ÇANAKKALE DAVASINDA MAHKUMİYET

Üyemiz, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na daktilograf olarak çalışmakta iken amirinin küçümseyici, aşağılayıcı tavırlarına ve tacizine maruz kalmıştır. Bunun yanı sıra, aynı iş yerinde geçici işçi olarak çalışan bir personelden 19.10.2010 tarihinde mesai saati içinde dayak yemiştir. Konuyla ilgili soruşturma başlatılmış arkasından yüksek disiplin kuruluna sevk edilmiştir. Sendikamız, 14.06.2012’de Üyemize destek için  Çanakkale 2. Asliye Ceza Mahkemesi önünde saat 14.00’de  duruşma günü basın açıklaması düzenlemiştir.  Sonuçlanan dava ile, üyemizin amiri olan sanık, 3 yıl 1 ay 15 gün mahkumiyet almıştır.

KÜRTAJ DEĞİL, YASAKLANMASI CİNAYETTİR
Yaşamımızın diğer birçok alanında olduğu gibi eril iktidar ve güçleri bedenimize de hükmetmeye çalışıyor. Doğurup doğurmama hakkımız dahi elimizden alınmak isteniyor. Tecavüz mağduru kadınların bile doğurmasını istiyor, çocuğa biz bakarız diyorlar. Nasıl bakacaksınız sokaklarda yaşayan yüzlerce çocuğa baktığınız gibi mi? Yoksa sağlıkta dönüşüm programlarınızla, sağlıksızlığa mahkûm ettiğiniz çocuklar gibi mi? Yoksa deprem sonrası Van da baktığınız gibi mi? Yoksa cezaevlerinde taciz ve tecavüzlerine göz yumduğunuz gibi mi? Yoksa üzerine bombalar yağdırdığınız gibi mi? Zehirleyen süt dağıtarak mı nasıl bakacaksınız? 
Olacağı yokta farz edelim baktınız bedenin sahibi değil midir kararı verecek olan. Beden bizim hayat bizim dolayısıyla da tasarruf sahibi de biziz. Doğmamış ve doğacak çocuklarımız da sizin ucuz iş gücü ordunuz olmayacak. Bakamayacağına emin olduğu çocuğu doğurmamak için ilkel yöntemlere başvurmak zorunda bırakılacak kadınların ölümlerinin faili de devlet olacaktır. 
Korumadığın gibi korunmalarını engellemeye çalış, hatta kürtaj yasağıyla bizzat öldür. Bu kabullenilemez bir durumdur. Kadınlar vazgeçmeyecek mücadele edecek çünkü kadınlar biliyor kürtaj değil yasaklanması cinayet olur. Bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. 
TUTUKLU KESKLİ KADINLARI DA SEBEST BIRAKIN
Şubat ayında gözaltına alınan KESKLİ 9 kadın arkadaşımız, dört aya yakın bir süredir tutuklu. Daha gün ağarmadan apar topar çocuklarının korkulu gözleri önünde evlerinden alındılar. Neyle suçlandıklarını halen bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa oda; kadınlar daha güzel bir ülke yaşamak ümidiyle açlığa, yoksulluğa, sağlıksızlığa, eğitimsizliğe, kadına yönelik işlenen suçlara karşı mücadele ettikleriydi. Aslında verdikleri demokrasi mücadelesi Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılarının “özel yetkileriyle” terörist faaliyetler haline dönüştürülmüştür. Bu tutuklamalar haksız ve hukuksuzdur başta kadın arkadaşlarımız olmak üzere tüm KESK’li tutuklular serbest bırakılmalıdır.
BU KADARI YETMEDİ Mİ?
Üyemiz, memur olarak çalıştığı kurumun amiri tarafından 3 yıl boyunca mobbinge ve cinsel taciz ve saldırıya uğramış, yine amirin kışkırtmaları sonucunda erkek mesai arkadaşından dayak yemiştir. Dayak öncesinde de yine aynı kişinin aşağılamalarına maruz kalmış amirine bildirmesine rağmen şikâyetleri dikkate alınmamıştır. Bu da yetmezmiş gibi müdürün cinsel tacizine uğramasıyla birlikte olaylar tahammül sınırını aşmış ve üyemiz olayı yargıya taşımak istediğini söyleyerek sendikamıza başvurmuştur. Bu süre zarfında tehditler almış, üzerine araba sürülmüş, evi soyulmuş, takip edilmiş ve bütün bunlar polis tutanaklarıyla kaydedilmiştir.
Arkasından valilik oluru ile bakanlığa bildirilmeden usulsüz olarak geçici görevlendirme yapılarak başka bir kuruma gönderilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda görevlendirmenin usulsüzlüğü sebebiyle işlem iptal edilmiş üyemize sadece sehven yapılmış denmiştir. 
Taciz davamız devam ederken üyemiz; her ne demekse “davanın selameti açısından” Edirne’ye sürülmüş Çanakkale İdare mahkemesinin olumlu tavrı ve yürütmeyi durdurma kararı ile tekrar görev yerine dönebilmiştir. 
İdare üyemizin yaşadığı ve yıllarca süren sıkıntıları yetersiz görmüş olacak ki; erkek mesai arkadaşından dayak yediği olayda bile suçlu görülerek yüksek disiplin kuruluna sevk edilmiştir. Fevziye Cengiz hatırlarsınız İzmir de karakolda sille tokat dayak yiyen kadını; dayak yerken polisin kolu çizilmiş ve hâkim 6 yıla kadar ceza istemişti. Bu olaylar benzer olaylar değildir bir bütünün parçası yani AKP’nin kadına bakış açısının yansımalarıdır. 
KADINLARI KORUNMUYOR VE KORUNMALARI DA ENGELLENMEYE ÇALIŞILIYOR
Örneğin Fethiye toplu tecavüz davası, kadınların hukuk mücadelesi ve dayanışması sonucunda açılabilmişti. Tecavüz çetesinin avukatlığını Muğla baro başkanı ve sekreteri üstlenmişti. Kurumsal kimliği dolayısıyla tecavüzcülerin avukatlığını yapmasının yanlış olduğu ve vazgeçmesi konusunda yapılan eleştirilere kulak tıkayan baro başkanını protesto eden avukat Candan Dumrul’u da hukuka ve ahlaka aykırı davranmak iddiasıyla baroya şikâyet etmiş ve savunması istenmişti. 
Üyemize cinsel saldırı da bulunan amirinin avukatı da olan Çanakkale baro başkanı, N. Ç. Davasından çıkan kararı toplum vicdanını yaralar nitelikte bulduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Sendikamız genel merkez yöneticisi kadın sekreterimiz Deniz Özsaygı’nın kendisinin bu çelişik durumunu eleştirmesi üzerine Çanakkale Baro Başkanı, Sayın Özsaygı’ya dava açarak karşılık vermiştir; yarın saat 9.40 da davası görülecektir.
Bu iki olay da benzer değil aynıdır. Kadına yönelik işlenen suçları münferit olarak nitelendiren böylelikle sorumluluktan kurtulabileceğini sanan AKP’nin kadın politikalarının yansımasıdır. Süreklilik arz eden durumlar münferit olamaz bu herkesçe bilinen bir gerçektir. Biz yaşamın her alanında kadına yönelik her türlü ayrımcılığa, tacize, tecavüze, şiddete ve kürtaj yasağı gibi kadını özgür iradesini tamamen yok edecek uygulamalara dur demek için örgütlü gücümüzle mücadeleye devam edeceğiz. Hükümet bu konuda gereğini yapasıya kadar her gün Türkiye’nin her yerinden isyanımızı haykırmaya devam edeceğiz.

