014’ün ilk altı ayında enflasyon karşısında 60-200 lira arası emekçilerin kaybı olacaktır. Her fırsatta iktidarın yanında olduğunu kamuoyuyla paylaşmaktan çekinmeyen yandaş konfederasyonun ve bileşenlerinin yapacakları yaptıklarının teminatıdır. 

Yıllardır hükümetin anti-demokratik uygulamaları karşısında sesini çıkarmayanların, siyasi iktidarın baskıcı, otoriter ve taleplerimizi yok sayan uygulamaları karşısında kafasını kuma gömenlerin kültür, sanat ve turizm emekçilerinin mevcut haklarını koruması ve yeni haklar kazanmasının ne kadar mümkün olacağını kamuoyunun takdirine bırakıyor, sendikal mücadelede sadece yetkili olmanın bir anlamının olmadığını, asıl önemli olanın etkili ve mücadeleci bir sendikacık yapabilmek olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Kültür Sanat Sen olarak, kültür, sanat ve turizm emekçilerinin mücadelesini ve umudunu canlı tutmak, bütün kültür, sanat ve turizm kurumlarında somut talepler üzerinden mücadeleyi yükseltmek, sendikamızın önümüzdeki dönemde en temel hedeflerinden birisi olacaktır. Gezi direnişine rehber olan “Birleşe birleşe kazanacağız” sözü, tüm kültür, sanat ve turizm emekçilerinin, hepimizin mücadele kılavuzudur.

                                                                                                                                                                                  KÜLTÜR SANAT-SEN MERKEZ YÖNETİM KURULU

27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Türkiye’nin eğitimde, sağlıkta, kültür ve sanat alanında büyük bir basınçla içine itilmeye çalışıldığı derin karanlığa karşı sanatın işlevi, anlamı ve öneminin her geçen gün daha da arttığı bir dönemde, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyoruz.

Bir ülkede kültür ve sanata verilen değer, o ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Kültüre ve sanata yönelik piyasacı ve gerici müdahalelerin son yıllarda belirgin bir şekilde artmış olması dikkat çekicidir. Kültür ve sanatı “boş işler” görüp küçümseyen mevcut çağdışı zihniyet, Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve sanatsal değerlerini gerçek dışı bilgilerle yozlaştırıp, manipüle ederek, toplumu derin bir karanlığın içine çekmeye çalışmaktadır.

Ülkemizde sanatın, sanatçının gelişmesi ve özgürleşmesini engellemek isteyenlere karşı Kültür Sanat Sen olarak yürüttüğümüz kararlı mücadele sürerken, kamu hizmetlerinin bütün alanlarında olduğu gibi, bütün kültür ve sanat alanlarında görev yapan sanatçılarımız esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışmak zorunda bırakılması kabul edilemez.

Bugün Devlet Tiyatroları, yasalarına rağmen fiilen işleyemez hale getirilmeye çalışmakta, sanatçılarımıza esnek ve angarya çalışma koşulları dayatılmaktadır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, yıllardır fedakârca sanatlarını icra etmek isteyen sanatçılarımıza “belirli süreli hizmet sözleşmesi” uygulamasının dayatılması kabul edilemez bir durumdur.

Ankara’nın eski tiyatro salonlarından Şinasi Sahnesi ve Akün Sahnesi AKP’nin kültür ve sanata yönelik saldırılarından nasibini almıştır. Devlet Tiyatroları’na bağlı olan ve halen faaliyette olan bu iki sahnenin de içinde bulunduğu 13 katlı bina satışa çıkarılmıştır. Bu girişimi, sadece adı geçen sanat mekânlarının satılması ya da yağmalanması olarak değil, bütün ülkenin pazarlanmasının bir parçası olarak görmek gerekmektedir.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü kutladığımız bugünlerde, eğitim ve sağlık alanında yaşanan ticarileştirme sürecinin bir benzeri tiyatrolarımızda ve sanat kurumlarımızda yaşanmaktadır. Devlet Tiyatrosunun kuruluş amacı topluma bir şey satmak değil, ona sanatı kazandırmaktır. Bugüne kadar yapılmaya çalışıldığı gibi ucuz ve pazarlamacı bir kültür-sanat politikası ile tiyatro sanatını özüne uygun bir şekilde geliştirmek mümkün değildir. Bu nedenle tiyatro emekçilerinin emeği ve sanatının ucuzlatılmasına, “misafir sanatçı” gibi ucube çalışma ilişkilerinin yaygınlaştırılmasına seyirci kalmamız beklenmemelidir.