KÜLTÜRÜMÜZE, SANATIMIZA VE TİYATROLARIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ!

KÜLTÜRÜMÜZE, SANATIMIZA, TİYATROLARIMIZA 
SAHİP ÇIKIYORUZ!

Başbakan’ın “Devletin tiyatrosu olmaz, özelleştiriyorum” fetvası ile birlikte ilgili Bakanlıklar Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi yönünde çalışmalara başladılar.

Devlet, kamu yararına kurumları oluşturmakla yükümlüdür. Sosyal devlet anlayışı gereği; eğitim sağlık,kültür,sanat hizmetleri, kar amacı güdülmeden halkın hizmetine sunulur. Bu nedenle,devlet kurumları olan tiyatro,opera ve baleye halkın oylarıyla işbaşına gelen her hükümet aynı gözle bakmak zorundadır. Tüm gelişmiş ülkelerde ödenekli sanat kurumlarını kuran devlet, onları destekler ve yaygınlaşmasını sağlar. Çünkü tiyatro, opera ve bale sanatları; toplumsal kültürün gelişmesi açısından vazgeçilmez ögelerden biridir. Bu kurumlardaki sanatsal etkinlikler ödenekli sanat kurumlarını tasfiye etmek isteyen hükümetin cebinden çıkan paralarla değil, halkın verdiği vergilerle sağlanır. Öte yandan devlet, ödenekli sanat kurumlarının gelişimi için iktidarların müdahalelerini önlemek adına tedbirler alır. Bu uygulamaların aksine yaklaşımlar sergileyen bugünkü zihniyet “ben yaptım oldu” mantığı ile, sanat kurumlarını ve bu kurumların çalışanlarını potansiyel suçlu ilan ederek, onları toplum önünde itibarsızlaştırıp, hedef göstermektedir. Bu,;sanatın özgürlük, özerklik ve özgünlüğünün vesayet altına alınması demektir.

Kültür ve sanatla uğraşanları elitistlikle,jakobenlikle etiketleyip, onları yarım porsiyon aydın olarak niteleyip, küçümseyen anlayış; siz-biz gibi ayrımcı söylemler kullanarak her fırsatta sanatçıları halkın önünde kendilerine düşman gibi göstermeye çalışmaktadır. Bunu yapanlar “muhafazakâr sanat” iddiasıyla toplumumuzun ve ülkemizin tarihsel, kültürel, sanatsal değerlerini gerçek dışı bilgilerle yozlaştırıp, kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda toplum mühendisliğine soyunarak halkı ve sanatı derin bir karanlığın içine çekmeyi amaç edinmektedirler.

“Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde devlet eliyle tiyatroculuk olmaz” diye yola çıkan bu özelleştirme yandaşları, tamamen gerçek dışı bir söylem kullanmaktadırlar. Oysa biz biliyoruz ki Almanya, Fransa, İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde devletin bütçesinden tiyatroya büyük paylar ayrılmaktadır. Bu gelişmiş ülkelerdeki tiyatroların özerk yapıları hükümetlerin repertuarlara müdahalesini de engellemektedir.

Kamu yararına çalışan Devlet Tiyatroları, anayasanın çizdiği çerçeve içerisinde kuruluşundan bu yana, toplumun her kesimi kucaklayıp,onları,kaliteli sanat ürünleriyle buluşturmuştur. Devlet Tiyatroları ve diğer ödenekli sanat kurumlarının özelleştirilmesi halinde, ülkenin sosyo-ekonomik koşulları içinde çok az ücret alıp, geçim sıkıntısı çeken geniş halk kesimleri, bu etkinlikleri, maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle izleme olanağını bulamayacaklardır. Bu durum, başta Anadolu’daki tiyatro hareketini bitirecek, metropol kentlerin ise ulusal ve evrensel nitelikli, büyük prodüksiyonlardan mahrum kalmasını getirecektir. 
Ayrıca 4046 sayılı özelleştirme yasasının 1. maddesi incelendiğinde; bu maddede yer alan amaçla ,5441 sayılı yasa ile kurulmuş Devlet Tiyatrolarının uzaktan yakından bir ilişkisi bile olmadığı görülmektedir.