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve ayrıca Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı Orkestra-Koro ve Topluluklar bünyesinde sahne üzeri ve sahne gerisinde görev yapan “geçici süreli sözleşmeli personel” adı altında personel çalıştırılmaktadır. Bu arkadaşlarımız, sanatkâr memur, sanat uygulatıcısı ve sahne uygulatıcısı pozisyon unvanlarındaki personelle aynı görevi yaptıkları halde, 375 Sayılı KHK’nın Ek 7. Maddesi ile geçici süreli sözleşme ile her yıl için azami on ay çalıştırılmakta ve sözleşmeleri her yıl yenilenmektedir. Kadrolu sanatçılarla aynı işi yapıp aynı sahneyi paylaşmalarına rağmen misafir sanatçılarımıza böylesi bir ayrımcılık yapılırken, onların sendikalı olma hakkını da gasp etmeye çalışmaktadır. Ancak meydan boş değildir, “geçici süreli sözleşmeli personel” uygulaması ile sanat kurumlarında istihdamı esnek ve güvencesiz hale getirmeye çalışan zihniyete karşı mücadelemiz kararlılıkla sürecektir.

Kültür Sanat Sen olarak taleplerimiz;

 Genel bütçedeki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın payı en az Diyanet Başkanlığı’nın payı kadar olmalıdır.
 Ödenekli sanat kurumları katkı payları ile amatör ve özel tiyatrolara verilen mali destek artırılmalıdır.
 Sanat kurumlarının yasalarına dokunulmamalı, sanat alanındaki örgütlerle işbirliği artırılmalıdır.
 Sanatın özgür ve özerk olabilmesi için siyasi müdahaleler yapılmamalıdır, bu kurumların mevzuatları kendileri tarafından hazırlanmalıdır.
 Kadrolu, iş güvenceli, sendika hakkı olan kadrolu istihdam biçimi benimsenmelidir. 
 Sanat mekânları ivedilikle halka ve sanata açılmalı, yeni sanat ortamları için yatırım yapılmalıdır.
 Okullarda sanatın çeşitli dalları mutlaka ders olarak yer almalıdır.
 Sanatkârların özlük ve mali hakları yeninden düzenlenmeli ve devlet tiyatrolarını özelleştirme sevdasından vazgeçilmelidir. 
 Sanatkârlar idari sözleşmeli olarak bir defa sözleşme yapmalı, misafir sanatçı uygulamasına son verilmelidir. 
 Hiçbir yasal dayanağı bulunmayan performansa dayalı çalışma uygulamalarına derhal son verilmelidir.

Kültür Sanat Sen olarak, yaşadığımız tüm sorunlara rağmen tüm kültür ve sanat emekçilerinin, sanatçılarımızın 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü en içten dileklerimizle kutluyoruz. Tiyatro perdelerinin daima bağımsız, özgür ve özerk sanat için açılacağı günleri birlikte yaratmak için herkesi dayanışma içinde olmaya ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz.

TÜSAK PROVASI !..

TÜSAK PROVASI !..

Zorlu Center’da sahnelenen ‘’La Boheme’’ Operası TÜSAK yasa tasarısının provasıdır!
Royal Opera House prodüksiyonu olarak reklamı yapılan proje, ticari karlılığa dayalı özel girişimin ‘’sanat’’anlayışının tipik bir örneğidir.  Fahiş bilet fiyatlarına rağmen üç beş kuruşluk kaşelerle ve ‘’bedava’’ mantığıyla toparlanan ekiplerle sahnelenmeye  çalışılan eserde kalite, sanatsal etik, sanatçı hakları ayrı ayrı tartışma konusudur. Projede yer almayı kabul edenlere yönetilen eleştiriler elbette önemli ama bu iç hesaplaşmaların  projenin genel anlamını gölgelemesine izin verilmemeli.