Biz demokratik kitle örgütleri endişe içindeyiz. Sayın Başbakan’ın doksan sekiz yıllık geçmişi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ve altmış üç yıllık Devlet Tiyatrolarını hedef alan açıklamalarından anlaşılan odur ki ; senfoni, koro ,dans toplulukları gibi sanat kurumlarını da aynı acı son beklemektedir.
Bizce bir ülkede kültür ve sanata verilen değer, o ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından önemli bir göstergedir. Tiyatroların özelleştirilmesi fikri ise tiyatro sanatının idam fermanıdır. 
SORUYORUZ: Bu girişim tamamlandıktan sonra sıra nereye gelecektir? Özel sanat kuruluşları ve bireysel üretilen sanat türleri için de yeni sistemler mi devreye girecektir? Amaçlanan, bu yolla tek tip insan yetiştirilmesi midir?
Tiyatro sanatçılarındır. Ödenekli tiyatrolarda radikal değişimlere gitmeden yapılması düşünülen düzenlemelerin, yasa ve tüzük gibi mevzuatların hazırlanması konunun muhatapları sanatçılar ,bilim insanları, konunun uzmanı akademisyenler ve demokratik kitle örgütleri temsilcileridir. 
O yüzden ödenekli sanat kurumlarını daha verimli hale getirmek için “KÜLTÜRÜMÜZE, SANATIMIZA VE TİYATROLARIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ”.

KÜLTÜR SANAT-SEN- (Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası) TOBAV(Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı) –DETİS(Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği)—TOMEB(Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği)

KÜLTÜRÜMÜZE, SANATIMIZA VE TİYATROLARIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ

KÜLTÜRÜMÜZE, SANATIMIZA VE TİYATROLARIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ!

Tüm Kültür ve Sanat Emekçilerini 1 Mayıs’ta Taleplerimizle Alanlara Çıkmaya Çağırıyoruz!

Türkiye’de kültüre ve sanata yönelik piyasacı ve gerici müdahalelerin belirgin bir şekilde arttığı, kültür ve sanat emekçilerinin emeğinin bizzat Başbakan tarafından aşağılandığı, tiyatrolarımızın ve tiyatro sanatçılarımızın resmen hedef haline getirildiği bir dönemden geçiyoruz.

Kültür ve sanatı “elit” bir uğraş olarak görüp küçümseyenler, her fırsatta sanatçılarımızı kendilerine düşman gibi göstermeye çalışmaktadırlar. “Muhafazakâr sanat” iddiasıyla toplumun ve ülkemizin tarihsel, kültürel, sanatsal değerlerini gerçek dışı bilgilerle yozlaştırıp, kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek isteyenler, toplumu ve sanatı derin bir karanlığın içine çekmeye çalışmaktadır.

98 yıllık geçmişi olan ve bugüne kadar çok sayıda başarılı oyun sahnelemiş, kent kültürüne hizmet etmiş bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nı (İBBŞT) bir süredir hedef alan tartışmalar, Başbakan tarafından tiyatroların özelleştirileceği açıklaması ile ölüm fermanına dönüşmüştür. Şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değiştirilerek, sanatın idaresinin AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir bürokratı emrine verilmesine karşı yapılan protestolara Başbakanın yeni çıkışı “Devletin Tiyatrosu Olmaz, Özelleşsin” fetvası olmuştur. Bu söylem göstermektedir ki, Devlet sanat kurumlarının geri kalanının da aynı ideolojinin vesayeti altına gireceği günler yakındır. Bir ülkede kültür ve sanata verilen değer, o ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından çok önemli bir göstergedir. Toplumu ayrıştırıp, karşı karşıya getirerek gücünü kötüye kullanmaksa ancak faşist yönetimlerin yapmak isteyeceği bir şey olabilir.

Tiyatrolarımızı özelleştirmeye, böylece de yok etmeye kalkan zihniyete “Özgür, Özerk, Özgün Sanat” anlayışımızla karşı duracağız.

Kültür Sanat Sen olarak, ülkemizde sanatın, sanatçının gelişmesi ve özgürleşmesini engellemek isteyenlere karşı yürüttüğümüz kararlı mücadele sürerken, kamu hizmetlerinin bütün alanlarında olduğu gibi, kültür ve sanat alanında görev yapan sahne emekçileri ve sanatçılarımıza yönelik her türlü saldırının karşısında örgütlü gücümüzle duracağımız bilinmelidir.

Bu nedenle, tüm Devlet Tiyatro, Opera, Senfoni, Koro ve Topluluklarında çalışan arkadaşlarımızı ve tüm kültür-turizm emekçilerini, sanatımıza yönelik saldırılara karşı en güçlü yanıtı verebilmek için 1 Mayısta alanlarda olmaya ve geleceğimize sahip çıkmaya çağırıyoruz.

YAŞASIN 1 MAYIS,

YAŞASIN BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA

2012-2013 TOPLU SÖZLEŞME SÜRECİ

30 Nisan 2012 Pazartesi günü başlayacak 2012-2013 Toplu Sözleşme Süreci hakkında Kültür Sanat İşkolunda yetkili olan sendikamız 25 Nisan 2012 tarihinde saat 10.00′da Mülkiyeliler Birliği Lokalinde Toplu İş Sözleşmesi talepleri ile ilgili kahvaltılı basın toplantısı yapmıştır.

Kültür, Sanat ve Turizm Emekçilerinden Aldığımız Yetki ile Toplusözleşme Görüşmelerine Başlayacak, Taleplerimizi Kararlılıkla Savunacağız!

2.5 milyona yakın kamu emekçisi ile 1 milyon 800 bin memur emeklisinin aylardır merakla beklediği toplusözleşme maratonu 24 Nisan Salı itibariyle başlamış bulunmaktadır. 4688 sayılı yasa yürürlüğe girdiğinden bu yana kültür, sanat ve turizm hizmet kolunda genel yetkili sendika olan Kültür Sanat Sen, bu yıl da hizmet kolunda çalışan 18 binden fazla kültür, sanat ve turizm emekçisinin talepleri, istek ve beklentileri doğrultusunda masaya oturacaktır.

Bilindiği gibi AKP hükümeti, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hazırladığı 4688 sayılı yasanın çıkmasını geciktirmiş, bu nedenle kamu emekçileri ve emekliler ekonomik anlamda ciddi mağduriyetler yaşamışlardır. Öte yandan 4688 sayılı yasada yapılan değişikliklerle evrensel sendikal hak ve özgürlükler gözetilmemiş, hükümetin kendisine yakın sendikaların etkili ve yetkili olmasını istediği, toplu görüşme döneminden bile geri düzenlemeler yapılmıştır.