TÜSAK yasasına özel sektörün opera ve bale gibi kapsamlı ve maliyetli prodüksiyonlara yatırım yapmayacağı gerçeği ile karşı çıkanların savı bu örnekle  çürütülmeye çalışılacaktır. Devlet Operaları, Tiyatroları, Senfonileri, Koroları  olmadan da bu sanatların yapılabileceğinin göstergesi olarak değerlendirilecek. Bakanlığın bu kurumlara ayırdığı prodüksiyon maliyetleri, sanatçı maaşları, ekipman ve mekan  giderleri, turne masrafları, gibi pek çok kalemi içeren sürekli gider  bütçelerinin  gereksizliğine kanıt olacaktır.

İşte TÜSAK yasası tam da bunu söylemektedir: Devlet kurumlarını küçült (giderek yok olur), sanat aktivitelerini  proje bazında özele aç, para bulan ekip kursun projesini gerçekleştirsin. Bakanlık da sempatisi (!) oranında bir miktar destek versin. 

Bu hesapta, günlerdir camiada tartışılan  kalite kaygısı yoktur, ‘’bilet alamayanların haklı olarak yakındığından anlaşıldığı üzere sanatı geniş kitlelere ulaştırma çabası yoktur,daha şimdiden, görev alanlar, kabul etmeyenler ikileminin böldüğü sanatçıların sanatsal dayanıklılıklarıyla ilgili bir planlama yoktur, sanatçıların uzun vadeli olarak  mesleklerini yapabilme olanağı yoktur, bu prodüksiyonda para almadan  bile sahneye çıkanlar olduğuna bakarak açıklıkla anlaşılıyor ki, emeğin kar amacına kurban edildiği bir uygulamadır.

Bu hesapla kurutulan kurumlara öğrenci yetiştiren okulların varlık nedeni  de böylece ortadan kalkmaktadır. 
Kısaca sanat sanat olmaktan çıkartılıp düşük maliyetle yüksek kar getirecek  mal üretim alanlarına dönüşecektir.

Bu konudaki kalite, izleyicinin beğeni düzeyi, sanatçıların yetkinlikleri, hak, hukuk tartışmaları ne yazık ki, durumun vahameti  penceresinden bakıldığında  bu aşamada camiayı ayrıştırmaktan, bölmekten, birbirine düşürmekten başka işe yaramayacaktır.
İşte Zorlu Center’ın Royal Opera House soslu ‘’La Boheme’’i, bu yolun ilk kilometre taşıdır. Yasa çıkmadan yol yapımına başlanmıştır. Ne yazık ki bu yol sanat alanlarını gelişmeye, yaygınlaşmaya, yücelmeye değil , ‘’yaptık oldu’’ mantığının sığ ve çürük zeminlerine itecektir.

ÜLKEMİZDE SENDİKA İŞÇİLERDE DİSK,MEMURLARDA KESK’TİR

Çeşme Belediyesi Toplu İş Sözleşmesi’nde Ücret ve Sosyal Hak Sevinci.

Çeşme Belediyesi ile Sendikamız arasında imzalanan toplu sözleşmede bir işçinin taban ücreti ortalama % 100 artışla 105.00 TL’ye, çıplak maaşı ise net 3 bin TL’ye yaklaştı. DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’ın hazır bulunduğu imza töreninde sendika ve belediye yöneticileri ile çok sayıda üyemiz olan belediye işçisi hazır bulundu.

DİSK ve Sendikamızın Genel Başkanı Kani Beko, Çeşme Belediyesi ile imzalanan toplu sözleşmenin tüm ülkeye örnek olması gerektiğini söyleyerek, belediye başkanı Muhittin Dalgıç’ı böyle bir sözleşmeye imza attığı için yürekten kutladığını belirtti. Beko, imzalanan toplu sözleşmenin diğer sözleşmelerle kıyaslandığında rekor düzeyde bir artış içerdiğini ve toplu sözleşmeye eklenen ‘Kadına Yönelik Şiddet’ içeren bir maddeyle kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılarak eşine şiddet uygulayan erkeğin maaşının 6 ay boyunca şiddet gören eşe verileceğinin altını çizdi.

Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç ise, kendisinin emeğin yüce değerinin bilen bir insan olduğunu belirterek, “Emek veren arkadaşlarım şunu bilmelidirler ki; bu artış, bu kurumun imkanları dahilinde verilmiştir. İnsanca yaşamanın gerektiği maddi yapıyı, iş barışını ve niteliklerini sağlamakla yükümlüyüz. Ben çalışan arkadaşlarımı her zaman kendi ailemden bir birey olarak görmüşümdür. İşçi arkadaşımın yaşadığı sıkıntı ne ise bende aynısını yaşıyorum” dedi.

Toplu sözleşme töreninden hemen sonra Beko ve Dalgıç işçilerle birlikte yemek yiyerek halay çektiler.

FAZIL SAY ÇOK NET AÇIKLAMIŞ…

“Ben Boğaziçi Caz Korosunu severim. Beğenirim. Beraber yapmak istediğim işler de var (Yeni Şarkılar da bir caz vokalli Can Yücel parçası) Şefleri Masis son derece yetenekli, üretken , hedefleri olan, çalışkan bir müzisyendir.Koroda da fevkalade iyi sesler mevcut. (En son Bodrumda bir konserde dinlemiştim) Koronun Gezi sırasındaki yaratıcı sempatik parçası da ayrıca akıllarımızdadır hep… Burada ciddi bir tartışma olmuş, pek çok dostumuz da burada söz sahibi olmuş…Dostlar bence burada bu tartışmayı kapatalım.

Caz korosu kanımca, bu Zorlu Center LA BOHEME Operası projesinde 3 ciddi hata yapmıştır… (ki hata her zaman olur, yeter ki tekrarlanmasın ve düzeltilme şansı olsun)

1- Zorlu’da para almadan bu işi yaptıklarını çok üstüne basarak anons ederek , nacizane, kanımca, kendi bindikleri dalları kesmişlerdir. (Zorlu konser bilet fiyatları NewYork Paris ile neredeyse aynı, yani kim kime niye böyle bir iyilik yapıyor anlamış değil kimse), Bu Koro, Bir daha hangi festivalden ve hangi organizasyondan 1 lira daha fazla isteyebilir?, 15-20 kişilik koronun uçak otel masrafı bir daha karşılanır mı, ciddiye alınırlar mı onu bilemedim..

2- Türkiye’de aldıkları eleştirilerin çoğu Opera camiasından. Bilindiği gibi, 20-30 yaş grubu neredeyse iki nesil şancımız işsiz.

Türkiyede kadro yok. Bırakın parasını,hakkını , mesleklerini icra edip gönüllerini doyuracak durumda değiller: ki onları da anlamak lazım, ne çok isterlerdi değil mi?

Bu insanların (ki aralarında pek çok eşsiz yetenekli, çok iyi sesli genç operacılar da var) dertlerini anlamak lazım.

Burada aslında Caz Korosu , Klasik Opera sanatının eğitimini görmüş, emek vermiş meslektaşlarına yol açmalıydı. Türkiyedeki çok ciddi sanatsal ve kurumsal krizlerin önüne dayanışmalarla geçilebilinir. yani daha da açıkçası,

“Zorlu Center, filanca piyanistden keman çalmasını istedi diye o piyanist bir dahaki konsere keman çalmasın! bilmediği işi yapmasın, ama , mesela Zorlu’ya bir kemancı tavsiye etsin”… Diyebilelim..

Gençler her şeyin iyi yapanını öne çıkarabilmeli, paylaşımcı olmalı. Boğaziçi Caz korosu değerlenirdi bu tavır ile…

3- Zorlu’nun bilet fiyatlarını realistik bulmuyorum. Türkiye’deki kültür sanat yatırımı açısından. Bu sadece zenginlerin eğlencesine dönecek bir iki yıl içinde…

İnsanlara ulaşan fikirleri severim, Zorlu konusunda hayli hayal kırıklıklarım oluşmuş durumda. Türkiye için bir şeyler yapılmalı , çocuklar için, gençler için..

Bir konser salonu sahibine para kazandırma makinesine dönüşünce bütün bu “aydınlanmacılık” sona eriyor kanımca…

Bir de detay; Ciddi bir “içindeki müzik ne*” sorusu oluşturan şef, Cem Mansur’un yönettiği bir La Boheme ise emin olun biraz Müzik bilen bir insanın o paraları vermesine cevap olamayacaktır…

Bu da kanımca üçüncü hata.”