4688 sayılı yasada yapılan değişiklikler ile yıllardır kararlılıkla savunduğumuz grevli toplu sözleşme hakkımız yasal teminat altına alınmamıştır. Toplusözleşmenin kapsamından tarafların belirlenmesine, uyuşmazlık halinden Hakem Kurulunun yetki ve bileşimine kadar özgür bir toplu pazarlık düzeni ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan, hemen her alanda sendikal özgürlükleri kısıtlamayı hedefleyen değişiklikler yapılmıştır. Yasa değişikliklerinin, özüne de ruhuna da yasakçı ve denetleyici bir mantığın hâkim olduğu, sendikamız Kültür Sanat Sen tarafından çeşitli platformlarda belirtilmiştir.

Bütün itirazlarımıza rağmen, kamu emekçilerinin ücret ve sosyal haklarına ilişkin düzenlemelerin, tamamen hükümetin çizdiği çerçevede ele alınması kabul edilemez bir durumdur. Ancak Kültür Sanat Sen’in hizmet kolunda yetkili sendika olarak sözleşme görüşmelerinde kendi hak taleplerinden vazgeçmeyeceği bilinmelidir.

Kültür Sanat Sen olarak, 2012–2013 toplusözleşme döneminde ilişkin taleplerimiz, işyerlerimizde yaptığımız uzun hazırlık toplantılarında gerek üyelerimizin, gerekse henüz üyemiz olmayan kültür, sanat ve turizm emekçilerinin önerileri ile oluşturulmuştur. Kültür, sanat ve turizm hizmet kolunda yıllardır fedakarca çalışan bütün arkadaşlarımızın öneri, istek ve beklentileri doğrultusunda toplusözleşme masasına oturacak ve görüşmelerin her safhasını kamuoyu ile paylaşacağız. Toplusözleşme görüşmelerini tek başına hükümetin çizdiği sınırlar çerçevesinde değil, uluslar arası sözleşmeler, sendikal hak ve özgürlükler çerçevesinde yürüteceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Uzun bir hazırlık süreci sonrasında oluşturduğumuz 2012–2013 Dönemi Toplusözleşme Taleplerimizin bazılarını siz basın mensuplarıyla ve kamuoyu ile paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.


Kültür Sanat Sen olarak 2012–2013 toplusözleşme döneminde;

• Zam oranı olarak 2012 yılı için yüzde 20, 2013 yılı için yüzde 16 zam verilmesini, 
• Ek ödemelerin emekli maaşlarına yansıtılmasını, 
• 250 TL Aile yardımı, her bir çocuk için 100 TL çocuk yardımı, 4 bin TL evlenme yardımı, 750 TL doğum yardımı, Çalışanın kendisinin görev esnasında kaza sonucu ölümü halinde net 3 bin TL anne-baba eş ve çocukların ölümü halinde net 1.500 TL ölüm yardımı ödenmesini, 
• Doğal afet bölgesi olarak ilan edilen yerlerde, çalışanlara asgari ücretin iki katı tutarında, bir yıl süre ile doğal afet yardımı yapılmasını,
• Çalışanlara yılda bir kez Eylül ayında 1.500 TL yakacak yardımı verilmesini,. 
• Tüm çalışanlara genel Toplu Sözleşme primi olarak 250 TL verilmesini
• 2012 yılı için 150 TL, 2013 yılı için 180 TL Toplu Sözleşme ikramiyesi verilmesini, 
• 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 3. maddesi uyarınca ek ödeme almayan personele ek ödeme verilmesini, 
• Yolluk ve harcırahların yüzde 100 oranında artırılmasını, 
• Sanat Kurumlarında çalışan sanatkarlara uygulanmakta olan pozisyonların ücret tavan ve taban oranlarının yüzde 20 oranında artırılmasını, 
• Sahne uygulatıcısı uzman memurların maaşlarının emekli müktesep hak aylığına getirilmesini, 
• Sanat kurumlarında çalışan idari sözleşmelilerin emekliliklerine yansımayan ikramiye ve teşvik ikramiyelerinin emekliliğe yansıması için maaşla birleştirilmesi ve emekli ikramiyelerinin bu hesaba göre ödenmesini, 
• Anayasaya, 657 sayılı Kanunun özlük hakları ve disiplin hükümlerine aykırılık arz etmesi sebebiyle performans değerlendirme kriterleri uygulamasına son verilmesini talep ediyoruz.

Hizmet kolumuzdaki 18 bin kültür, sanat ve turizm emekçisi adına grevli toplusözleşme talebimize yönelik ısrarımız sürmektedir. Hükümetin bizleri “tek tipleştirme” ve yandaş sendikaları güçlendirme operasyonuna bütün gücümüzle karşı duracağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Kültür Sanat Sen, grev hakkımızın yasal teminat alındığı, özgür bir Toplu Sözleşme düzeni talep etmeyi ve örgütlenme özgürlüğü önündeki bütün engellerin kaldırılmasını savunmayı sürdürecektir.

Hükümetten ve Kültür Bakanlığı’ndan talebimiz, tek tek işyerlerinde en geniş katılımla oluşturulan toplusözleşme taleplerimizin karşılanmasıdır. Yıllardır kültür, sanat ve turizm işkolunda yaşanan ekonomik ve sosyal hak eşitsizlikleri başta olmak üzere, tüm yapısal sorunlara kalıcı çözümler getirilmesini özellikle talep ediyoruz. 

Toplusözleşme sürecinin her aşamasına, tüm olanaklarımızı ve enerjimizi kullanarak müdahil olacağımızı ve temsilcisi olduğumuz bütün kültür, sanat ve turizm emekçileri adına hazırladığımız toplusözleşme taleplerimizin arkasında olduğumuzun bilinmesini istiyor, kamuoyuyla paylaşıyoruz.

ÜYEMİZİN DARP EDİLMESİ HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

Üyemiz Konya Mevlana Müzesi çalışanı Necdet Demirkaya görevi başındayken Akp Konya İl Başkan Yardımcısı Necip Çimen tarafından darp edilmişti. Necdet Demirkaya’nın dava açması üzerine ilk duruşma günü olan 2 Nisan öncesi basın toplantısı yapılmıştır.

01.04.2012 
BASINA VE KAMUOYUNA

AKP hükümetinin önceki gün yasalaştırdığı 4+4+4 diye adlandırılan zorunlu eğitimi kesintili hale getirerek eğitim sistemini gerici ve piyasacı hale getirmeyi amaçlayan kanunun ( İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun) ve Kamu emekçilerinin sendikal mücadelesini etkisizleştirmeyi hedefleyen 4688 sayılı kanunda yapılacak değişiklikleri protesto etmek amaçlı 28-29 Mart 2012 tarihli Eğitim-sen ve KESK’in düzenlediği merkezi Ankara eyleminde Hükümet çalışanlara karşı safını bir kez daha net bir şekilde göstermiştir.
AKP Hükümeti Sendikalarımıza ve emekçilere saldırısını,ülkenin her yerinde, her alanda her fırsatta yapmaktadır. İlimizde bunun son örneğini; Konfederasyonumuz KESK’e bağlı Kültür Sanat sen Konya şubesi üyelerinden Necdet DEMİRKAYA ‘ya 25.12.2011 tarihinde gerçekleştirdiğini biliyorsunuz.
Daha önce sizlerle paylaştığımız bilgileri hatırlarsanız; 
Mevlana Müzesi ziyaretine gelen AKP KONYA ili Halkla ilişkilerden sorumlu Başkan Yardımcısı Sayın Necip ÇİMEN türbe içerisinde “Kamera ve Fotoğraf çekmek yasaktır” uyarı yazılarına rağmen türbenin içinde çekim yapmıştır. Görevli memur sendika üyemiz Necdet DEMİRKAYA görevi gereği çekimin yasak olduğunu söyleyerek çekimi sonlandırmasını istemiştir. AKP KONYA ili Halkla ilişkilerden sorumlu Başkan Yardımcısı Sayın Necip ÇİMEN görevli memur arkadaşımıza “sen kim oluyorsun, … beni Müdürüne götür” demesi üzerine Necip ÇİMEN’i müze müdürü ile görüştürmek üzere refakat ederek dışarı çıktığında, Necip ÇİMEN tarafından darp edilmiştir.
Bu olayı tekrar şiddetle kınıyoruz. Bu olay hukuk tanımazlığın geldiği boyutu göstermektedir. Barışın, kardeşliğin ve hoşgörünün sembolü olmuş Mevlana huzurunda bu olayın gerçekleşmesi ayrıca üzüntü vermektedir.
Olay günü sizlerle paylaştığımız gibi bu darp ve hukuk tanımazlığı yargıya taşıdık ve takipçiyiz. Yarın 2 Nisan 2012 pazartesi günü Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesinde sabah 09.50 de duruşması vardır. Bir kez daha bu davanın takipçisi olduğumuzu hatırlatır, failin en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyoruz. 
Tüm bu baskıları ve hukuk tanımazlığı protesto etmek, iki gün önce Merkezi iki günlük Ankara eyleminde hükümetin tavrını ve duruşunu protesto etmek için (yarın) 2 Nisan 2012 saat 12.00 de camlı köşkte buluşmak üzere…..

KONYA KESK Şubeler Platormu

KÜTÜPHANE HAFTASINI KUTLUYOR MUYUZ?

Türkiye, bu yıl 48. kez Kütüphane Haftası kutlayacak. 26 Mart- 1Nisan tarihleri arasında kutlanacak olan Kütüphane Haftası, kutlamadan ziyade kütüphanelerin sorunlarının biriktirilerek tartışıldığı günler haline gelmiştir. Kütüphanelerin içinde bulunduğu durum hiç de umut verici değildir. Türkiye’deki kütüphaneler, hem sayı, hem içeriğinde yer alan eserler, hem de ziyaretçi açısından oldukça geri duruma getirilmiştir. Halk kütüphanelerinin istatistiklerinden, bu kütüphanelerin kullanıcı ve üye sayılarının da yıllar itibariyle düştüğü gözlemlenmektedir. Okul kütüphanelerinin yetersiz kalması nedeniyle kitap okumaktan ziyade ödev yapmak amacıyla gelen sadece öğrencilerin uğrak yeri haline gelmiştir.

Öncelikle bir ülkenin eğitim sisteminin okuma alışkanlığını geliştirecek, bilimsel eğitim ve öğretimi yaygınlaştıracak, mevzuatları düzenlemesi gerekmektedir. Birbirinden bağımsız olmayan eğitim ve kültürün birlikte yürütülebileceği çalışmaların olmaması, mevcut müfredatlarda kitap ve kütüphanelere önem verilmemesi, kütüphaneciliğin seçmeli ders olarak dahi okutulmaması, çocukları ve gençleri ezberci, bilimsel olmayan kavramlarla kitaplardan tamamen uzaklaştırmıştır. Eğitim politikası kütüphanelerin gelişmesinin önünde engel olması gelecek kuşakların düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan ve üretmeyen kitlelere dönüştürülmesine neden olmaktadır.

Alınan yayınların bilimsel içerikli, objektif ölçütler doğrultusunda, toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek, estetik duygularını geliştirebilecek ve demokrasi kültürünü yerleştirerek toplumun gelişmesine hizmet edecek nitelikte olmalıdır. Ayrıca Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’nün bütçeden ödeneği yıllar itibariyle gittikçe kısılmış, yetkisi daraltılmış, herhangi bir proje hazırlamak bir yana kanun ve mevzuat konusunda bile yıllarca ilerleme sağlayamamış, uzman personellerinin mali sosyal ve özlük haklarında iyileştirme yapamamışken nitelikli bir hizmet beklentiside anlamsızdır.

Halk kütüphaneleri, mevcut kullanıcı potansiyelinin yanında, aynı zamanda dışlanmış gruplar ve engellilere hizmet sunabilen birer eğitim-kültür merkezi de olmalıdır.