Fazıl SAY

MÜZELER HAKKINDA BASIN AÇIKLAMAMIZ

MÜZELER

Müzeoloji, müzeyi bir kültür merkezi olarak algılar ve tanımlar. Müzeler, rahatlama, keyfalma, yaşayan, aynı zamanda bilgilendiren kurumlardır. Müzelerde temel taşlar, tarih bilgisi, tarih kültürü, felsefi bakışlar ve eğitimsel düşüncelerdir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın mevzuatında müzeler için “dünya görüşünü geliştirmede tesirli olan daimi kuruluş” denilse de, müzeoloji bilimini sadece “yaftalık kemik, taş ve fosil parçaları, erotik heykeller” olarak gören, tarihin karanlıklarına gömülmüş olan Ortaçağ zihniyeti yeniden canlandırılmak isteniyor. Bu zihniyet insanı insan yapan başlıca iki unsura, sonunu düşünmeden müdahale ediyor, bilime ve sanata. Müzelerde çalışan emekçiler yorgun ve suskun. Kendileri gibi düşünmeyen müzecilere baskı yapılmakta, mobbing uygulanmaktadır. Soruşturma açarak hukuka aykırı cezalar verilmekte, ihtisas elemanları tasfiye edilerek ileride yapılacak özelleştirmeye yönelik müzeler, zayıflatılmaya çalışılmaktadır. 
Son günlerde Marmaris, Kahramanmaraş, Diyarbakır, Bergama, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürleri, Eskişehir Koruma Bölge Kurulu Müdürü görevlerinden alınmıştır. Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü kadroları görevde yükselme sınavına tabii olmadığı için hülle yoluyla müdür atanmakta ve kurul müdürlükleri kadrolaşmanın basamağı olarak kullanılmaktadır.

MODERNİSAZYON İHALESİ

Sayın Bakan “müze ve ören yerlerinin gişe ve işletmelerinin modernizasyonuyla hem ziyaretçi sayısında hem de gelirde yüksek artışlar sağlandığını” söylemektedir. Bunu söylerken müze ve ören yerleri gişelerinin modernizasyonun nasıl ve kimler tarafından yapıldığını açıklamamaktadır. Oysa Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2010 yılında 48 müze ve ören yeri gişesini, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na göre yapılması gerekirken, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 51. Maddesinin 9. Bendi uyarınca pazarlık usulü ile ihale ederek kamuyu büyük zarara uğratmıştır. 2012 yılında müze gişe modernizasyon ihalesi kapsamındaki 48 müze ve ören yerinden 247 milyon liralık gelir elde edilmiştir. Bu rakam ülke genelindeki müze ve ören yerleri gelirlerinin yüzde 88’ini kapsamaktadır. Kapsam dışı müze ve ören yerlerinin geliri ise 33 milyon liradır. Bu girdi ülke genelindeki müze ve ören yerlerinin yüzde 12’sini teşkil etmektedir. 
Şimdi Sayın Bakana soruyor ve açıklama bekliyoruz: Gişe modernizasyonu ihalesi kapsamındaki müze ve ören yerlerinden elde edilen 247 milyon liralık girdinin ne kadarı devlet kasasından alınarak Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TURSAB)’ın kasasına aktarılmıştır?

AYASOFYA TEKLİFİ

Yine son günlerde Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesi “yüksek sesle” dillendirilmektedir. Oysa Danıştay “Ayasofya’nın İstanbul’un en önemli tarihi parçası ve ortak miras olduğu, bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığına” karar vermiştir. Danıştay’ın kararına rağmen Atatürk’ün kurmuş olduğu bir kurumun başkanlığını da yapmış olan bir bilim insanı (!) milletvekilinin, Ayasofya’nın ibadete açılması için kanun teklifi vermesi oldukça düşündürücüdür.