Kütüphaneler yerel yönetimlerin insafına bırakılamaz

Kütüphaneciler olarak kütüphanelerin yerel yönetimlere devredilmesini istemiyoruz. “Yerel yönetimler, yasal zorunluluk olmadığı sürece politik ve rant getirisi olmayacağı düşüncesiyle kütüphane hizmetlerine yeterli finansal kaynak ayırmayacaktır. Halk kütüphanelerine seçilen kaynakların, yerel yöneticilerin politik tavrına bağlı olarak alınacağı da aşikârdır. Uzman personel eğitim aldığı uzmanlık alanı dışında farklı işlerde kullanılacaktır.

Ülkemizin toplumsal bellekleri olan kütüphaneler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Kültür politikaları da en az milli eğitim konuları kadar önemli ve ulusaldır. Halkın okuma alışkanlığı ve orta öğretim den sonra ücretsiz olarak özgürce bilgi ve becerilerini geliştirebilecekleri yerler olan halk kütüphanelerinin yönetici kadroları ihtisas elemanlarından oluşamaması okuma kültürünü yok edecek ve verilen hizmeti niteliksizleştirecektir. Ardından da iktidarlar tarafından devredelim satalım söylemleri başlayacaktır.

Gezici kütüphaneler gezemiyor. Halk kütüphanelerinin gezici kütüphane ağları ile desteklenmesi gerekirken var olanlar bile personel ve ödenek yetersizlikleri nedeniyle zaman içinde yok olarak yaşamımızda nostalji olarak yerini alacaktır.

Sürekli yön ve muhatap değiştiren halk kütüphanesi politikasının, personel alımı standardı ile de hedefe ulaşamadığı görülmektedir. Bu gün ülkemizin birçok ilçesinde kütüphaneci bulunmamaktadır.

Ülkemizdeki uygulamalara bakıldığında, Bilgi –Belge Yöneticileri ve uzmanlarının gerek istihdam edilmelerindeki yaşanan sıkıntılar gerekse bilgi merkezlerindeki alt yapı sorunlarının çözülmemiş olması ülkemizin kültür politikalarını da olumsuz etkilemektedir.

Kütüphanelerin geliştirilmesi için “Kütüphaneler Yasası”nın mutlaka ve geciktirilmeksizin çıkarılması gerekmektedir.

Maliye Bakanlığı daha önce olumlu görüş vermesine rağmen, bir soru önergesine verdiği yanıtta bu meslek için” mesleki teknik eğitim” almamışlardır diyerek kurumların kafasını karıştırmakta, adeta yürütmenin başıymış gibi davranmaktadır. YÖK’ün görev alanına giren bir konuda kendi görüşünü dayatmaktadır. Kaldı ki Danıştay içtihatlarıyla görüleceği üzere üniversite mezunları için “mesleki teknik eğitim “şartı kaldırılmıştır.

10.01.2010 bakanlar kurulu kararı ile teknik hizmetler sınıfına geçirilen, 04.07.2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname ile de kanun niteliği kazandırılarak kadro ihdasları teknik hizmetler sınıfına yapılan Kütüphaneciler emsal unvanlar ile (arkeolog, istatistikçi vb.)657’de aynı grupta değerlendirilmelidir.

Yıllar boyunca yoğun toza maruz kalarak çalışan, astım vb. hastalıklara yakalanma riski olan kütüphane çalışanlarına iş riski tazminatı verilmelidir.

MİSAFİR SANATÇILAR HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

Sanat kurumlarında güvencesiz ve sendikasız olarak çalıştırılan “Geçici süreli sözleşmeli Personel”in (Misafir Sanatçı) kamu Görevlileri sendikalarına üye olabileceğine dair açmış olduğumuz TESPİT davasının 22 Mart 2012 Perşembe günü sabah saat 09.30’da 3. İş mahkemesinde duruşması öncesi adliye sarayı önünde saat 09.00’da sendikamız basın açıklaması yapmıştır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yasal dayanak olarak sunması gereken belgeler için zamana ihtiyaç olduğu beyanından sonra mahkeme tarafından 2. Duruşmanın 17 Mayıs 2012 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. 

DEĞERLİ BASIN EMEKÇİLERİ
Bugün burada Sanat kurumlarında kadroluların görevlerini yapan ancak ne kamu görevlisi ne de işçi olmadıkları iddia edilen Misafir sanatçıların kamu görevlileri sendikalarına üye olabileceğine dair, sendikamız Kültür Sanat-Sen’in açmış olduğu davanın duruşması için bulunuyoruz.
Sanat kurumlarında “Misafir sanatçı” sıfatı tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de aslında “Tek bir eserdeki önemli bir rol için davet edilen eser bittiğinde asıl görevine dönen Sanatçılar” için kullanılan bir adlandırmadır. Geldiğimiz noktada ise, Misafir Sanatçı sıfatı her yerde çalıştırılan joker bir kadro adı halini almıştır.
Şu anda Devletin Sanat Kurumlarında İdari sözleşmeli personelin görevini yaptığı halde güvencesiz ve sendikasız olarak 6 aydan 12 aya kadar sözleşmeyle çoğu 50 tl yevmiyeyle çalıştırılan, sanatsal yardımcı eleman, sahne üzeri ve gerisi teknik personeli ve Sanatçı olarak çoğu Konservatuvar mezunu 1500’e yakın Misafir sanatçı personel bulunmaktadır. Bu joker personel yasal bir düzenleme olmadfığı için, günde 16 saate kadar çalıştırılabilmektedir.Oysa her şeye rağmen ne 4/Bliler ne de 4/Cliler bu kadar angaryaya maruz kalmamaktadır. SANAT KURUMLARINDA ANGARYAYA SON!
Misafir Sanatçıların Kamu görevlisi olduğunu kanıtlamak için dava açmak zorunda kalmamızın müsebbibi ise ne yazık ki başka bir sendika, Memur-Sen’e bağlı Kültür Memur-Sen’dir. Kültür Memur-Sen Devlet Personel Başkanlığından kamu görevlisi olmadıklarına dair YASAL BİLGİ DEĞİL MÜTAALA almış, böylece de sebep olduğu güvencesizlik ve sendikasızlıktan hiç rahatsız olmadığı gibi, Kültür Sanat-Sen olarak Misafir sanatçıları üye yaptığımız için bizi “Yağız hırsız” ilan etmiştir. Oysa Kültür Memur Sen’in hesabı zaten kendisine üye olmak istemeyeceklerin sendikalı olmasını da engellemektir. Bu durum bir sendika için dünyada eşi benzeri görülmemiş bir emekçi karşıtı tutumdur ve dava ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, bir sendika olarak bu kara lekeyi hiçbir zaman üzerinden atamayacaktır. EMEKÇİ DÜŞMANLIĞI UNUTULMAZ!
Sendikamız ise Devlet Personel Başkanlığına MÜTAALA değil yasal statü sormuştur. Cevap: “bunlar işçi de değil, kamu görevlisi de” olmuştur. Oysa Misafir sanatçı istihdamına dayanak yaptıkları 190 ve 375 SAYILI KHK, BÜTÇE KANUNUN 23. MADDESİ dahil kamuyla ilgili tüm yasal hükümler diğer kamu görevlileri ve daha çok da kadrolu İdari sözleşmeliler ve 4/Bliler’le ilişkilendirilmiş hükümlerdir. Ayrıca başta ANAYASA, 4688 SAYILI YASA ve CEZA KANUNU da kamuda 657’nin 1. ve 4. Maddeleri dışında istihdamı yasadışı saymaktadır. Bu durumda geriye tüyler ürperten tek bir olasılık kalmaktadır,o da köleliktir. MİSAFİR SANATÇI KÖLE DEĞİLDİR!
Devlet Personel Başkanlığı ve Kültür Memur-Sen’in aynı türküyü söylemeleri tesadüf değildir. Çünkü Kültür Memur-Sen her yerde hükümetle yakınlığıyla övünmekte hatta bürokraside önemli rol oynadığını iddia etmektedir. Anlaşılmayan konu ise şudur, Hükümet zaten iyi bir şeyler yapacaksa nerdeyse kendisiyle beraber çalışan bir sendikaya ve konfederasyona niye ihtiyacı vardır? Bu tüm kamu emekçilerinin sorması gereken bir sorudur; çünkü Memur-Sen’in Uluslarası Sendikalar Konfederasyonu tarafından üyeliğe alınmamasının nedeni hükümetten bağımsız olmaması, yani hükümetin güvencesizleştirme politikalarına karşı emekçilerin yanında olmamasından kaynaklanmaktadır. Şimdi üyeliğe bu nedenle alınmayan Dünyada tek konfederasyon olan Memur-Sen, Toplu Sözleşmede tüm Kamu emekçilerini temsil etmekten bahsetmektedir; ancak buna kimse inanmadığı için en çok üyeye sahip olsa da, emek dünyası içinde tamamen anlamını yitirmiş durumdadır. Kültür,Sanat ve Turizm hizmet kolunda yetkili olan sendikamızsa, Toplu Sözleşmede de Kültür Memur-Sen’in çanak tuttuğu güvencesizleştirme, hak kayıpları ve sendikasızlaştırmaya karşı her türlü mücadeleyi verecektir. TOPLU SÖZLEŞME HAKKIMIZ GREV SİLAHIMIZ!
AKP hükümetinin adım adım gerçekleştirdiği, Sanat kurumlarında kadrosuzlaştırma hedefinin en önemli ayağı olan bu sendikasızlaştırma planı ise, kamuda istihdamla ilgili yasal metinler ve hukuk mücadelemizle boşa çıkarılacaktır. Sendikamızın Kültür ve Sanat hizmet kolundaki fiili meşru emek mücadelesi ise, dün olduğu gibi bugün ve yarın da kararlılıkla sürecektir. MİSAFİR SANATÇI KAMU EMEKÇİSİDİR!

İSTANBUL ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

İstanbul AKM’yi Kurtaran Kültür ve Turizm Bakanlığı Değil, 
Kültür ve Sanat Örgütlerinin Kararlı Mücadelesidir!

Kültür ve Sanata verilen değer, bir ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Kültür ve Sanatı “elit” bir uğraş olarak görüp küçümseyen çağdışı zihniyet, toplumun ve ülkemizin tarihsel, kültürel, sanatsal değerlerini gerçek dışı bilgilerle yozlaştırıp, manipüle ederek, toplumun derin bir karanlığın içine çekilmesine neden olmaktadır. Bu zihniyetin bir yansıması olanların, Devlet Operası ve Tiyatrolarının ve daha bir çok kurumun yaşadığı sorunlara çözüm bulmaktan kaçınanların, sadece Kültür Sanat örgütleri açısından değil, tüm toplum tarafından önemsenen AKM gibi değerleri tadilat gerekçesiyle yıkma girişimlerini unutmuş değiliz.
2008 Mayısı AKM perdelerini kapadı. Yıkılacak-yenilenecek tartışmaları ve çeşitli projeler dolaştı kamuoyunda… 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı 75 trilyonluk AKM tadilat parasının nereye gittiğini açıklayamadı ve AKM’yi teğet geçti! 
AKM’nin korunup korunmayacağı iktidar, Bakanlık ve Ajans hatta bir kısım medya tarafından ısrarla tartışmaya açılıp aslına uygun yapılmasını isteyen sendikamız başta olmak üzere demokratik kitle örgütleri AKM’nin yapılamamasından dolayı sorumlu tutulmaya çalışıldı. Hatta daha ileri gidilerek mahkeme hedef gösterildi ve AKM panolarına “Mahkemenin aldığı karar nedeniyle AKM yapılamamaktadır.” afişleri bile asıldı.
Geçtiğimiz dört yıl içinde, AKP hükümetinin kültüre ve sanata yönelik saldırıların hem hedefi hem de önemli bir simgesi haline gelmiş olan AKM’nin tadilat gerekçesiyle yıkılmayacak olması, basına yansıtıldığı gibi Kültür ve Turizm Bakanlığının başarısı değil, sendikamız, Mimarlar odası ve çok sayıda diğer kültür ve sanat örgütünün kararlı mücadelesi ve ısrarlı takibinin sonucudur. 
AKM’nin geleceği için belleğimize, sanatımıza, hakkımıza sahip çıkmak için alandaki demokratik kitle örgütleriyle onlarca eylem gerçekleştirdik. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa uygun onarım yapılmasını istedik. Uzun bir mücadele ve takip neticesinde, sonunda AKM’nin yaklaşık onarım maliyetinin yarısına yakını Sabancı Holding’ten alınarak yapılacağı Bakanlık tarafından basına yansıtıldı; ancak Koruma Kurulundan geçen projenin Tabanlıoğlu Mimarlıkla uzlaşmaya varılan proje olup olmadığı hala bilinmemektedir. Sabancı Holding’in AKM’nin aslına uygun yapılması koşulu getirmesini ise memnun edici bir söylem olarak kabul etmekteyiz. 
Sendikamız, mekânsal olarak tarihi, sosyolojik değerleri olan sanat ortamlarına ve kültür merkezlerine, AKM gibi önemli yapılara sahip çıkmaya devam edecek, AKM’nin ve diğer kültür ve sanat değerlerimizin halkın yararına ve onların hizmetinde olması için dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de kararlı mücadelesini sürdürecektir.