MARMARAY AFİŞİ

“Marmaray projesi hakkında ülkemizin ve tarihimizin en görkemli projelerinden birinin gerçekleşmesi sürecinde tarihe saygı duyulduğunu 35 bin eserin kayda girdiğini, dünyanın en verimli ve büyük arkeolojik çalışma olarak tarihe geçtiğini” belirten Bakan; Marmaray kazılarının Marmaray projesini 5 yıl geciktirdiğini belirten Ulaştırma Bakanlığı tarafından çıkartılan afiş karşısında suskun kalmıştır. Marmaray projesi dâhilinde yapılan arkeolojik kazılardan Anadolu ve İstanbul’un kültürel değerlerine katkısından dolayı övgüyle bahsedilmesi gerekirken, Yenikapı İstasyonu’na konulan TCDD, AYEM ve Ulaştırma Bakanlığı logolu tabelada arkeologların suç işlemiş gibi gösterilmesi, AKP zihniyetinin kültürel mirasa verdiği değerle ilintili olsa gerek.

Saygıdeğer arkeologlar!

Anadolu’nun ve İstanbul’un kültürel mirasına katkılarınızdan dolayı minnettarız sizlere… Emeğinize ve yüreğinize sağlık…

*Kültür Sanat-Sen Genel Merkezi

www.evrensel.net

Eklenme tarihi: 2014-01-13 06:00:00

28 MAYIS BÖLGE MİTİNGİNDE GENEL BAŞKANIN KONUŞMASI!

Değerli Kamu Emekçileri,

Değerli mücadele arkadaşlarım,

Sizleri Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası – Kültür Sanat Sen adına saygıyla selamlıyorum.

Toplumsal yaşamın bütün alanlarında eğitimden sağlığa, bilimden kültür ve sanata kadar geniş bir alanda yaşanan saldırılara, iş güvencemizi kaldırma girişimlerine, baskı ve sürgün ve soruşturmalara karşı yine alanlardayız.

Laik eğitim ve laik yaşam mücadelesi başta olmak üzere, iş güvencemize ve geleceğimize sahip çıkmak, tüm işkollarında yaşanan baskı, sürgün ve soruşturmalara boyun eğmeyeceğimizi göstermek için yine bir aradayız.

Bugün iktidarın baskıcı, otoriter, tekçi ve asimilasyoncu politikalarına karşı çıkan, çocuklarının ve ülkenin geleceğinden edişe eden milyonların gözü, kulağı ve kalbi bizlerledir.

Bugün çeşitli nedenlerle aramızda olamayan, yıllarca yok sayılan, en temel talepleri ve hakları görmezden gelinen, fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda, okullarda, hastanelerde, kültür ve sanatta, kısacası yaşamın bütün alanlarında emek, hak ve onur mücadelesi veren ve kalpleri her zaman eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye için atan milyonlara hep birlikte selamlarımızı gönderiyoruz.

Yıllardır başta eğitim olmak üzere, toplumsal yaşam alanlarımızın aşağıdan yukarıya iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirenler, kültür ve sanat alanlarını da kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeyi sürdürüyorlar.

Geçtiğimiz yıl içinde kültür ve sanat alanında ciddi bir özgürlük daralması yaşanmış, kültür, sanat ve turizm kurumlarına yönelik siyasal müdahaleler, kadrolaşma ve sürgün uygulamaları bütün alanları kuşatmıştır.

Türkiye’deki bütün kurumlar, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. İktidarın toplumsal yaşamın bütün alanlarında uyguladığı baskı, şiddet ve dayatmacı uygulamalar, laik eğitime, eşit, özgür ve demokratik yaşama karşı açık bir meydan okumanın yaşandığını göstermektedir.

Türkiye’nin egemen güçleri, siyasi iktidar öncülüğünde işçilerin, emekçilerin kanı ve canı üzerinden, emek sömürüsü üzerinden işlettikleri acımasız zulüm çarkını, yıllardır inşa ettikleri sahte inanç sistemi ile güçlendirerek bizleri havasız ve sanatsız bırakmak istemektedir.

Değerli dostlar,

Değişik din, mezhep, inanç ve dünya görüşünden insanların gerçek anlamda “eşit yurttaş” olarak kabul edilmesi, devletin bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız olmasına, günlük yaşamın her alanında okulda, işyerinde, üniversitede, sokakta, sahnede, nerede olursa olsun farklı inanç ve siyasal görüşleri arasında ayırım yapılmamasına bağlıdır.

Laiklik, bir ülkede din ve devlet alanlarının tümüyle birbirinden ayrılması, din ve vicdan özgürlüğünün inanan ve inanmayan herkes için eşit koşullarda geçerli olması demektir. Dolayısıyla laik eğitimi ve laik yaşamı savunan bizler devletin bütün dinler ve inançlar karşısında tarafsız olmasını, bütün yurttaşlara eşit mesafede durmasını istiyor ve savunuyoruz.

Laik yaşam mücadelesinde bilimsel, çağdaş eğitim, ifade özgürlüğü ve sanatı yayma hakkını koruyacak ve mücadele edeceğiz.

Baskıcı, totaliter rejimlerin en büyük silahıdır sansür…

Sansür; iktidarlarını devam ettirmenin halk kitlelerinin sürüleşmesinin beyin yıkama aracıdır.

Sansür; sadece sanat değil eğitim, basın, yayın, iletişim, alanlarını abluka altına alıp soyut demokrasi propagandası yapmaktır.

Toplumların belleğini silmek ve ergin istediği düşünceyi ve yaşam tarzını yerleştirme çabasıdır!

Bilgilendirmeme, gerçeği karartma, cahil bırakma aracıdır sansür.

Direnç gösterilememe, isyan etmeme kısacası uyuşturucudur!

Laik eğitim, Laik yaşam, özgür sanat, toplumun eğitimli ve okuyan kitleler olmasından geçer,

Değerli arkadaşlar;

Ülkemizde kütüphanelerin durumu içler acısıdır. Okuma alışkanlığı yerine tek tipçi, ezbere dayanan eğitim sayesinde Dünya’da 86. sıralara gerilemiştir. İnsanımız günde 1 dakikasını kitap okumaya ayıramamaktadır. Avrupa’da %21 olan kitap okuma oranı Türkiye’de sadece binde birdir nasıl demokratik çağdaş özgür bir toplum olunabilir.

Değerli dostlar,

Siyasi iktidar bir taraftan laik yaşam karşıtı uygulamalara imza atarken, diğer taraftan geçmişte kazanılmış olan haklarımızı gözünü dikmiş, zaten sınırlı olan iş güvencemizi tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir.

Tasfiye edilmek istenen sadece kamu emekçileri değil, tüm topluma eşit ve nitelikli olarak sunulması gereken kamu hizmetlerinin bizzat kendisidir. Tüm kamu hizmetleri gibi kültür, sanat ve turizm kurumları da piyasalaştırılarak tasfiye edilmek istenmektedir. Sorun sadece bizlerin değil, tüm halkın sorunu olarak görülmek zorundadır.

Son yıllarda mücadeleci kimlikleriyle bilinen sendikalarımıza yönelik baskı ve yıldırma girişimlerinin son dönemde soruşturma ve sürgün kararlarıyla daha da artmış olması tesadüf değildir. İktidarın politikalarına itiraz eden herkesin hedef haline getirildiği bu dönemde ülke çapında başlatılan “cadı avı”na karşı ortak tutum alınması önemlidir.

Değerli arkadaşlar;

Ülkemizde kütüphanelerin durumu içler acısıdır. Okuma alışkanlığı yerine tek tipçi, ezbere dayanan eğitim sayesinde Dünya’da 86. sıralara gerilemiştir. İnsanımız günde 1 dakikasını kitap okumaya ayıramamaktadır. Avrupa’da %21 olan kitap okuma oranı Türkiye’de sadece binde birdir nasıl demokratik çağdaş özgür bir toplum olunabilir.

Bizler, ne iktidarın “muhafazakâr sanat” adı altında hayata geçirmeye çalıştığı ayrımcı politikalara, ne de oluşturmak istedikleri baskıcı-otoriter düzene teslim olacağız!

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi!

Ekilir ekin geliriz ezilir un geliriz.

Bir gider bin geliriz.

Beni vurmak kurtuluş mu?

İktidarın kendi çıkarları için sürdürdüğü inanç istismarına yönelik tüm girişimlerini boşa çıkarmak, gerçek anlamda laik ve demokratik bir ülkede barış içinde bir arada yaşamak için herkesi ortak taleplerimiz etrafında mücadeleyi yükselteceğimize olan inancımla hepinizi saygıyla selamlıyorum.