KÜLTÜR MEMUR SEN KİMİ TEMSİL EDİYOR

Misafir Sanatçıların Sendika Üyeliğine İtiraz Eden Kültür Memur Sen Kimi Temsil Ediyor?

Memur Sen’e bağlı Kültür Memur Sen Sendikası Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne bir yazı yazarak, merkez ve taşra teşkilatlarında çalışan 270 figüran, 30 sanatsal yardımcı eleman, 500 misafir sanatçı ve 485 sahne uygulatıcılarından oluşan toplam 1285 kültür ve sanat emekçisinin sendika hakkının olmadığını ileri sürmüş ve belki de sendikal mücadele tarihinde görülmemiş bir adım atarak, işveren konumunda olan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nden Kültür Sanat Sen’e üye olan misafir sanatçıların aidatlarının kesilmemesini istemiştir.

Bu yazı ile Kültür Memur-Sen, Devlet Personel Başkanlığının bilimsel ve hukuki dayanaktan yoksun mütalaasını temel alarak, geçici süreli sözleşmeli personelin kamu görevlisi niteliği taşımadığını bu nedenle de kamu görevlileri sendikalarına üye olamayacaklarını iddia etmektedir. Devlet Personel Başkanlığı daha da ileri giderek, söz konusu personelin işçi de olamayacaklarına dair bir mütalaa daha yayınlamıştır. Tüm bu emekçi düşmanı politikalara karşı sendikamız, misafir sanatçıların sendikamıza üye olabileceklerinin tespiti için, zamanında tekel işçilerinin kamu görevlileri sendikalarına üye olabilecekleri kararını da vermiş olan Ankara 3. İş Mahkemesine başvurarak tespit davası açmıştır. Yani sendikamız, kamu işvereninin yanında bir başka sendikaya karşı da mücadele sürdürmek zorunda kalmıştır.

Sendikanın görevi, bulunduğu hizmet kolunda ki tüm emekçilerin hakkını korumaktır. Bu konuda önüne çıkan engelleri aşmak için mücadele etmelidir. Sendikal örgütlenmenin önündeki setlerin kaldırılması da bunlardan biridir. Bilindiği gibi, kültür, sanat ve turizm hizmet kolunda genel yetkili olan sendikamız Kültür Sanat Sen, hizmet kolumuzda çalışan bütün kamu emekçilerini aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın örgütlemeye çalışmaktadır. Durum böyleyken nasıl bir sendika örgütlenme hakkını kullananları resmi yazı ile “ihbar” eder ve kendine sendikayım der.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu(ETUC) tarafından hükümetten bağımsız olmadıkları gerekçesiyle üyelikleri kabul edilmeyen bir konfederasyona bağlı olan Kültür Memur Sen’e sesleniyoruz; bir hükümet görevlisi bir ili ziyarete gittiğinde neden Memur-sen temsilcisini eşlikçi olarak tercih eder.

Nasıl bir sendika, güvencesiz kamu çalışanları için , “yalnızca kamu görevlileri sendikalarına değil, işçi sendikalarına da üye olamayacaklarını” söyleyen bir zihniyetin yanında durur.
Her yerde ve her konuda hükümete yakınlıklarıyla övünen bir sendika nasıl bir sendikadır.
Süreli sözleşmeli sanat emekçilerinin sendikaya üyelikleri sizleri neden bu derece rahatsız ediyor? 
Toplu sözleşme görüşmelerinde işveren konumunda olan bir kuruma resmi yazı yazıp, misafir sanatçıların sendika üyeliklerini iptal etmeye çalışarak kime ya da kimlere hizmet ediyorsunuz?

Sendikalar emekçiden yana mücadele örgütlemedikleri sürece tabela sendikası olmanın ötesine gidemezler. Kültür Memur Sen’in, ezilene karşı ezenin yanında bir tutum sergilemesi sendikal mücadele açısından utanç verici bir durumdur. Böylesine büyük bir ayıba imza atanların, yarın kültür, sanat ve turizm emekçilerinin karşısına nasıl çıkacaklarını merak ediyoruz.

Bugüne kadar Kültür Sanat Sen olarak, hizmet kolumuzda çalışan bütün arkadaşlarımızın gün be gün yok edilmeye çalışılan hakları için yürüttüğümüz mücadelemizde, birilerinin yaptığı gibi bakanlık bürokratlarına değil, kendi öz gücümüze dayanarak hareket ettik. Bugünden sonra da bu çizgimizi sürdürmekte kararlıyız. Kültür, sanat ve turizm emekçileri, kimlerin kendileri için mücadele ettiğini ve haklarını savunduğunu çok iyi bilmektedir. Kültür Sanat Sen’in mücadele çizgisi, işverenle içli dışlı olarak ya da onlarla kol kola gezerek değil, talepler üzerinden mücadele ile belirlenmiştir. Bu son olay, Kültür Memur Sen’in gerçek niyetini ortaya çıkarmıştır. Takdir bütün kültür, sanat ve turizm emekçilerinindir.

KÜLTÜR SANAT-SEN GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU